Vazgeçilmez dolar
"Doların vazgeçilmez olması ne ABD ne de dünyanın geri kalanı için iyi bir şey. Geçiş süreci, ticareti ifade edecek yeni bir para birimi seçmekten daha fazlasını gerektirecek."
Çevirmenin notu: Bu dönem çok büyük laflar ediliyor. Özellikle 2014’ten bu yana var olan Ukrayna ihtilafının tam teşekküllü bir savaşa dönüşmesiyle Rusya ile Çin arasındaki yakınlaşmanın ivmelenmesi, “dolarsızlaşma” iddiasının daha yüksek sesle dile getirilmesine neden oldu. Aşağıda tercümesine yer verilen makalede Çin’in başkentindeki Peking Üniversitesi’nde maliye profesörü olan Michael Pettis, doların egemen olduğu sistemin bekasının bizzat “doları alaşağı edeceğini” iddia eden ülkeler tarafından tesis edildiğini söylüyor. Çevirmen, kutucuklardaki tercümelere de göz atılmasını şiddetle tavsiye eder.
Doların hâkimiyetinin bedeli
Michael Pettis
30 Haziran 2023
Nisan ayında düzenlenen BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) zirvesinde Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, dünyanın neredeyse tüm ticaretini neden Amerikan dolarıyla yapmaya devam ettiğini sorguladı. Alkışlar eşliğinde şunu sordu: “Neden kendi para birimlerimizle ticaret yapamıyoruz? Altın standardının ortadan kalkmasının ardından doların para birimi olmasına karar veren kimdi?”
Lula’nın konuşması, Amerikan dolarının hâkim küresel para birimi olarak akıbeti konusunda son yıllarda hararetlenen tartışmanın bir tarafını yansıtıyordu. Doların düşüşte olduğunu iddia edenler genelde son 600 yıldır rezerv para birimlerinin kendi ekonomileriyle birlikte yükselip düştüğünü savunuyor. ABD’nin küresel ekonomideki payı azaldıkça, doların rolünün de zayıflayacağını iddia ediyorlar. Ancak gerçek şu ki, Amerikan dolarından önce baskın bir küresel rezerv para birimi yoktu. Dolar, uluslararası ticarette bu ölçüde önemli bir rol oynayan tek para birimi.
Fakat Amerikan dolarının baskın olmasının bir dezavantajı mevcut. Küresel ekonominin temel taşı rolünü oynamak için ABD, sermayenin sınırları boyunca serbestçe akmasına izin vermeli ve diğer ülkelerin tasarruf ve talep dengesizliklerini soğurmalı; yani, diğerlerinin fazlalıklarını dengelemek için açık vermeli ve onların fazla üretim ve tasarruflarını gayrimenkul, fabrika, hisse senedi veya tahvil satın alarak ABD varlıklarına dönüştürmelerine izin vermeli. Bu da küresel talebi düşürerek ABD’yi, genelde daha yüksek işsizlik veya borçla bunu telafi etmeye zorlar. Başka bir deyişle, Amerikan dolarının zayıflamasından hem ABD hem de tüm dünya istifade edecektir. Ancak Lula’nın beklentilerinin aksine, alternatif bir küresel rezerv para biriminin benimsenmesi Brezilya gibi fazla veren ülkelerin yararına olmayacaktır. Bilakis, bu ülkeleri fazla vermelerinin çıktılarıyla (yurtiçi gelirin son derece eşitsiz dağılımına bağlı olarak süregelen zayıf iç talep) yüzleşmeye ve üretimi kısarak ve sorunlarını geliri yeniden dağıtarak çözmeye zorlayacaktır.
Altın ve gümüş, dolar ve bütçe açıkları
Doların yirminci yüzyılın ilk yarısındaki yükselişinden evvel, ticareti finanse eden para birimleri ve rezervler çoğunlukla spekülatif altın ve gümüş sikkelerden oluşuyordu. Merkez bankaları, on dokuzuncu yüzyılda rezervlerinin bir parçası olarak yabancı para birimleri tutmayı çoğunlukla altın sikkeler ya da madeni paraya dönüştürülebilir olduğuna kanaat getirdikleri para birimleriyle yaptılar. Tarihçiler, İngiliz sterlininin Amerikan dolarından önce hâkim rezerv para birimi olduğunu söylerken Britanya’nın konvertibiliteyi sürdürme taahhüdünün, dolayısıyla altına ek olarak sterlin de tutabilecek diğer merkez bankalarınınkinden daha güvenilir görülmesini kastediyorlar.
Dahası, dolar öncesi dönemde, bir para biriminin küresel ticaretteki kullanışlılığı kayda değer ölçüde ana ekonomisinin gücüyle alakalı değildi. Mesela ABD, 1860’larda dünyanın en büyük ve en zengin ekonomisiydi ama altına dönüştürülebilirlik taahhüdü kuşkulu görüldüğünden, dolar 1920’lere kadar önemsiz bir para birimi olarak kaldı. Bu arada Latin Amerika ve Asya’nın büyük bölümünde ticarette hâkim para birimi, büyük bir ekonomik gücün para birimi değildi. Saflığı ve tutarlılığı nedeniyle gümüş Meksika pesoları, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılın büyük bir bölümünde uluslararası ticarette sterlinin bile önüne geçmişti.
Bunlar sadece teknik farklılıklar değil. Küresel ticaret ve sermaye akışları, eski spekülasyon standardı dünyasında, bugünün dolar ağırlıklı dünyasında olduğundan çok farklı bir şekilde yapılandırılmıştı. Eskiden ticaret dengesizlikleri, her ülkenin spekülasyon transferlerini yönetme kabiliyeti ile sınırlıydı. Bir ülkenin ekonomisi ne kadar büyük veya merkez bankası ne kadar güçlü olursa olsun, para birimi ancak madeni para ile tamamen mübadele edilebilir olarak görüldüğü ölçüde ticareti kapatmak üzere kullanılabilirdi. Ülkenin kendi para birimindeki yabancı varlıkları merkez bankasının spekülatif varlıklarına oranla arttıkça, konvertibilite vaadi giderek daha az inandırıcı hale gelecek ve böylece para biriminin kullanımını caydıracaktır.
Bu kısıtların ciddi sonuçları oldu. Bunlardan biri, spekülasyon standardı altında, her ülkedeki ticaretin genel olarak dengelenmesiydi (üretken yatırımı finanse eden sermaye akışlarının neden olduğu ufak çaplı dengesizlikler hariç). Daha önemli bir başka netice ise, İskoç filozof ve ekonomist David Hume’un fiyat-nakit-akış mekanizması modeliyle tanımlanan ticaret akışlarının dengelendiği sürecin hem fazla veren hem de açık veren ülkeler üzerinde simetrik olarak etkili olmasıydı; böylece ikinci ülkedeki talep daralması, ilk ülkedeki talep genişlemesiyle eşleşiyordu.
Mevcut dolar bazlı sistem epey farklı. Bu sistemde dengesizlikler esas olarak ABD’nin yurtiçi varlıkları üzerindeki talepleri ithal veya ihraç etme isteği ve kabiliyetiyle, yani yabancı sermaye sahiplerinin Amerikan gayrimenkul ve menkul kıymetlerinin net satıcısı veya net alıcısı olmasına izin vermesiyle sınırlı. Sonuç olarak, ülkeler ancak bu dengesizlikler ABD’deki karşıt dengesizlikler tarafından karşılandığı için büyük, kalıcı fazlalıklar veya açıklar verebilirler.
Daha da kötüsü, açıkların küresel ekonomi üzerindeki daraltıcı etkisi, dolar öncesi sistemlerde olduğu gibi, fazla veren ülkelerdeki genişleme ile dengelemiyor. 1944’teki Bretton Woods konferansında İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes, fazla ya da açıkların devam etmesine izin verilen bir küresel ticaret sistemine şiddetle karşı çıktı, fakat by, konferanstaki üst düzey Amerikalı yetkili Harry Dexter White tarafından reddedildi. Nihayetinde, açık veren ülkeler fazla veren ülkelerin eksik iç talebini soğurmak zorunda kalırken, fazla veren ülkeler de yabancı varlıkları biriktirerek ve küresel talep üzerinde kalıcı bir aşağı yönlü baskı oluşturarak uyum sağlamaktan —ki bu ya üretimi kısmayı ya da serveti işçilere yeniden dağıtmayı gerektirecektir— kaçınıyor.
Bu uyum süreci ana akım iktisatçılar arasında dahi iyi kavranmış değil. Fazla veren ülkeler, üretimde özellikle verimli oldukları için değil, imalatçıları nihayetinde işçiler ve hane halkları tarafından ödenen ve dolayısıyla iç talep pahasına gelen örtülü ve açık teşviklerden yararlandıkları için fazla verirler. Keynes’in açıkladığı gibi, merkantilist politikalar —iç talebi bastırarak uluslararası rekabet gücünü artırmak— bu şekilde işler ve bu yüzden “komşunu dilendir” taktikleri olarak anılırlar. Artan ihracatı artan ithalata dönüştürmek yerine, kalıcı ticaret fazlalarına neden olurlar.
Fakat bir ülkedeki fazlalar başka bir ülkedeki açıklarla dengelenmek zorunda. ABD, 1980’lerden bu yana diğer ülkelerin fazlalıklarını, bunların kolayca yurtiçi varlıklar üzerinde alacaklara dönüştürülmesine izin vererek dengeledi. Sonunda Amerikan doları uluslararası ticarette üstünlük sağlarken, ABD ekonomisi ya yurtiçi işsizliği artırarak ya da daha büyük olasılıkla ABD hükümeti ve hane halkı borcunun artmasını teşvik ederek yurt dışından gelen zayıf talebi soğurmak zorunda kalıyor.
Vazgeçilmez dolar
Bu, birçoklarının iddia ettiği gibi, ABD’nin küresel ticaret sistemini dolara sabitlemek için her zaman açık vermesi gerektiği anlamına gelmez. Ama bu, dünyanın tasarrufa ihtiyacı olduğunda ABD’nin tasarruf ihraç etmesi ve ticaret fazlası vermesi, dünyanın tasarruf fazlası olduğunda ise ABD’nin tasarruf ithal etmesi ve ticaret açığı vermesi anlamına gelir.
ABD, 1920’lerden 1970’lere kadar, birçok ülkenin iki dünya savaşında tahrip olan üretim kapasitesini ve altyapısını acilen yeniden inşa etmeye ihtiyaç duyduğu beş on yıllık bir dönemde ilkini yaptı. Avrupa ve Asya’nın gelirleri savaşlar nedeniyle tarumar olduğundan, bu bölgelerdeki ülkeler ekonomilerini yeniden inşa etmek için yabancı tasarruflara ihtiyaç duydular. Bu dönemde ABD, dünyanın önde gelen ticaret fazlası veren ülkesi olduğundan, fazla tasarrufları ihraç ederek ihtiyacı karşılamak üzere çabucak harekete geçti ve bu süreçte doları baskın küresel para birimi haline getirdi.
Ancak 1970’lerin başına gelindiğinde dünyanın önde gelen ekonomilerinin çoğu savaşın yıkımından kendilerini yeniden inşa etmiş oldu. Artık ekonomilerini daha da yukarılara taşımak için ihraç etmeleri gereken kendi tasarrufları vardı. ABD, bir kez daha mahkûm oldu: yabancı sermayeye olan açıklığı, esnek mali piyasaları ve yüksek kalite yönetimi, dünyanın geri kalanının fazla tasarruflarının çoğunu emmesi anlamına geliyordu. 1970’lerin ABD’nin büyük ve kalıcı fazlalarının azalmaya başladığı ve 1980’lerde yerini bugüne dek devam eden büyük ve kalıcı açıklara bıraktığı yıllar olması tesadüf değil.
Amerikan dolarının baskın rolünün temelini, sermayenin serbestçe akışına izin verme ve dünyanın geri kalanının tasarruf ve talep dengesizliklerini soğurma konusundaki bu isteklilik oluşturuyor. ABD’den önce başka hiçbir ülke aynı ölçüde bu rolü oynamadı, bu nedenle başka hiçbir para birimi uluslararası ticarete ve sermaye akışlarına doların bugün oynadığı gibi hâkim olmadı. Dahası Çin, Japonya, BRICS ya da Avrupa Birliği gibi başka hiçbir ülke ya da ülke grubu bu rolü oynamaya istekli değil ya da mali sistemini önemli ölçüde elden geçirmeden, yurtiçi geliri yeniden dağıtmadan, sermaye kontrollerini ortadan kaldırmadan ve ihracatı baltalamadan bunu yapamaz, ki bunların tamamı muhtemelen son derece yıkıcı olacaktır.
Tüm bu nedenlerden ötürü, başka hiçbir para birimi Amerikan dolarının yerini alamaz. Doların saltanatı eninde sonunda sona erdiğinde, mevcut küresel ticaret ve sermaye rejimi de sona erecektir. ABD (ve benzer roller oynayan diğer Anglofon ekonomiler) Brezilya, Çin, Almanya, Rusya ve Suudi Arabistan gibi fazla veren ülkelerin üretim ve tasarruf fazlasının yüzde 80’ini emmeyi bıraktığında, bu ülkeler artık fazla veremeyecekler. Fazlaları olmadığı için de iç üretimlerini kısmak zorunda kalacaklar ve böylece artık zayıf iç talebi aşamayacaklar. Başka bir deyişle, son 50 yılda küresel ekonomiyi karakterize eden devasa dengesizlikler sadece doların yaygın kullanımı yüzündendi.
Dolar sonrası bir dünya mı?
Gelgelelim doların vazgeçilmez olması ne ABD ne de dünyanın geri kalanı için iyi bir şey. ABD, fazla veren ekonomilerin küresel talebi azaltmasına izin veren küresel tasarruf dengesizliklerine uyum sağlamayı bırakırsa küresel ekonomi daha iyi durumda olacaktır. Bunun bilhassa ABD ekonomisine faydası olacaktır zira artık fazla veren ülkelerin merkantilist politikalarının etkilerini daha yüksek işsizlik veya daha fazla borç yoluyla soğurmak zorunda kalmayacaktır. Washington ve Wall Street güçlerinin kısıtlandığını görecek olsa da Amerikan işletmeleri daha hızlı büyüyecek ve Amerikalı işçiler daha fazla kazanacaktır.
Fakat dolar sonrası bir dünyaya geçmek kolay olmayacak. Doların nihai çöküşüyle ilgili tartışmaların çoğunun gözden kaçırdığı şey, değişimin, şu anda ihracata yönelik olan tüm endüstrileri önemli ölçüde küçültmek zorunda kalacak olan kalıcı fazla veren ülkeler için iktisadi anlamda ne kadar yıkıcı olacağı. Geçiş süreci, ticareti ifade edecek yeni bir para birimi seçmekten daha fazlasını gerektirecek. Ticaret ve sermaye akışları için kökten farklı yapılar inşa etmeyi de içermek durumunda. Ve bunlar uzun vadede ABD ekonomisi için daha sürdürülebilir ve faydalı olsa da benimsenmeleri dünyanın fazla veren ekonomileri açısından karmaşık ve sancılı olacak.
Lula’nın kimin Amerikan dolarını küresel rezerv para birimi olarak belirlediği sorusunun cevabı ironik: bunlar Brezilya ve Çin gibi fazla veren ülkeler. Ve liderleri ne derlerse desinler, hiçbiri mevcut sistemi değiştirmek için acele etmiyor. Bu ülkeler kendi iç ekonomilerini temelden değiştirene kadar —ya da ABD, uyumlaştırıcı rolünü yerine getirmenin ağır ekonomik maliyetini artık karşılamayacağına karar verene kadar— onların ve dünyanın geri kalanının Amerikan dolarının devam eden hakimiyetini kabul etmekten başka alternatifi olmayacak.