Amerika dolarsızlaşmadan kazançlı çıkacak mı?
"Doların üstünlüğünün sona ermesi Amerika'yı bir nebze 'normal' bir ülkeye, diğer bölgesel güçler arasındaki bir bölgesel güce dönüştürecektir."
27 Nisan 2023’te Harici.com.tr’de yayımlandı.
Çevirmenin notu: Güney yarımküredeki ülkelerin ABD’ye serflik etmeyi reddederek Rusya ve Çin ile ilişkileri geliştirmesi son yılların en çarpıcı gerçeği. Son dönemde Washington’un son bir asırdır sağmalık ineği olan Körfez rejimleri bile şimdi Çin ile bağlarını geliştiriyor. Nitekim Tahran ve Riyad’ın Pekin’in arabuluculuğu ile masaya oturması son yılların belki de en büyük hadiselerinden biriydi. Dünyanın Washington’u ve rezerv para birimi doları terk etme süreci ağır aksak ilerleyeceğe benziyor ama yaşanan şey, Britanya İmparatorluğu’nun ve pound’un gerilemesinden çok da farklı değil. “Dolarsızlaşma” süreci, Washington’un kolonileştirdiği ülkelerden ziyade Amerikalı işçiler, çiftçiler, üreticiler ve küçük işletmelerin de yararına olacak; Thomas Fazi’nin yorumu bu yönde.
Amerika dolarsızlaşmadan kazançlı çıkacak mı?
Thomas Fazi — Unherd
24 Nisan 2023
Diğer yerel para birimlerinin gücü artıyor
Batı’nın Rusya’ya dönük yaptırımlarının getirilerine dair tartışmada en önemli unsur, aynı zamanda en fazla göz ardı edilen unsur. Yaptırım rejimi çoğunlukla ihracat yasakları ve belirli varlıkların dondurulması gibi daha önce de uygulanmış olan kısıtlamalardan oluşuyor. Bazı Rus bankalarının, tartışmalı bir biçimde ana uluslararası bankacılık mesaj sistemi olan SWIFT’ten tecrit edilmesi bile daha önce İran’a karşı kullanılmış olması nedeniyle istisnai bir durum değil.
Fakat Rusya’nın yaklaşık 300 milyar dolar değerindeki döviz rezervlerinin dondurulması — toplam rezervlerinin yaklaşık yarısı — kritikti. ABD; Afganistan, İran, Suriye ve Venezuela’ya da benzer şekilde muamele etmiş olsa da bu hedeflerin hiçbiri Rusya — G20 üyesi ve dünyanın en büyük nükleer gücü — kadar güçlü değildi. Aynı zamanda merkez bankalarının merkez bankası olarak bilinen Basel’deki Bank for International Settlements’a (BIS) üye 63 merkez bankasından hiçbiri, İkinci Dünya Savaşı sırasında bile finansal yaptırımların hedefi olmamıştı.
O dönemde bu karar nispeten az ilgi görmüştü. Ancak ileride tarihçiler bu kararı, tarihteki en büyük çığ etkilerinden birini harekete geçiren ve şu anda Amerikan İmparatorluğu’nun temellerini sarsan bir tetikleyici olarak anacaklardır.
İtibari para çağında rezervler, yabancı merkez bankalarının kasalarında saklanan fiziksel dolarlar (ya da diğer para birimleri) şeklinde tutuluyor. Bunlar basit senetler, ABD Merkez Bankası ve diğer merkez bankalarının muhasebe tablolarına kaydedilen birer kredi. Bu yüzden tıpkı şahıslar veya şirketler ile ticari bankalar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi ülkeler arasındaki ilişkilerde de güven esastır: Nasıl ki paranızın dondurulacağı ya da el konulacağı yönünde en ufak bir korkunuz bile varsa maaşınızı asla bir bankaya yatırmazsanız, hiçbir ülke de her an elinden alınabilecek rezervler tutmak istemez.
Dolayısıyla bu hamle neredeyse kutsal bir ilkeyi, uluslararası rezervlerin tarafsızlığını ihlal ediyordu. Mesaj açıktı; bundan böyle ABD, çizgiyi aşan ya da Batı diktasına karşı gelen ülkeleri cezalandırmak için hiçbir şeyden kaçınmayacaktı. Ve eğer bu, merkez bankası rezervlerinin çoğu Batı’ya yapılan satışlardan elde edilen gelirlerden oluşan bir güç konumundaki Rusya’nın başında gelebiliyorsa herkesin başına gelebilirdi. Wolfgang Münchau’nun yazdığı üzere ABD, uluslararası rezervleri silah haline getirerek “ekonomik savaş tarihindeki en büyük kumarı oynamıştı”. Münchau, ABD’nin tek hamlede “dünyanın ana rezerv para birimi olan Amerikan dolarına olan güveni sarstığını” ve Çin ile Rusya’yı “Batı’nın mali altyapısını baypas etmeye” teşvik ettiğini belirtti. Batı dışındaki ülkeler için — özellikle de ABD varlıklarına büyük ölçüde maruz kalan Çin için — dolardan ve daha genel anlamda ABD öncülüğündeki uluslararası para ve finans sisteminden ayrılmak ani bir aciliyet kazandı.
Dolarsızlaşma bir gece olacak bir şey değildi, bu çok açıktı. Fakat tarihin çarkları harekete geçti. Dünya ülkelerinin çoğunun Rusya’ya yaptırım uygulayan Batı’ya katılmayıp dolar merkezli sisteme olan bağımlılıklarını azaltmak amacıyla Rusya ve Çin ile bağlarını sükunetle güçlendirmeye başlamaları tesadüf değil. Sadece 12 ay içinde dünya, jeopolitik açıdan on yıllardır olmadığı kadar büyük bir tektonik değişim geçirdi: BRICS ve dünya nüfusunun çoğunu oluşturan onlarca başka ülkeden oluşan ve uzun zamandır müjdelenen Batı sonrası uluslararası düzen nihayet gerçeğe dönüştü. Eski Hazine Bakanı Larry Summers’ın da kısa süre önce söylediği gibi ABD hiç olmadığı kadar yalnız.
Bu sürecin temel itici güçlerinden biri dünyanın dolardan kademeli olarak uzaklaşması oldu. Doların çöküşü altmışlı yıllardan bu yana durmaksızın — kusurlu biçimde — tahminlerin konusu olması nedeniyle bu konudaki şüphecilik haklı. Fakat bu kez bunun gerçekleştiğine inanmak için iyi bir gerekçe mevcut. Dolarsızlaşma pek çok şekilde gerçekleşebilir üç tanesini tespit etmek bilhassa kolay; uluslararası işlemlerin başta Çin yuanı olmak üzere dolar dışındaki para birimleriyle yapılması, doların küresel döviz rezervlerindeki payının azalması ve yabancıların elindeki ABD Hazinesi tahvillerinin azalması.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın eğilim net görünüyor. Uluslararası ödemeler açısından yuanın (ve diğer para birimlerinin) rolü geçtiğimiz yıl büyük bir artış kaydetti. Bunun en bariz örneği, Batı’nın yaptırımları nedeniyle uluslararası işlemlerinin çoğunda yuanı benimsemek zorunda kalan Rusya. Ancak aralarında Brezilya, Arjantin, Pakistan ve Bangladeş’in de bulunduğu diğer bazı büyük ülkeler de uluslararası işlemlerinde yuan ya da kendi para birimlerini kullanmayı kabul etti (ya da müzakere sürecinde). Bu arada BRICS, Keynes’in 70 yıl önce önerdiği sentetik alternatif olan ve Amerikalılar tarafından kendi dolarları etrafında sabitlenmiş bir sistem lehine reddedilen bancor ayarında uluslararası bir para birimi geliştirmek için de çalışıyor.
BRICS’in ötesinde, özellikle ABD’nin daha önce rakipsiz bir stratejik güce sahip olduğu Basra Körfezi dolarsızlaşmaya — ya da en azından yerel para birimlerinin daha fazla kullanılmasına — yönelik ilgi de artıyor. Aralık ayında düzenlenen ilk Çin-Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi zirvesinde petrol ve doğalgaz ticaretinde yuan kullanılması konusunda uzlaşmaya varıldı. Geçen ay da Çin ve BAE ilk işlemlerini yuan ile gerçekleştirdi.
Küresel döviz rezervlerinin yapısına bakıldığında dolarsızlaşma yönündeki değişim daha az belirgin olabilir. Fakat yaşanan bu. Burada görülecek bir şey yok diyenler, ABD dolarının toplamın yaklaşık yüzde 60’ını oluşturarak dünya döviz rezervlerine hala hâkim olduğunu, yuanın ise yüzde 3’ten daha az bir paya sahip olduğunu belirtebilir. Ancak bugünün statik anlık görüntüleri, doğru olsa da geleceğin ne getireceğini anlamada çok az işe yarar. Mevcut eğilimlere göre doların rezerv para birimleri içindeki payı son yirmi yılda ortalamanın 10 katı hızla daralmaya başladı. Merkez bankaları çoğunlukla altını dolara yeğleyerek, denizaşırı kreditörler — özellikle Çin, Japonya ve Suudi Arabistan — ABD Hazinesi tahvillerini giderek daha fazla satıyor.
Dolarsızlaşma süreci o kadar ilerledi ki, Batılı siyaset kurumundaki pek çok kişi bu kez durumun farklı olduğunu kabul etmeye başladı. Örneğin geçen hafta ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, doların mali yaptırımlar yoluyla silaha dönüştürülmesinin üstünlüğü yakın zaman için riskte olmasa bile ülkeleri alternatif arayışına iterek hegemonyasını zayıflatma riski taşıdığını itiraf etti. Sadece iki gün sonra Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde da benzer bir açıklama yaparak “Batılı ödeme sistemlerine ve para birimi çerçevelerine bağımlılıklarını azaltmak isteyen bazı ülkeler için bir fırsat” olduğunu kabul etti. Bu değişikliklerin “Amerikan doları ya da avronun hakimiyetini yakın bir zamanda kaybetmesi” anlamına gelmediğini ama “uluslararası para birimi statüsünün artık hafife alınmaması gerektiğini gösterdiğini” vurguladı. O halde mesele artık dolarsızlaşmanın yaşanıp yaşanmadığı değil, ne kadar hızlı yaşandığı.
Buna kuşkuyla yaklaşanlar, doların düşüşünün önünde aşılamaz teknik ve kurumsal engeller olduğunu savunmaya devam ediyor. Mesela rezerv para statüsünde göreceli bir tekele yol açan ölçek ekonomileri var oldukça, sermaye kontrolleri aşamalı olarak kaldırılmadıkça ve döviz kuru daha esnek hale getirilmedikçe Çin yuanının gerçek bir rezerv para birimi olamayacağına işaret ediyorlar. Dahası, rezerv para birimi olan bir ülkenin, dünyanın kendi para birimine olan talebini karşılamak için — ABD’nin yaptığı gibi — sürekli cari işlemler açığını kabul etmesi gerektiğini iddia ediyorlar.
Dolayısıyla yuanın doların yerini alması için Çin’in mali piyasalarında ve parasal-iktisadi politikalarında büyük değişiklikler yaşanması gerekecek. Bunlar mantıklı iddialar ama temel bir hususu gözden kaçırıyorlar: Dolarsızlaşma süreci öncelikle iktisadi değil jeopolitik nitelikte. Mesele sadece “verimli” bir sistem bulmak değil, Batı’nın parasal hegemonyasına meydan okumaktır. Dahası dolarsızlaşma yuanın doların yerini alması anlamına gelmiyor, rezerv varlıkların birkaç büyük para birimi ve altın gibi emtialar gibi diğer varlıklar arasında dağıtılması anlamına geliyor.
Ve bu kötü bir şey olmayacaktır. Dünyanın dolara olan bağımlılığı, ekonomileri ABD’nin para politikasındaki değişikliklere haddinden fazla maruz bırakıyor ve parasal gevşeme ya da şu anda olduğu gibi sıkılaşma dönemleri dünyanın geri kalanı üzerinde dramatik zincirleme etkilere neden oluyor. Bu durum tümüyle Amerika’nın dezavantajına da olmayacaktır. Michael Pettis ve Matthew Klein’n da belirttiği üzere mevcut uluslararası ve parasal finans sistemi ülkelerin çıkarlarını birbirleriyle karşı karşıya getirmekten çok, belirli ekonomik sektörlerin çıkarlarını diğer ekonomik sektörlerle karşı karşıya getiriyor. Başka bir deyişle doların küresel hakimiyetinden istifade eden bir bütün olarak ABD değil, ABD içindeki belirli kesimler.
De Gaulle’ün Ekonomi Bakanı Valéry Giscard d’Estaing’in Amerika’nın “fahiş ayrıcalığı” olarak nitelendirdiği şekilde dolar hakimiyeti, sermayeyi ABD’ye çekerek ve sadece kendi para birimini basarak yabancı mallara ve petrol gibi kaynaklara el koymasına olanak sağlayarak şüphesiz Amerika’nın emperyal elitlerine — Wall Street, büyük küresel şirketler ve en önemlisi ulusal güvenlik kurumları — yaradı. ABD’nin dünyanın büyük bir kısmı üzerinde finansal hakimiyet kurmasının yanı sıra savaş rejimini ebediyen sürdürmesini sağlayan şey de bu.
Ama bunun sadece dünyanın geri kalanı için değil, aynı zamanda Amerikalı işçiler, çiftçiler, üreticiler ve küçük işletmeler için de kayda değer bir maliyeti oldu. Amerika için dünyanın birincil rezerv para birimini desteklemek, sürekli ticaret açığı vermek anlamına geliyor ki bu da sanayi ve üretim kapasitesini ve iş gücüne iyi ücretli işler sağlama imkanını ciddi biçimde aşındırdı; Pettis bunu doların “fahiş yükü” olarak nitelendiriyor. O halde bu üstünlüğün sona ermesi Amerika’yı bir nebze “normal” bir ülkeye, diğer bölgesel güçler arasındaki bir bölgesel güce dönüştürecektir. Hem küresel olarak hem de ABD içinde bu durum hemen hemen herkesin yararına olacaktır. Aslında, tek kaybedenler kendilerini zenginleştirmek için bolca zamanı olanlar olacaktır.