Seçeneksizlik ve isyan: Britanya'da çiftçi eylemleri
"Ortaya çıkan tablo korkunç. İngiltere'deki her beş çiftlikten biri 2005 ile 2015 yılları arasında kapandı ve bunların üçte biri küçük çiftlik olarak sınıflandırıldı."
Çevirmenin notu: Avrupa’nın “yeşil projeleri”, neoliberal tarım modelini yeniden düşünmek yerine, neoliberalizmin mantığını izleyerek sürdürülebilir kalkınma ve sıfır toplamlı emisyonlara ulaşmayı hedefliyor; bu doğrultuda yalnızca ekonomik hesaplamalara dayanarak ve mevcut koşullar altında halihazırda büyük sıkıntılar çeken çiftçilere en ağır yükü yükleyerek piyasaları genişletiyor ve canlandırıyorlar. Sonuç olarak, çiftçiler “sürdürülebilir kalkınma” politikalarını protesto ediyor ama protestoları ana akımda genelde gerici ve sağcı popülist olarak tasvir ediliyor.
Durum bundan ibaret olsa da yel değirmenleriyle dövüşmek düzeni suçlamaktan çok daha kolay.
Britanyalı çiftçiler isyan etmeli
Hem İşçi Partisi hem de Muhafazakârlar kırsal kesimdeki seçmenlere ihanet etti
Ben Cobley
11 Mart 2024
James Rebanks, aile geleneği olan Cumbrian tepe çiftçiliğini gözlemlediği anı kitabı The Shepherd’s Life’ta (Bir Çobanın Hayatı), “modern endüstriyel toplulukların” “bir yere gitmenin” önemine olan takıntısını vurguluyor. Rebanks, “Bunun anlamı, nefret etmeye başladığım bir fikir; yerli kalmak ve fiziksel iş yapmak pek bir şey ifade etmiyor,” gözlemini yapıyor. En iyi ihtimalle, kent sakinleri kırsal kesimi dinlenebilecekleri bir yer olarak görüyorlar; en kötü ihtimalle ise, burası kaçınılması ve marjinalleştirilmesi gereken geri kafalı nankörlerle dolu bir yer.
Kitabının basılmasından neredeyse on yıl sonra, ikinci görüş, ilerici sosyolojinin aşırılıkları tarafından teşvik edilerek kurumlarımıza yerleşmiş gibi görünüyor. Milletvekillerine sunulan son Wildlife and Countryside Link (Yaban Hayatı ve Kırsal Bağlantı) raporu, “ırkçı sömürge mirasının Birleşik Krallık’ta doğayı ‘beyaz bir alan’ olarak çerçevelemeye devam ettiğini” öne sürdü: “Sömürgecilik, yerli halkın haklarının ve bilgisinin sömürülmesine ve silinmesine ve diğer değerler ve bilgiler pahasına beyaz, Batılı değerlerin ve bilginin savunulmasına neden olmuştur.” Bu tür anlayışsız bir bakış açısına göre, kırsal kesimin insanları ulusal bir topluluğun değerli üyeleri değil, varlıkları diğerlerine zarar veren sahtekârlar ve düşmanlardır.
Şimdi ise İngiliz çiftçilerin öfkesi, düşük fiyatlar, ucuz ithalat ve çevre düzenlemeleri nedeniyle aylardır açık bir isyan halinde olan AB içindeki meslektaşlarına katılarak taşmaya başlıyor. Geleneksel olarak daha sakin bir yapıya sahip olan Britanyalı çiftçiler, son haftalarda Dover limanında trafiği durdurmak ve seslerini duyurmak için Cardiff’teki Galler hükümeti binasına 3 bin kişinin gelmesi gibi ilk protestolarını düzenliyor. Bu arada, kırsal kesimin geleneksel partisi olan Muhafazakârların kırsal bölgelerde güç kaybettiğine dair belirtiler de artıyor. Yakın zamanda yapılan bir Survation anketi, en kırsal 100 seçim bölgesinden 51’inin bir sonraki seçimde İşçi Partisi’ne geçeceği sonucuna varırken, geçen yıl yapılan bir anket kırsal bölgelerdeki seçmenlerin yalnızca yüzde 36’sının Muhafazakârların “kırsal toplulukları ve onların yaşam biçimlerini anladığı ve saygı duyduğu” görüşünde olduğunu ortaya koydu.
Seksenli yıllarda ayakta kalmayı başaran ve son zamanlarda William Clouston’ın liderliğinde mini bir canlanma yaşayan Sosyal Demokrat Parti’den (SDP) tam zamanında bir Yeşil Kitap geldi. Farms Fields & Food (Çiftlikler Tarlalar ve Gıda) başlığını taşıyan belgenin ana teması, Clouston’un da belirttiği gibi “Ucuz gıda aslında çok pahalıdır”. Süpermarkette hoş karşılayabiliriz ama bunun bedelini başka şekillerde, acı çeken çiftlik hayvanları ve kötü halk sağlığı, bozulan tarlalar, nehirler ve vahşi yaşam yoluyla ve çiftçilerin pes etmesiyle, çocuklarının aile işini sürdürmek yerine terk etmesiyle ödüyoruz. Kâr marjları son derece düşük, evrak işleri epey yorucu ve saygı eksikliği çok can sıkıcı. Ve şimdi, üstüne üstlük, kırsalda dolaşan ve ekipmanlarını çalan organize çetelerle karşı karşıyalar; buna hiçbir yanıtları yok, aynı şekilde polisin de yok.
Ortaya çıkan tablo ise korkunç. İngiltere’deki her beş çiftlikten biri 2005 ile 2015 yılları arasında kapandı ve bunların üçte biri küçük çiftlik olarak sınıflandırıldı. Eğilimler devam ederse, İngiliz aile çiftlikleri önümüzdeki 30 yıl içinde neredeyse yok olabilir ve onlarla birlikte destekledikleri kırsal topluluklar ve yarattıkları manzara da yok olabilir.
Raporda da belirtildiği üzere bu hikâye, İngiliz toplumunun her kesiminden tanıdık bir hikâye: “Serbest ticaret ve açık işgücü piyasaları eğitim ve inovasyona yapılan yatırımları caydırdı, aşırı genişlemiş küresel tedarik zincirlerine olan bağımlılığımızı artırdı, gıda üreticilerini sürdürülebilirlik yerine verime öncelik vermeye zorladı ve kırsal alanlarımızın büyük bölümünü yabancı mülkiyetine sattı.” Kentlerde olduğu gibi, aileleri nesillerdir orada yaşayanların ayaklarının altındaki zemin aşınmaya başladı. Diğerleri başka çıkarlar ve önceliklerle, daha fazla parayla ve geleneksel yaşam biçimlerine çok az aşinalıkla buraya taşınıyor.
SDP, durumu ele almak için bir dizi yarı radikal, devletçi tedbirler öneriyor. Şart Kooperatifleri ve Bölgesel Pazarlama Kurullarının küçük ölçekli üreticilere daha fazla ağırlık vermesini istiyor. Çiftçileri aniden istenmeyen ürünlerle baş başa bırakan uygulamaları önlemek için süpermarketler için bağımsız bir düzenleyici kurum istiyor. Britanya kırsalının korunmasına yönelik bir kraliyet komisyonu kurulmasını istiyor. Tarım emekçileri için uygun fiyatlı konutlar ayrılmasını istiyor. Ve rutin antibiyotik kullanımı, televizyonda ve internetteki abur cubur reklamları ve Birleşik Krallık’ın çevre ve hayvan refahı standartlarına göre üretilmeyen yiyecek ve içeceklerin ithalatı gibi bazı şeylerin yasaklanmasını istiyor.
Tüm bunlar düzen partileriyle büyük bir tezat oluşturuyor; belki de daha küçük bir partinin klasik rolünü oynayarak bir konuda tekneyi dışarı itiyor ve diğerlerinin daha sonra atlamasını kolaylaştırıyor. Kırsal bölgelerde artan alarmın ortasında, Rishi Sunak son zamanlarda yeni bir hibe programı ve gıda güvenliği endeksi ile geldi, fakat bu daha çok anketlerin ve manşetlerin ayarına göre dans etmek, huzursuz yerlilerin bir başka grubunu yatıştırma amaçlı umutsuz bir eylem gibi görünüyor.
Nihayetinde Muhafazakâr Parti’nin toprak ve çiftçilik konusundaki tutumu, daha geniş iktisadi varsayımlarına ve özellikle finans ve emlak geliştirme gibi küresel ölçekli ve kentsel kökenli sektörlerden beslenen çıkar gruplarına boyun eğiyor. Britanya topraklarına “UK plc” ya da Atlantik Bölgesi Üretim Birimi No. 325, yani üzerinde yaşayan insanların salahiyeti için değil, maksadı hissedarların getirilerini maksimize etmek olan bir işletme olarak yönetilmesi gereken bir yer muamelesi yapıyorlar. Bugünün Muhafazakârları araziyi öncelikle piyasa güçlerine açık ekonomik bir kaynak olarak görüyor. Eğer ekonomik olarak para etmiyorsa, o zaman onu, belki de onları beslemeye çalışmak yerine artan nüfus için evler inşa ederek daha iyi değerlendirebilecek birine satılmalıdır. Bu bakış açısına göre rekabet, ticaret ve kalkınma sorunları zaman içinde doğal olarak çözecektir.
Ancak bu açıklama, çiftçilere ve yaptıkları işe, gıdanın kökenlerine ve kırsal topluma ilişkin her türlü özel değerlemeden kopuk. Toprağı, daha geniş bir anlamı olmayan, alınıp satılabilir bir varlık olarak görmektedir. Ve en acil, görünür maliyetleri, sayıları nispeten az olan ve/veya nispeten az lobi gücüne sahip olan yerlere ve en ucuz gıdayı arayan aile çiftçileri ve işçi sınıfı tüketiciler gibi insanlara yükleniyor. Eğer bu yaklaşım daha fazla tarım arazisinin tarımsal kullanımdan çıkarılması anlamına geliyorsa, öyle olsun. Küresel Britanya bu açığı Brexit sonrası ticaret anlaşmalarının bir sonucu olarak daha ucuz ithalatla kapatacaktır. Bu, Britanya’nın Glazerizasyonu olarak adlandırabileceğimiz daha geniş bir neoliberalizm hikayesinin bir parçası; ülke toprakları, Manchester United’ın Florida’daki Glazer ailesi için yaptığı gibi, gelir için yararlanılacak uzak bir kaynak olarak, yaşayanlar ve nefes alanlar için anlam ve önemine atıfta bulunulmadan hizmet veriyor.
Buna karşın SDP’nin Yeşil Kitap’ı, sahadaki gerçekliğin canlandıran bir hatırlatıcısı. Kitapta örneğin, “nüfus yoğunluğunun 2000 yılından bu yana yüzde 15’in üzerinde arttığına ve artmaya devam edeceğinin tahmin edildiğine” atıfta bulunuyor. Basitçe söylemek gerekirse, pek çok ilerici kampanyacının son yıllarda bizi uyardığı üzere İngiltere, Atlantik Okyanusu’nda sürüklenen küçük yağmurlu bir adadır: alanımız kesinlikle sınırlı. Yalnızca İngiltere’nin nüfusu 2011 ve 2021 yılları arasında yüzde 6,5 oranında artarak tahmini 56 milyon 536 bine ulaştı ve ülkenin nüfus yoğunluğu kilometrekare başına 434 oldu. Avrupa’da sadece küçük Malta ve düz Hollanda daha büyük bir yoğunluğa sahip.
Yine de yöneticilerimiz, düşünce kuruluşları ve hatta aynı kampanyacılar bölgeye sanki sınırsızmış gibi davranıyor. Daha fazla işçiye, daha fazla konuta, daha fazla enerji üretimine ve iletimine, daha fazla su deposuna, daha fazla karayoluna ve demiryoluna, okullara, hastanelere ve pratisyen hekim muayenehanelerine ihtiyacımız var. Daha fazla fabrikaya ve dağıtım merkezine, daha fazla teknoloji merkezine ve diğerlerine ihtiyacımız var. Ayrıca daha fazla ağaca ve vahşi yaşamın daha iyi korunmasına ihtiyacımız var.
Tüm bunlar arazi gerektiriyor. Ancak küçük ve halihazırda kalabalık olan bir arazi parçasında birbirleriyle rekabet halindeler. Bu yüzden seçimler yapılmalı. Ama nasıl?
Şu anda bu kararlar piyasa, yerel ve ulusal karar alma mekanizmalarının tutarsız bir kombinasyonu ile alınıyor ve planlar birbirinden bağımsız olarak imzalanıyor. Fakat arazi kullanımının piyasaya bırakılması ve mevcut izole devlet müdahaleleri, belirli yaşam ve topluluk türlerinin yok olması anlamına geliyor. Etrafta sadece çok fazla sevgi var. Aynı şey arazi için de geçerli. Çiftçilerin ve kırsal toplulukların çıkarlarına ve görüşlerine daha fazla ağırlık vermek, şu anda daha fazla öneme sahip olan diğerlerinin çıkarlarını azaltmak anlamına gelir.
Böyle bir yeniden tahsisi haklı çıkarmak için ciddi bir politika ve aynı zamanda ciddi bir stratejik düşünce gerekecektir. Enerji, su ve gıda tedarikini düşünmeden, hızla artan nüfusu barındırmak gibi bir dizi ihtiyacı karşılamak için acele etmek yerine, sınırlı arazimizin ne için olduğuna karar vermeli ve bunu paylaştırmak için gereken adımları atmalıyız. Önceliklerimizin neler olduğunu ve bunları nasıl karşılayacağımızı ortaya koyacak kapsamlı bir arazi stratejisine, büyük bir çalışmaya ihtiyacımız var. “Birleştirilmiş hükümet” Westminster’da biraz şaka gibi bir terim ama şimdi gerçekten bunun zamanı geldi.
Tabii ki, bu onu alacağımız anlamına gelmiyor. Her ne kadar İşçi Partisi başbakanlığın perdelerini aralıyor olsa da Galler’deki yönetimine karşı çiftçiler tarafından yapılan son protestolar, partide kırsal kesimle ilgili kaygılara dönük göreceli bir anlayış ve ilgi eksikliğine işaret ediyor. Hakikaten de İşçi Partisi kırsal kesimin çıkarlarından ve ritminden Muhafazakârlardan bile daha kopuk görünüyor. Eğer kırsal kesimdeki seçmenler seslerini duyurmak istiyorlarsa, isyanlarını sürdürmeleri gerekecek gibi görünüyor ve belki de düzen partilerini tamamen terk etmek isteyebilirler.