AB karteli çiftçileri ezmek üzere tasarlanmıştı
"Bugün sanayisizleşme Almanya'da bile hızla ilerlerken, zengin çiftçilerin cömert sübvansiyonlarını ödemesi gereken asli, pan-Avrupa sanayi karteli de düşüşte."
Çevirmenin notu: Avrupa’nın doğusundan batısına yayılan çiftçi protestoları bir aydır Brüksel’i tedirgin ediyor. En büyük protestolar, AB liderliği tarafından alınan bir dizi kararın sonucu olarak Ocak 2024’te başladı. Avrupa Komisyonu’nun Ukrayna ile kolaylaştırılmış dış ticaret rejimini bir yıl süreyle uzatma kararı, yani Ukrayna’nın AB ülkelerine ihracatında gümrük vergilerinin ve kotaların tek taraflı olarak iptal edilmesi, şiddetli muhalefete neden oldu. Ukrayna’dan ucuz ürünlerin ithal edilmesi ve ucuz işgücü göçü durumun daha da kötüleşmesine neden oldu. Brüksel’in Ukrayna’ya 50 milyar avro tahsis etmesi de bu duruma katkıda bulundu.
Aşağıda tercümesi verilen makalede de dikkat çekildiği üzere, 2023-2027 dönemini kapsayan yeni AB Ortak Tarım Politikasının yürürlüğe girmesi ve Avrupa Komisyonu’nun yeşil politikanın uygulanmasına yönelik finansman koşulları çiftçilerin hoşnutsuzluğunu artırdı. 2021-2027 AB bütçesinde tarım için 386,6 milyar avro ayrılmış olup bu miktar, çiftçilere gelir desteği sağlayan Avrupa Tarımsal Garanti Fonu (EAGF) için 291,1 milyar avro ve doğal kaynak yönetimi ve iklim değişikliği finansmanını içeren Tarımsal Kırsal Kalkınma Fonu (EAFRD) için 95,5 milyar avro şeklinde iki kısma ayrılmıştı. 2023 yılında Ortak Tarım Politikası, AB Yeşil Mutabakatı ve dijital geçiş hedeflerini karşılamak üzere EAFRD fonunu 8,1 milyar avro artıracak şekilde revize edildi. Her AB ülkesi, gelir sübvansiyonları, kırsal kalkınma ve destek seviyelerini piyasa verimliliğiyle ilişkilendiren kendi planını geliştirdi. Kâğıt üzerinde bu planlar çatışmaya yol açmadı, ancak nakit sübvansiyonlarda artış gerektiren “yeşil” politikanın finansmanı ve Ukrayna’ya dört yıllık 50 milyar avroluk bir dilimin tahsis edilmesi (ki bu tüm Fransız çiftçilere yapılandan daha fazla yardım anlamına geliyor) Fransa ve diğer AB ülkelerindeki çiftçilerin sert tepkisine neden oldu.
Avrupalı çiftçilerin mevcut protestoları, halkın ihtiyaçları ile küresel düzeyde kararlar alan yönetici zümre arasında giderek büyüyen bir uçurum olduğunu teyit ediyor. Avrupalı çiftçilerin uzun süreli grev ve protestolarının sonucunda ne beklenebileceği sorusu ortaya çıkıyor. Her ülkenin protestoları kontrol altına almak için kendi tedbirlerini alması ve bu tedbirlerin kısmen AB’nin Ortak Tarım Politikası ile çatışması güçlü ihtimal. Daha şimdiden Fransız ve Alman makamlarının, çiftçilerin en keskin taleplerinin hangi koşullar altında karşılanabileceğini tartıştıklarına dair belirtiler mevcut. Görünüşe göre, çiftçilerin yüksek dizel fiyatlarından kaynaklanan kayıplarını azaltmak için devlet bütçelerinden ilave fonlar tahsis edilecek. Ancak Ukrayna’dan yapılan ihracata kısıtlama getirileceğini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.
AB karteli çiftçileri ezmek üzere tasarlanmıştı
Kırsal kesim emekçilerinin hiç şansı yoktu
Yanis Varoufakis
19 Şubat 2024
Teselya’dan altıncı kuşak bir çiftçi olan Manos’tan, parlamento önünde kamp kurmak için traktörünü neden 400 kilometre Atina’ya götürmeye hazır olduğunu açıklamasını istediğimde bana açıkça şunu söyledi: “Eğer bunu yapmazsam, çiftliğim de yakında köy okulumuz, kooperatifimiz, postanemiz ve banka şubemiz gibi unutulup gidecek.”
Onun hikayesi ne yeni ne de Yunanistan’la sınırlı. Özellikle Fransız çiftçilerin yolları kapatmasına ve kendi topraklarına dönmeden önce politikacılardan ciddi bir bedel talep etmesine alışkınız. Zaman zaman Brüksel’de de etkileyici gösteriler düzenleniyor. 2012 yılında çok uluslu bir çiftçi koalisyonunun AB’nin süt kotalarındaki kesintileri protesto etmek amacıyla Avrupa Parlamentosu’na tonlarca süt püskürtmesi gibi.
Çiftçi protestolarının bu son turunda yeni olan şey, başkentlerimizde sokaklara dökülenlerin sadece olağan şüpheliler olmaması. Televizyon ekranlarımız Polonya’dan İrlanda’ya kadar Avrupa Birliği’nin dört bir yanında harekete geçen çiftçileri gösteriyor. Geleneksel olarak Greko-Latin meslektaşlarına göre çok daha varlıklı olan Alman ve Hollandalı çiftçilerin şu anda tanık olduğumuz tutkuyla ve sayılarla kentlerimize girmesine alışık değiliz.
Hollandalı ya da Alman çiftçilere neden isyan ettiklerini sorarsanız, verecekleri yanıt Manos’un bana verdiği yanıta benzer olacaktır; size yaşam biçimlerinin, toprağı işlemeye devam etme kapasitelerinin tehlikede olduğunu söyleyeceklerdir. Ben onlara inanıyorum. Fakat İngiliz çiftçiler de varoluşsal bir tehditle karşı karşıya ve otoyolları kapatmıyorlar. Birleşik Krallık’taki meyve ve sebze yetiştiricilerinin neredeyse yarısı ve süt ürünleri çiftçilerinin üçte biri iki yıldan kısa bir süre içinde iflasla karşı karşıya. Peki neden Piccadilly’yi kapatmıyorlar ya da öfkeyle Trafalgar Meydanı’nı işgal etmiyorlar? Kültürel farklılıklar rol oynayabilir ama AB’nin yapısal özelliklerinden birisi, Avrupalı çiftçiler isyan ederken İngiliz çiftçilerin neden etmediğini açıklıyor.
Teoride serbest piyasa liberalizminden ibaret olan AB, hayatına özünde çok uluslu bir bürokrasi aracılığıyla fiyatları ve üretimi açıkça ve yasal olarak kontrol eden kömür ve çelik üreticilerinden oluşan bir kartel olarak başlamıştı. İlk Avrupa Komisyonu olan bu bürokrasi, ulusal parlamentoların ve demokratik süreçlerin yerine geçecek yasal ve siyasi yetkilerle donatılmıştı. Komisyonun ilk görevi, üye ülkeler arasında çelik ve kömürün dolaşımı ve ticareti üzerindeki tüm kısıtlamaları kaldırmak oldu. Nihayetinde, ürünleri sınırlarda durdurulup vergilendirilen bir sınır ötesi kartelin ne anlamı olabilirdi ki? Brüksel’in ikinci adımı, kartelin kapsamını kömür ve çeliğin ötesine taşıyarak elektrikli eşya endüstrisini, otomobil üreticilerini ve elbette ki bankacılığı da içine almak oldu. Üçüncü adım, imalatçılara uygulanan gümrük vergileri kaldırıldıktan sonra, tüm gümrük vergilerini kaldırmaktı.
Ne yazık ki bu, diğer şeylerin yanı sıra, Fransız ve Alman çiftçiler için ithal süt, peynir ve şaraptan kaynaklanan sınırsız rekabet anlamına geliyordu. Brüksel bu daha büyük, daha zengin ve dolayısıyla siyasi olarak daha güçlü çiftçilerin Avrupa serbest ticaret bölgesine rıza göstermesini nasıl sağlayabilirdi? Onlara ağır sanayi kartelinin tekel kârlarından bir parça vererek.
Ortak Tarım Politikası (OTP) tam olarak buydu. Bunu bugünkü AB’yi kuran Roma Antlaşmasında görebilirsiniz; bu, Avrupa’nın ağır sanayi karteli ile kıtanın varlıklı çiftçileri arasında yapılan bir sözleşme ve buna göre Avrupa bütçesinin en büyük kısmı, birinciler tarafından yaratılıp ikincilerin üzerine serpilecektir. AB, 2021 yılında OTP için 378 milyar avro ayırdı, yani 2021-2027 arasındaki altı yıllık dönemdeki toplam bütçesinin yüzde 31,8’i. Bu dağ gibi avronun yaklaşık yüzde 80’i Avrupa çiftçilerinin en zengin yüzde 20’sinin cebine giriyor. İşin kötüsü, bir çıkış yolu görmek de zor; bu akıl almaz meblağlar ve bunların eşitsiz dağılımı, bize ilk AB’yi veren ellili yılların ortalarındaki anlaşmaya dayanıyor ve AB’nin yapısına nakşedilmiş durumda.
Bu eşitsiz dağılım “verimlilik” iddialarıyla meşrulaştırıldı. Büyük toprak sahipleri, ekilen dönüm başına ya da tarım işçisi başına çok daha kârlı. Örneğin Financial Times’a göre, 2021 yılında her bir ilave işçi, küçük bir çiftliğin (toplam üretim değeri 4 bin ila 25 bin avro arasında olan bir çiftlik olarak tanımlanıyor) net değerini yaklaşık 7 bin avro artırdı. Buna karşılık, ilave bir işçi büyük bir çiftliğin (yarım milyon avrodan fazla üretim yapan bir çiftlik) net değerini 55 bin avro artırdı.
Sonuç olarak, geleneksel olarak Avrupa’nın güneyindeki çiftçilerin çoğu —tarım arazilerinin örneğin Almanya veya Hollanda’dakinden çok daha küçük olduğu Fransa’nın büyük bir kısmı da dahil olmak üzere— zor zor hayatta kaldı. Bu arada, kuzeydeki meslektaşları kayda değer kârlara, kaynaklara ve sübvansiyonlara hükmediyordu.
Bu durum Yunan, İspanyol, güney İtalyalı ve Fransız çiftçilerin neden her zaman en büyük yol kapatmaları gerçekleştirme eğilimine sahip olduklarını da açıklıyor; altmış yıl önce çıkarlarına hizmet etmeyen bir anlaşma yapmışlardı. Ancak bugün, sanayisizleşme Almanya’da bile hızla ilerlerken, zengin çiftçilerin cömert sübvansiyonlarını ödemesi gereken asli, pan-Avrupa sanayi karteli de düşüşte.
Manos gibi çiftçiler ise eski sorunlar ve yeni felaketlerin bir araya gelmesinden zarar görüyor. Geçtiğimiz sonbaharda Daniel Fırtınası, Libya’da binlerce insanı boğmak için güneye inmeden önce, arazisini metrelerce suya batırarak tüm ekipmanlarını yok ettiğinde iklim krizi vadisini ziyaret etmişti. Yunanistan’daki bürokrasinin alışılagelmiş, gülünç derecede uzun gecikmeleri, sigorta şirketlerinin Manos’un yardımına yetişmekte yavaş davranmasını beraberinde getirdi.
Ancak akranları arasındaki hoşnutsuzluğun daha da çirkin sebeplerinden biri, çok sayıda akbaba fonunun1 çiftliklere toplu olarak el koyması. Yunanistan’ın uzun süredir devam eden iflasını fırsat bilen bu fonlar, arazileri açık artırmayla satmadan önce çiftçilerin sorunlu kredilerini avro başına beş sentten satın almak için ülkeye girdiler. Bu şekilde oligarşik çıkar çevreleri verimli tarım arazilerini ele geçiriyor ve Brüksel’den aldıkları hibe ve kredilerle bu arazileri güneş panelleriyle kaplıyorlar. Çiftçiler ve kentli Yunanlılar daha sonra bu panellerin ürettiği elektriğe servet ödüyorlar. Ve çiftçiler ezildikçe, yerli gıda kaynakları da kıtlaşıyor.
Şimdi benzer hikayeler AB’nin daha zengin bölgelerinde, Hollanda ve Almanya’da da yaşanıyor. Burada üç ana tetikleyici var. Birincisi, eskiden kamuya ait olan elektrik hizmetlerini Hollanda müzayede evlerinin ardına saklanan özel kartele teslim eden AB, çiftçileri enerji spekülatörleri ve rantçıların doymak bilmez iştahından korumak için hiçbir şey yapmıyor. İkinci olarak, çiftçilerin en ufak bir yardım için, hatta traktörleriyle yanlarından geçerken dalları gözlerine batan bir ağacı budama hakkı için bile başvurmadan önce katlanmak zorunda oldukları bürokratik kâbus var. Üçüncüsü, Ukrayna; yalnızca artan yakıt maliyetleri ve tek başına geçen yıl 13 milyar avro değerindeki “dayanışma” ithalatının yarattığı rekabet değil, daha da önemlisi, savaştan zarar gören ülkenin AB’ye katılması durumunda, Polonya da dahil olmak üzere şu anda ortak tarım politikası fonlarının net alıcısı olan çoğu ülkenin net katılımcısı haline geleceği ve bunun yükünü çiftçilerinin çekeceği beklentisi.
Ve tabii bir de odadaki iki fil var. Birincisi AB’nin Yeşil Mutabakatı2. Brüksel, çevre konusunda doğru sesler çıkarıyor, acil yeşil eylem talep ediyor ama bunun için ödeme yapma kabiliyetinden yoksun. Hollandalı çiftçilerin tartışma konusunu ele alalım; su tablasındaki nitratların açık ve mevcut tehlikesi ele alınmalı. Onlarca yıl bu soruna göz yumduktan sonra, Brüksel’in baskısıyla hükümetleri aniden Hollandalı çiftçilerden diğer tedbirlerin yanı sıra her üç inekten birini “ortadan kaldırarak” bu sorunu çözmelerini talep etti.
Daha da içinden çıkılmaz olan ikinci ve daha büyük bir fil var: Avrupa’nın 15 yıllık ekonomik çöküşü, bana göre tamamen avro krizinin anlamsız bir şekilde ele alınmasıyla açıklanabilir. Bu çöküş kıtanın neden sanayisizleştiğini de açıklıyor. Bu, Ortak Tarım Politikasının Avrupa’nın sanayi ve tarım kartelleri arasında ellili yıllardan kalma orijinal anlaşmaya artık neden uyamadığını da açıklıyor. AB’nin Yeşil Mutabakatının bir başka Potemkin köyü3, AB’nin daha yakından incelendiğinde çözülen büyük rakamlar açıklama tutkusunun bir başka ürünü olmasının nedeni de bu.
Akbaba fonu, sıkıntılı menkul kıymetler olarak bilinen, çok zayıf veya temerrüde düşmüş olduğu düşünülen borçlara yatırım yapan risk fonu, özel sermaye fonu veya sıkıntılı borç fonlarını tanımlıyor. Fondaki yatırımcılar, ikincil piyasada indirimli bir fiyattan borç satın alarak ve daha sonra borcu satın alma fiyatından daha büyük bir miktara satmak için çeşitli yöntemler kullanarak kâr elde ederler. Borçlular arasında şirketler, ülkeler ve bireyler bulunur. (ç.n.)
Yeşil Mutabakat, Ursula von der Leyen AB Komisyonu şefiyken yürürlüğe kondu. Ve iklim değişikliğiyle mücadele için bir trilyon avro bütçe ayrıldı. Bu para; rüzgâr türbinleri, güneş sistemleri, elektrikli arabalar için şarj istasyonları, bina yalıtımı, enerji verimliliği vb. projeleri uygulayacak şirketlere gidecekti. Ancak fon, AB ve ABD’nin iddialı programlarının uygulanması halinde iklim değişikliğine karşı “mücadelede” uzun vadede büyük paralar kazanacak şirketlere yatırım yaptı. Bill Gates, 2015 yılında diğer milyarderlerle (Jeff Bezos, Mike Bloomberg, Richard Branson, George Soros ve Mark Zuckerberg dahil) Breakthrough Energy yatırım fonunu kurdu. Brüksel ile Breakthrough Energy arasında bir ortaklık ilan edildi; yani ayrılan bir trilyon euronun akacağı yer tebliğ edildi. (ç.n.)
Dışarından etkileyici görünüp özünde çok iyi olmayan yapı/durum. (ç.n.)