Mearsheimer ve Rosato: Rusya'nın işgali rasyonel bir eylemdi
"Rusya'nın işgal kararı yalnız bir kurt tarafından verilen ani bir tepki değil, müzakereye dayalı bir sürecin ürünüydü."
Çevirmenin notu: RAND Corporation, pek çok örnek olayda da görüldüğü üzere, Amerikan dış politikasını fiilen yazan güçlü bir think-tank kuruluşu. Kurum, 2019 yılında “Rusya’yı genişletmek, avantajlı zeminden rekabet” başlıklı bir çalışma yayımladı ve bu çalışmada, ABD’nin Rusya’yı nasıl zorlayabileceği ve zayıflatabileceği toplam 354 sayfa boyunca detaylı biçimde sıralandı. Son yıllarda yaşanan hadiseler, RAND’ın “önerdiği” neredeyse her şeyin uygulandığını gösteriyor.
RAND, 2019’da net bir sonuca varmış, bunları ABD’nin Ukrayna’daki hedefleri yaptırımlarla Rusya’nın ekonomisini çökertmek, tecrit etmek ve mümkünse Rusya’yı Ukrayna’da askeri bir yenilgiye uğratmak şeklinde sıralamıştı.
Ayrıca RAND, bu yılın ocak ayında tüm bu hedeflere ulaşılamadığını ve öngörülebilir gelecekte de ulaşılamayacağını belirtti. Kuruma göre ABD, Rusya’ya karşı, “belirlediği hedeflere ulaşamayacağı ve son derece maliyetli bir vekalet savaşında sıkışıp kaldı.” RAND, ABD’nin Ukrayna’yı desteklemeye devam etmenin ABD’ye fayda sağlamadığı gibi kendi adına yıkıcı olduğunu da açıkça ifade etti.
Dolayısıyla RAND, “Ukrayna macerasından bir çıkış yolu aranmasını” tavsiye ediyordu. İlerleyen aylarda da tam olarak bunun yaşandığı görülebilir, zira bugün Rusya ile müzakerelerden bahsediliyor, hatta eski Ukrayna topraklarının Rusya’ya bırakılması bile önerildi ve Moskova’nın askeri müdahalesinin ana nedeni olan Kiev’in NATO üyeliği fiilen masadan kalktı. Bu tam da RAND’ın ocak ayında Rusya ile yıkıcı vekalet savaşını sona erdirmek üzere önerdiği şeydi.
Foreign Affairs: Washington'un Ukrayna'da sona ihtiyacı var
"Müzakereler gerekli olacağından ancak bir çözüm söz konusu olmadığından, en makul olanı nihai bir ateşkes anlaşmasıdır."
Görünen o ki ABD ve NATO müttefikleri, Rusya ile beklenenden daha hızlı bir şekilde “üzerinde müzakere edilmiş bir çözüm” bulunması konusunda baskı altına giriyor. Ve bir mesele de şu ki Ukrayna’nın askeri gücü tükenmişe benziyor, zira başarısız karşı taarruz on binlerce Ukraynalı askere ve Batı silahına mal oldu.
Ukrayna’nın haziranda rötarlı olarak başlattığı karşı taarruzun ilk hamlesi Zaporijya oblsatı olacaktı, zira Ukrayna burada Kırım’a kadar ilerleyebilmeyi umuyordu ki bu aynı zamanda Herson oblastındaki Rus kuvvetlerinin ikmalini de kesecekti. Batı’nın umudu, o dönemde Rusya ile güçlü bir konumdan müzakere etmenin ve Moskova’dan geniş kapsamlı tavizler talep etmenin mümkün olabileceği yönündeydi.
Bilindiği üzere işler başka türlü gelişti ve taarruz, artık adlı adınca fiyaskoya dönüştü.
Fakat Batı, henüz daha başarısız taarruzun devamı yönünde bahis oynuyor. Aşağıda tercümesi verilen yazı, Ukrayna’da eninde sonunda savaş çıkacağı yönündeki tahmini doğru çıkan ve Washington yönetiminin dış politika tercihlerine son derece eleştirel bakan, “saldırgan realizm” teorisinin sahibi Chicago Üniversitesi Profesörü John Mearsheimer ve Notre Dame Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Sebastian Rosato’nun kitabı How States Think: The Rationality of Foreign Policy’den derlenerek Unherd portalında yayımlandı. Mearsheimer ve Rosato, 2022 yılı boyunca gazeteci, yazar ve akademisyenlerin afaroz edilmesine neden olan, Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahale başlatma kararının NATO’nun genişleme tehdidinin bir sonucu ve dolayısıyla rasyonel olduğu görüşünü, tarihsel örneklerle izah ediyor.
Rusya’nın işgali rasyonel bir eylemdi
John Mearsheimer, Sebastian Rosato
14 Eylül 2023
Putin’i ciddiye almak Batı’nın çıkarına
Batı’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgal etme kararının rasyonel bir eylem olmadığına inanılıyor. İşgalin arifesinde dönemin Britanya Başbakanı Boris Johnson, belki de ABD ve müttefiklerinin “irrasyonel bir aktörü caydırmak için yeterince şey yapmadığını, şu anda Vladimir Putin’in muhtemelen bu konuda mantıksız düşündüğünü ve önündeki felaketi görmediğini kabul etmemiz gerektiğini” öne sürmüştü. ABD’li senatör Mitt Romney de savaş başladıktan sonra benzer bir noktaya dikkat çekerek “Putin Ukrayna’yı işgal ederek mantıksız ve özyıkımcı kararlar alabileceğini ispatladı,” demişti. Her iki ifadenin altında yatan varsayım, rasyonel liderlerin ancak kazanma ihtimalleri varsa savaş başlattıkları. Putin, kaybetmeye mahkûm olduğu bir savaşı başlatarak rasyonel olmadığını gösterdi.
Diğer eleştirmenler ise Putin’in temel bir uluslararası normu ihlal ettiği için rasyonel olmadığını savunuyor. Bu görüşe göre, savaşa girmenin ahlaki açıdan kabul edilebilir tek nedeni meşru müdafaadır, oysa Ukrayna’nın işgali bir fetih savaşıydı. Rusya uzmanı Nina Hruşçova, “Bay Putin’in sebepsiz saldırısıyla uzun bir irrasyonel tiranlar silsilesine katıldığını” ve “Rusya’nın kendi etki alanı açıkça tanımlanmış büyük bir güç olarak statüsünü geri kazanma konusundaki ego güdümlü takıntısına yenik düştüğünü” ileri sürmüştü. Vanity Fair’den Bess Levin, Rusya Devlet Başkanı’nı “güce aç bir megaloman” olarak tanımlarken, Britanya’nın eski Moskova Büyükelçisi Tony Brenton, işgalin Putin’in bir zamanlar olduğu gibi “rasyonel bir aktör” değil, “dengesiz bir otokrat” olduğunun ispatı olduğunu iddia etmişti.
Bu iddiaların tamamı, sezgisel olarak makul ama nihayetinde kusurlu olan yaygın rasyonalite anlayışlarına dayanıyor. Pek çok insanın düşündüğünün aksine, rasyonelliği başarı, rasyonel olmamayı da başarısızlıkla eş tutamayız. Rasyonellik sonuçlarla ilgili değildir. Rasyonel aktörler genelde hedeflerine aptalca düşündükleri için değil, öngöremedikleri ya da kontrol edemedikleri faktörler nedeniyle ulaşamazlar. Ayrıca, her iki niteliğin de aydınlanmış fikriyatın özellikleri olduğu düşünüldüğünden, rasyonaliteyi ahlakla eşitleme yönünde güçlü bir eğilim söz konusu. Fakat bu da bir hata. Rasyonel politikalar yaygın olarak kabul gören davranış standartlarını ihlal edebilir ve hatta ölümcül derecede adaletsiz olabilir.
Peki uluslararası politikada “rasyonalite” nedir? Şaşırtıcı bir şekilde, akademik literatür iyi bir tanım sunmuyor. Bizim için rasyonalite, belirli hedeflere nasıl ulaşılacağına karar verme konusunda dünyayı anlamlandırmak, yani onun nasıl ve neden işlediğini öğrenmekle ilgili. Hem bireysel hem de kolektif bir boyutu var. Rasyonel karar alıcılar teori odaklıdır; homo theoreticus’turlar. Uluslararası sistemin işleyişi hakkında güvenilir teorilere —gerçekçi varsayımlara dayanan ve önemli kanıtlarla desteklenen mantıklı açıklamalar— sahiptirler ve içinde bulundukları durumu anlamak ve en iyi nasıl yönlendireceklerini belirlemek için bunları kullanırlar. Rasyonel devletler, kilit karar alıcıların görüşlerini, sağlam ve sınır tanımayan tartışmaların damgasını vurduğu müzakereci bir süreç aracılığıyla bir araya getirirler.
Tüm bunlar Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme kararının rasyonel olduğu anlamına geliyor. Rus liderlerin inandırıcı bir teoriye dayandığını aklınıza getirin. Çoğu yorumcu bu iddiaya karşı çıkarak Putin’in Ukrayna’yı ve Doğu Avrupa’daki diğer ülkeleri fethederek daha büyük bir Rus imparatorluğu kurmayı amaçladığını, bunun Ruslar arasında nostaljik bir özlemi tatmin edeceğini ama modern dünyada stratejik bir anlam ifade etmediğini iddia ediyor. Başkan Joe Biden, Putin’in “tüm Rusça konuşanları birleştiren Rusya’nın lideri olmayı arzuladığını” savunuyor: “Yani... Ben bunun mantıksız olduğunu düşünüyorum.” Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster şöyle diyor: “Onun rasyonel bir aktör olduğunu düşünmüyorum, zira korkuyor, değil mi? Her şeyden çok yapmak istediği şey Rusya’yı yeniden ulusal büyüklüğüne kavuşturmak. Bunun için çalışıyor.”
Fakat Putin ve danışmanlarının, Batı’nın Ukrayna’yı Rusya’nın sınırında bir siper haline getirme çabalarını, ayakta kalmasına izin verilemeyecek varoluşsal bir tehdit olarak görerek, doğrudan güç dengesi teorisi açısından düşündüklerine dair sağlam deliller var. Rusya Devlet Başkanı, savaş kararını açıkladığı konuşmasında bu mantığı ortaya koymuştu: “NATO’nun doğuya doğru genişlemesiyle birlikte Rusya için durum her geçen yıl daha da kötüleşiyor ve tehlikeli bir hal alıyor... Bu gelişmelere seyirci kalamayız. Bu bizim açımızdan kesinlikle sorumsuzca bir davranış olur.” Sözlerine şöyle devam etti: “Bu yalnızca çıkarlarımıza değil, aynı zamanda devletimizin varlığına ve egemenliğine yönelik çok gerçek bir tehdittir. Bu, pek çok kez bahsettiğimiz kırmızı çizgidir. Onlar bunu aştılar.”
Başka bir deyişle Putin için bu, güç dengesinde olumsuz bir değişimi önlemeyi amaçlayan bir meşru müdafaa savaşıydı. Putin’in Ukrayna’nın tamamını fethetmek ve büyük Rusya’ya katmak gibi bir niyeti yoktu. Nitekim, Rusya-Ukrayna ilişkilerine dair meşhur tarihi açıklamasında “Ruslar ve Ukraynalılar tek bir halktı, tek bir bütündü,” iddiasında bulunurken bile, aynı zamanda şunu da beyan etti: “Ukraynalıların ülkelerini özgür, güvenli ve müreffeh görme arzularına saygı duyuyoruz... Ukrayna’ya ne olacağına ise kendi vatandaşları karar verecektir.” Bunların hiçbiri savaş başladığından bu yana amaçlarının açıkça genişlediğini inkâr etmek anlamına gelmiyor, fakat savaşlar ilerledikçe ve koşullar değiştikçe bu pek de alışılmadık bir durum değil.
Merkel, Ukrayna savaşı ve Minsk sahtekârları
"Maydan darbesi, Ukrayna'yı Merkel'in lebensraum'u haline getirdi; Avrupa Birliği ve NATO ittifakı üyeliği bunun günümüzdeki adı."
Moskova’nın sınırlarında artan tehditle agresif diplomasi yoluyla başa çıkmaya çalıştığını ama ABD ve müttefiklerinin Rusya’nın güvenlik kaygılarını karşılamakta isteksiz olduğunu belirtmek gerekir. 17 Aralık 2021’de Rusya, büyüyen krizi çözmek için tarafsız bir Ukrayna ve NATO güçlerinin Doğu Avrupa’dan 1997’deki pozisyonlarına çekilmesini öngören bir teklif sunmuştu. Ancak ABD bu teklifi elinin tersiyle itti.
Durum böyle olunca Putin, analistlerin Rus ordusunun Ukrayna’yı ele geçirmesiyle sonuçlanmasını beklediği savaşı tercih etti. Washington Post’tan David Ignatius, işgalden hemen önce ABD’li yetkililerin görüşlerini aktarırken Rusya’nın “bu savaşın ilk, taktik aşamasını hızla kazanacağını” yazmıştı: “Rusya'nın Ukrayna sınırları boyunca dizdiği büyük ordu muhtemelen birkaç gün içinde başkent Kiev’i ele geçirebilir ve bir haftadan biraz daha uzun bir süre içinde ülkeyi kontrol edebilir.” Hakikaten de istihbarat camiası Beyaz Saray’a “Rusya’nın Ukrayna ordusunu hızla ezerek birkaç gün içinde kazanacağını” söylemişti. Elbette bu değerlendirmelerin yanlış olduğu ortaya çıktı ama belirsiz bir dünyada faaliyet gösterdikleri için rasyonel karar alıcılar bile bazen yanlış hesap yapabiliyor.
Rusya’nın işgal kararı da yalnız bir kurt tarafından verilen ani bir tepki değil, müzakereye dayalı bir sürecin ürünüydü. Yine pek çok gözlemci bu noktaya itiraz etmekte ve Putin’in, imparatorluğa dönük pervasız girişimine karşı tavsiyelerde bulunabilecek sivil ve askeri danışmanlardan ciddi bir girdi almadan hareket ettiğini savunuyor. Senato İstihbarat Komisyonu Başkanı Senatör Mark Warner’ın da belirttiği gibi: “Kendisine doğrudan bilgi veren çok fazla insan olmadı. Dolayısıyla bu tür tecrit edilmiş bir öznenin, kendisini eski Rusya’yı yeniden inşa edebilecek ya da Sovyet küresi kavramını yeniden yaratabilecek yegâne tarihsel figür olarak görmesi açısından bir megalomanyak haline gelmesinden endişe duyuyoruz.” Başka bir yerde, eski Moskova Büyükelçisi Michael McFaul, Rusya’nın rasyonel olmamasının bir unsurunun Putin’in “son derece tecrit edilmiş olması, etrafının sadece onu doğru bilgiden koparan salla başlarla çevrili olması” olduğunu öne sürmüştü.
Fakat Putin’in yakın çevresi ve Ukrayna hakkındaki düşünceleri hakkında bildiklerimiz farklı bir hikâye ortaya koyuyor: Putin’in astları, Rusya’nın karşı karşıya olduğu tehdidin doğası hakkındaki görüşlerini paylaşıyordu ve savaşa karar vermeden önce onlara danışmıştı. Rusya liderliği arasında Ukrayna’nın Batı ile ilişkisinin doğasında var olan tehlikelere ilişkin fikir birliği, dönemin Rusya Büyükelçisi William Burns’ün 2008 tarihli bir memorandumunda açıkça yansıtılıyor; memorandumda şu uyarıda bulunuluyor: “Ukrayna’nın NATO’ya girmesi Rus eliti (sadece Putin değil) açısından kırmızı çizgilerin en parlak olanı. Kremlin’in karanlık dehlizlerindeki muştacılardan Putin’in en keskin liberal eleştirmenlerine kadar önemli Rus aktörlerle iki buçuk yılı aşkın bir süredir yaptığım görüşmelerde, Ukrayna’nın NATO’ya girmesini ülkenin çıkarlarına doğrudan bir meydan okumadan başka bir şey olarak gören birini henüz bulamadım... Rusların bu hapı sessizce yutmasını sağlayacak hiçbir büyük paket düşünemiyorum.”
Putin’in savaş kararını tek başına aldığı da söylenemez, zira Kovid’e bağlı kapanma koşullarında planlar yaptığına dair haberler bunu ima ediyordu. Rusya Devlet Başkanı’nın kilit danışmanlarına danışıp danışmadığı sorulduğunda Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, şu yanıtı vermişti: “Her ülkenin bir karar alma mekanizması vardır. Bu durumda, Rusya Federasyonu’nda var olan mekanizma tam olarak kullanılmıştır.” Elbette Putin’in işgal kararını verirken sadece bir avuç benzer düşünen sırdaşına güvendiği aşikâr, ancak karar alıcılar bir krizle karşı karşıya kaldıklarında bu alışılmadık bir durum değildir. Tüm bunlar, Rusya’nın işgal kararının büyük olasılıkla, Ukrayna’ya ilişkin temel inançlarını ve kaygılarını paylaşan siyasi müttefiklerle yürütülen müzakereci bir süreç sonucunda ortaya çıktığını gösteriyor.
Dahası, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etme kararı sadece rasyonel değil, aynı zamanda anormal de değildi. Pek çok büyük gücün aslında rasyonel davrandıkları halde rasyonel davranmadıkları söylenir. Bu listede Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda ve Temmuz Krizi sırasında Almanya’nın yanı sıra otuzlu yıllarda ve Pearl Harbor’a giden yolda Japonya da yer alıyor. Her iki durumda da kilit karar alıcılar güvenilir uluslararası politika teorilerine yaslanmış ve karşı karşıya oldukları çeşitli sorunlarla başa çıkma stratejilerini formüle etmek üzere kendi aralarında müzakere etmişlerdi.
Bu, devletlerin her zaman rasyonel olduğu anlamına gelmez. Britanya’nın 1938’de Nazi Almanya’sına karşı denge kurmama kararı, Başbakan Neville Chamberlain’in Avrupa’da yeni bir kara savaşına karşı duygusal isteksizliği ve anlamlı müzakereleri engellemedeki başarısından kaynaklanmıştı. Bu arada, Amerika’nın 2003 yılında Irak’ı işgal etme kararı, inandırıcı olmayan teorilere dayanmış ve müzakereye dayalı olmayan bir karar alma sürecinden çıkmıştı. Fakat bu vakalar istisna. Uluslararası politika öğrencileri arasında giderek yaygınlaşan, devletlerin genellikle rasyonel olmadığı görüşüne karşı, çoğu devletin çoğu zaman rasyonel olduğunu savunuyoruz.
Bu argümanın hem uluslararası politika çalışmaları hem de uygulamaları için derin sonuçları var. Her ikisi de rasyonel olmayanın hüküm sürdüğü bir dünyada tutarlı olamaz. Akademi içinde argümanımız, son dönemde saldırıya uğramış olsa da dünya siyasetini anlama konusunda uzun zamandır temel bir yapı taşı olan rasyonel aktör varsayımını doğruluyor. Eğer rasyonel olmamak bir norm ise, devletlerin davranışları ne anlaşılabilir ne de tahmin edilebilir ve uluslararası siyaseti incelemek beyhude bir çaba olur. Ancak diğer devletler rasyonel aktörlerse, kararları uygulayanlar dost ve düşmanlarının belirli bir durumda nasıl davranacaklarını tahmin edebilir ve böylece kendi devletlerinin çıkarlarını ilerletecek politikalar formüle edebilirler.
Tüm bunlar, Batılı karar alıcıların, sıklıkla yaptıkları gibi, Rusya’nın ya da başka bir düşmanın rasyonel olmadığını otomatik olarak varsaymamalarının iyi olacağını söylemek için. Bu sadece diğer devletlerin nasıl düşündüğünü anlama ve onlarla başa çıkmak için akıllı politikalar üretme becerilerini zayıflatmaya hizmet eder. Ukrayna savaşındaki muazzam riskler göz önüne alındığında, bu yeterince vurgulanamaz.
Bu yazı John Mearsheimer ve Sebastian Rosato’nun How States Think: The Rationality of Foreign Policy adlı kitabından derlenmiştir.
John Mearsheimer ile söyleşi: Ukrayna'da "soğuk barış" mı?
"Ukrayna'dan geriye kalan, Rusya'ya karşı ciddi bir savaş yürütemeyecek işlevsiz bir devletçik olacak ve ne AB'ye ne de NATO'ya katılma kriterlerini yerine getirebilecek."