Latin Amerika'yı hangi reçete kurtarır?
"Latin Amerika'da endüstriyel güç, sağda emtia ve hizmet odaklı piyasa köktenciliğinin, solda ise iklim köktenciliğinin ve çıkarcı yeniden üretimciliğin çift yönlü saldırısıyla karşı karşıya."
Çevirmenin notu: Son on yılda, doğu yarımkürenin akut krizleri nedeniyle dikkatlerden kaçmış olsa da batıda denenen ve batan, batan ve çıkan çok fazla siyasi aktör oldu. Epey sancılı zamanlar geçti; özellikle Brezilya ve Arjantin’in başından geçenler pek çok açıdan öğreticiydi. On yıllardır abluka ve ambargo altında olan Küba ve Venezuela’yı saymaya gerek bile yok. American Affairs yazarı Juan David Rojas, Kolombiya ve Brezilya’nın uyguladığı reçetelerin hangisinin daha faydalı olduğuna dair kapsamlı bir değerlendirme sunmuş.
Küçülmenin neoliberal kökenleri
Juan David Rojas
10 Ekim 2023
Kolombiya Maden ve Enerji Bakanı Irene Vélez, 2 Eylül 2022’de “küçülme” gerektiğini ileri sürerek medyada bir fırtınaya sebep olmuştu. Kabinede görev alan akademisyen, karakteristik bir jargonla şunları söylemişti: “Mevcut jeopolitik bağlamda, diğer ülkelerden iktisadi modellerinde küçülmeye gitmelerini talep etmeliyiz, zira bu küçülme aynı zamanda daha büyük bir dengeye ulaşmamıza ve iklim değişikliğinin etkilerinden daha az etkilenmemize bağlı.” Nihayetinde deneyimsiz Vélez, bir dizi tartışma nedeniyle 11 ay sonra istifa etmek zorunda kaldı, ancak Başkan Gustavo Petro’nun yeni petrol aramalarına karşı devam eden yasağıyla birlikte yaptığı açıklamalar, Latin Amerika’nın ilerici siyasetinde kalkınma karşıtlığının artan yaygınlığına işaret ediyor. Hakikaten de küçülme, çevre aktivizmi ve kaynak çıkarma eleştirileriyle tanınan bölgede ateşli taraftarlar buldu.
Belki de Latin-Amerikalı küçülme taraftarları şimdiden bazı başarılar elde ettiklerini iddia edebilirler: 2000 yılından bu yana, bölgenin toplam karbondioksit emisyonları yılda yaklaşık 1,5 milyar ton ile esasen değişmeden kaldı. Bölge nüfusunun aynı dönemde 500 milyondan biraz daha fazla artarak 665 milyonu aştığı düşünüldüğünde bu dikkate değer bir başarı. Latin Amerikalıların kişi başına düşen karbon ayak izi, diğer dünya bölgelerinde yaşayanlara kıyasla büyük ölçüde azaldı. Elbette, karbon ayak izini düşürenler tatmin olmamaya devam edecekler. Genel tüketim ve çevresel bozulma pek çok durumda arttı, Amazon sıkça tartışılan bir nokta. Brezilya’da Jair Bolsonaro ve Venezuela’da Nicolas Maduro yönetimleri altında, yasa dışı madencilik ve arazi gaspı şeklindeki çevre suçları, Amazon’daki yerel bölgelerde arasında yüksek oranlarda ormansızlaşmaya ve yıkıma yol açtı.
Yine de en kararlı iklim şahinleri bile, kendi bakış açılarına göre, bölge genelinde enerji cephesinde kaydedilen etkileyici ilerlemeyi görmezden gelmekte zorlanmalı. İster terajul ister saat başına terawatt ile ölçülsün, Rio Grande’den Macellan Boğazı’na kadar petrol ve hatta doğalgaz tüketimi 2014’ten bu yana ya yıldan yıla azaldı ya da durağanlaştı. Brezilya’da hidroelektrik gibi düşük emisyonlu enerji kaynakları neredeyse fosil yakıtlar kadar enerji tüketimine neden oluyor. Dahası, Bolsonaro döneminde bile yıllık ormansızlaşma oranı, halk arasında Lula olarak bilinen Luiz Inácio Lula da Silva’nın 2003 yılında göreve gelmesinden önceki oranın yarısı civarındaydı.
Fakat “sürdürülebilir kalkınma” başarısından çok uzak olan Latin Amerika’nın küçülmesi, onlarca yıllık neoliberal politikanın —sanayisizleşme yoluyla azgelişmişlik— kaçınılmaz sonucu. 1990’lardan başlayarak, Amerika kıtasındaki çoğunlukla sağcı liderlerden oluşan nesil, kalkınmanın sanayileşme yoluyla değil, serbest ticaret yoluyla gerçekleşeceği fikrini benimsedi. Piyasanın görünmez eli, tüm bilgeliğiyle, en verimli makroekonomik sonucu verecekti. Bu, bölgenin 20. yüzyıl boyunca geliştirmeyi başardığı yüksek değerli sanayinin çöküşü anlamına geliyordu. Karbon yoğun endüstriler yok oldu ve tüketim, kalkınmanın olmaması nedeniyle durdu. Küçülme, onlarca yıllık piyasa dogmatizminin istenmeyen de olsa mantıklı bir sonucu.
Bugün neoliberal gerçeğe inananlar, 1990’larda gelişmekte olan dünyada benimsenen “tarihin sonu” reçetelerinin kaçınılmazlığı konusunda ısrar ediyorlar; aynı önlemlerin 1870’lerde ABD’nin ya da 1700’lerde Britanya’nın son derece korumacı çelik ya da tekstil sektörlerine yıkım getireceği hakikatini de göz ardı ederek... Korumacı politikalar piyasa baskılarının ciddiye alındığı yerlerde başarılı oldu. İster ABD’de ister Britanya’da ister Japonya’da, Almanya’da ya da Güney Kore’de olsun, endüstriyel kalkınma neredeyse her zaman devlet desteğinin (koruyucu gümrük vergileri, yerli içerik gereklilikleri, teşvikler ve/veya vergi indirimleri) firma performansına bağlı olması anlamına geliyordu. Serbest ticaret, korunan firmaların yabancı rakipleriyle rekabet edebilmesi halinde, daha fazla büyüme için zorunlu hale geldi.
Buna karşın Latin Amerika’da özelleştirme, kuralsızlaşma ve serbest ticaret anlaşmaları dalgası olgunlaşmamış endüstrileri yok etti. En açıklayıcı örnek, Brezilya’nın bir dönem ülke ekonomisinin temel taşı olan otomotiv sektörü. Brezilya bir zamanlar önemli bir otomobil parçası ve bitmiş araç ihracatçısıydı ve yerli otomobil üreticisi Gurgel, 1980’lerdeki zirve döneminde bugünkü para birimiyle 1 milyar dolara yakın bir değere sahipti. Ülkede faaliyet gösteren çok uluslu şirketler, Toyota Bandeirante gibi Brezilya’da tasarlanan ve üretilen modelleri üretmeye zorlanıyordu. Fakat askeri diktatörlüğün sona ermesinin ardından, birbirini izleyen sağcı hükümetler Brezilya’nın yerli otomobil pazarını liberalleştirerek 1990’larda çok uluslu şirketlerin ithalatıyla rekabete izin verdi.
Neredeyse bir gecede, Güney Amerika’nın üretim devi onlarca firmanın iflasa sürüklendiğini ya da Brezilyalı olmayan rakipler tarafından satın alındığını gördü. Gurgel 1996 yılında, Brezilya’nın otomobil parçası üretiminde uzmanlaşmış firmalarının yaklaşık yarısı ile birlikte iflas etti. 1989 ve 1998 yılları arasında Brezilya, otomotiv sektöründe 123 binden fazla istihdam kaybetti; bu rakam sektörün en yüksek istihdamının yaklaşık üçte biri kadardı. 1991 yılında otomotiv sektöründeki istikrarlı ve iyi ücretli işler São Paulo’daki işgücünün yaklaşık üçte birini istihdam ediyordu. Bu oran 2001 yılına gelindiğinde yüzde 10’un biraz üzerine düştü ve dünyadaki en feci sanayisizleşme vakalarından biri yaşandı.
Bazı durumlarda piyasa köktenciliği, normalde güçlü olan petrol endüstrisini bile yok etti. Meksika’da PRI ve PAN partilerinin neoliberalleri ülkenin petrol sektörünü ve devlet şirketi Pemex’i sabote etti. 1990’larda başlayan bir dizi piyasa “reformunun” ardından petrol üretimi, 2004’teki günlük 4 milyon varil zirvesinden 2010’ların ortalarında 2 milyon varilin altına düştü. Bu durum Pemex’in borcunu balon gibi şişirdi ve hükümeti son derece ihtiyaç duyduğu nakitten mahrum bıraktı.
Buna karşılık Enrique Peña Nieto yönetimi, rekabetin üretimi ve yatırımı artıracağını savunarak 2014 yılında Meksika’nın petrol piyasasını ikiye katladı ve özelleştirdi. Pemex, 70 yılı aşkın bir süredir ilk kez Exxon ve BP gibi çok uluslu şirketlerle rekabet edecekti. Boston Consulting Group’un tahminlerinin aksine, yatırımlar yüzde 30 oranında azaldı ve üretim daha da düşerek 2019’da günde 1,7 milyon varile geriledi; bu gelişme doğal olarak daha düşük emisyonlara yol açtı.
Pemex vakası, daha başarılı olan Brezilyalı muadili Petrobras ile karşılaştırıldığında bilhassa öğretici. Brezilya 1990’lı yıllarda petrol sektörünü özelleştirmişti. Fakat 2014’te Pemex’in başına gelenlerin aksine, Petrobras o dönemde petrol üretiminde patlama yaşıyordu. Sonuç olarak, çok uluslu şirketlerle rekabet Petrobras’a fayda sağladı. Bugün firmanın dünya çapında şubeleri ve ortaklıkları var. Eğer reformlar 1970’lerde olduğu gibi firmanın zorlandığı bir döneme denk gelseydi Petrobras da muhtemelen Pemex ile aynı kaderi paylaşacaktı.
O halde piyasa köktenciliği bir nevi büyümeyi azalttı ya da en azından büyümeyi engelledi. 1980’lerden bu yana, Latin Amerika’da yıllık GSYİH büyümesi önceki on yıllarda yüzde 5 civarındayken, ortalama yüzde 1 ila yüzde 2 arasında durgunlaştı. Latin Amerika’nın kişi başına düşen GSYİH’si ABD’nin yüzde 25’i kadar; bu rakam 1960 yılında yüzde 40’tı.
Piyasa köktencileri, reçetelerinin açıkça başarısız olduğu ortaya çıktığında, tahmin edilebilir argümanlara başvururlar. Diyorlar ki: Liberalleştirici “reformlar” ya yeterince ileri gitmedi ya da yolsuzluk gibi dış faktörler tarafından engellendi. Daha dürüst neoliberaller, olumsuz sonuçların daha büyük bir devlete ve korumacı piyasa çarpıklıklarının “fıtratında var olan kayırmacılığa” tercih edilebileceğini savunurlar.
Solcular, on yıllardır Latin Amerika’da piyasa ütopyacılığının başlıca muhalifleri oldular ve karışık sonuçlar elde ettiler. Göreve geldikten sonra sol, uzun vadeli üretime dayalı yüksek ücretli bir ekonomi geliştirmek yerine kaynak zenginliğinin yeniden dağıtımını tercih etti. Son zamanlarda, açık kalkınma karşıtlığı Latin Amerika solunun büyük bir kısmını giderek daha fazla etkiliyor ve çevreci, çıkarcı ve kalkınmacı unsurlar arasında iç çatışmalara yol açıyor. Bu dinamik geçtiğimiz ay Brezilya’nın Belem kentinde düzenlenen Amazon Antlaşması İşbirliği Örgütü Zirvesinde ön plana çıktı. Amazon yağmur ormanlarının savunulması amaçlı bir rota çizmek amacıyla düzenlenen konferansa Brezilya, Kolombiya, Ekvator, Peru, Bolivya, Venezuela ve Guyana’dan liderler katıldı.
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro’nun “bilime inanan ilerici liderlerin Amazon bölgesinde petrol arama çalışmalarına izin vermelerinin etik bir çelişki olduğunu” ilan etmesiyle bir kırılma yaşandı. Bu, Amazon Nehri ağzı yakınlarında petrol sondajına izin verdiği için Brezilyalı mevkidaşı Lula’ya karşı çok da üstü kapalı olmayan bir saldırıydı. Lula karşılık verdi: “Amazon sadece ağaç tepeleri ve nehirlerden ibaret değil; [bu bölge] sadece bir sığınağı korumak değil, iyi yaşamak, çalışmak ve ürettiklerini biçmek isteyen milyonlarca Amazonlu ile dolu.”
İğnelemelere rağmen hem Petro hem de Lula göreve geldiklerinden bu yana çevreci kimliklerini ortaya koydular. Lula’nın görevdeki ilk sekiz ayında, Bolsonaro döneminde içi boşaltılan IBAMA gibi Brezilya’nın bir zamanlar ünlü çevre ajanslarını yeniden canlandıran yönetim sayesinde ormansızlaşma 2022’nin aynı dönemine göre yüzde 48 gibi şaşırtıcı bir oranda azaldı. Lula, Brezilya’nın kuzeyindeki Roraima eyaletinde insani krizi besleyen yasa dışı madenciliği bastırmak için göreve geldikten birkaç gün sonra orduyu görevlendirecek kadar ileri gitti.
Benzer şekilde, Petro’nun ilk altı ayında yönetimin çok sayıda çevre kısıtlamasını yürürlüğe koyması nedeniyle ormansızlaşma yüzde 30’a yakın azaldı. ELN ve Körfez Klanı gibi silahlı gruplarla barış şartlarını müzakere etmeye dönük Paz Total (Total Barış) girişiminin bir parçası olarak hükümet, katılımcı aktörlerden etki alanlarındaki ormansızlaşmayı sınırlandırmak için tavizler de aldı.
Yine de zirve krizinin de gösterdiği gibi yeşil konulardaki ilerici farklılıklar devam ediyor. Bu farklılıklar, iki ülkenin Amazon’daki beşerî coğrafyalarını karşılaştırdığımızda mantıklı bir hal alıyor. Her iki ülkenin toplam yüzölçümünün yarısından fazlasını oluşturan Amazon, Kolombiya ve Brezilya’da hala her iki ülkenin de en az nüfuslu bölgesi. Kolombiya Amazonlarının toplam nüfusu 1,1 milyondan biraz fazla ve bölgesel başkent Leticia gibi Kolombiya’nın Amazon kentlerinin çoğunun ülkenin geri kalanıyla karayolu bağlantısı yok.
Buna karşılık Brezilya’nın Amazon eyaletlerinin toplam nüfusu 28 milyondan fazla. Lula’nın da dediği gibi, Brezilya’nın kuzeyinde izole kabileler ve küçük yerleşim yerlerinden daha fazlası var. Manaus, Belém ve São Luis gibi kentlerin her biri 1 milyondan fazla nüfusa sahip küçük metropoller ve Porto Velho gibi bir dizi küçük kent de 600 binden az nüfusa sahip. Benzer şekilde, Brezilya’nın durgun sularından biri olan Tabatinga, sınırın hemen ötesindeki Kolombiyalı muadili Leticia’nın iki katından fazla nüfusa sahip.
Devlet Başkanı olarak Lula, Amazon’da çevrecileri daha da kızdıran çok sayıda kalkınma projesine izin verdi. Yönetim, Rondônia, Amazonas ve Roraima eyaletleri arasında bir otoyol, Mato Grosso ve Pará eyaletlerini birbirine bağlayan bir demiryolu hattı ve 3 milyondan fazla Amazonluya internet ulaştırmayı amaçlayan kablolar döşeyecek. Kolombiya’da kalkınma o kadar acil bir öncelik olmasa da bu Brezilya’da mecburiyet. Petro’nun üzüntüsüne rağmen Lula’nın çevresel ihlalleri çok sayıda insanın gerçek ihtiyaçlarına hizmet ediyor.
İşin ironik yanı, Lula gibi Petro’nun da eski solun adamı olması. Eski bir gerilla olan ve on yıllardır neoliberal ticaret politikasını eleştiren Kolombiya’nın ilk solcu başkanı, 2022’de yeniden sanayileşme platformu üzerinde aktif bir kampanya yürüttü. Hem kendisi hem de popülist rakibi Rodolfo Hernández, ABD-Kolombiya Serbest Ticaret Anlaşmasının yeniden müzakere edilmesi üzerine kampanya yürüttü. Washington Konsensüsü dönemi serbest piyasa fanatizminin bir ürünü olan ticaret anlaşması, teşvik alan ABD’li tarım ihracatıyla eşit olmayan rekabetin bir sonucu olarak Kolombiya’nın yerli pirinç üretimini yok etme yolunda ilerliyor. Daha önce yerli temel gıdalarla geçinen küçük çiftçilerin daha iyi bir geçim kaynağı bulamadıkları için giderek yasa dışı ürünlere yönelmesi nedeniyle ülkenin rekor düzeyde koka ekimine katkıda bulunduğuna inanmak için bile nedenler var.
Petro, Kolombiya’nın sorunlarına yerinde teşhisler koydu. Ülkenin sosyalizme değil, toprak sahibi bir oligarşiden demokratik kapitalizme geçişe ihtiyacı olduğunu savundu. Hakikaten de Kolombiya, toprakların yüzde 41’inin sadece 100 aileye ait olduğu, gezegendeki en eşitsiz ülke olarak tanımlanıyor. Kolombiya Devlet Başkanı, aynı zamanda ülkenin krizdeki komşusu Venezuela’ya yönelik ikna edici bir eleştiri de sunuyor. Ona göre Venezuela’nın ihtişamlı çöküşü, kalkınmasını tamamen tek ve değişken bir emtia olan petrolün sömürülmesine bağlamış bir iktisadi rejimin ürünü. Ona göre Kolombiya’nın da aynı kaderi paylaşmaması için petrole olan bağımlılığını azaltması ve ekonomisini çeşitlendirmesi gerekiyor. Bu amaçla Devlet Başkanı, serbest ticaret ortodoksisine meydan okudu ve Kolombiya’nın tekstil endüstrisini ve diğer birkaç endüstriyi korumak için gümrük vergileri getirdi.
Her şey yolunda. Sorun şu ki, Petro da piyasa köktencisi selefleri gibi doktriner bir ideolog ama söz konusu doktrin piyasanın görünmez eline de proletarya diktatörlüğüne de değil, iklim kıyametinin gazap dolu tanrısına tapıyor. Kolombiya Devlet Başkanı, 2070 yılında ülkesinin “sadece çöllerden” oluşacağını kabul ediyor. Bu nedenle, Kolombiya’nın ihmal edilebilir düzeyde karbon emisyonu üretmesine ve hükümet gelirlerinin yüzde 50’ye yakınının petrol satışından kaynaklanmasına rağmen, ülkedeki tüm yeni petrol aramalarını sonlandırdı.
Petro’nun Kolombiya’yı petrole olan bağımlılığından kurtarma hedefi, petrolün yerine koymayı umduğu şey olmasaydı mantıklı olabilirdi. Zaman zaman kalkınma modeli olarak sanayileşmiş Güney Kore’ye atıfta bulunan aynı adam şimdi Kosta Rika’yı ve turizmi geleceğin yolu olarak görüyor. Doğru okudunuz: Petro, değişken bir kaynak olan petrolün yerine değişken bir hizmet olan turizmi koymak istiyor.
Petro ve Lula yönetimlerinin popülaritesi, şu ana kadar görevde gösterdikleri performansa dayanıyor. Başta Petro, FARC ile 2016’da imzalanan barış anlaşmasının gerektirdiği uzun süredir ertelenen toprak reformunu başlatarak, daha yüksek bir asgari ücret sağlayarak ve yüksek gelirliler ve şirketler üzerindeki vergileri artırarak birkaç zafer elde etti. Fakat Devlet Başkanı, son zamanlarda oğlunun babasının başkanlık kampanyasını finanse etmek için uyuşturucu kaçakçılarından yardım talep ettiği suçlamaları da dahil olmak üzere bir dizi telenovela benzeri skandala karıştı. Yönetimin yasama gündeminin kongrede tıkanması, finans piyasalarında sol reformların yasalaşma şansının olmadığı yönünde iyimserliğe yol açtı.
Yaklaşık yüzde 10 ile Amerika kıtasındaki en yüksek enflasyonun ortasında Petro, benzin kullanımını caydırmaya çalıştı. Hükümet benzin teşviklerini —kuşkusuz ülkenin mali ödeme gücünün yararına olacak şekilde— kademeli olarak kaldırdı ve böylece devlet başkanının göreve başlamasından bu yana yakıt fiyatını iki katına çıkardı. Pek çok ilerici gibi işçi sınıfının isteklerinden bihaber olan Petro, otomobil kullanımını orta ve üst sınıfların bir ayrıcalığı olarak kınadı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, göreve geldiğinden bu yana onaylanma oranı sürekli düşerek son aylarda 30’ların ortasına yerleşti.
Lula ise göreve geldiğinden bu yana alışılmadık bir başarıya imza atarak ocak ayında yüzde 52 olan oy oranını ağustos ayında yüzde 60’a yükseltmeyi başardı. Hem de Latin Amerika’da ve dünyanın dört bir yanında yeni seçilenler de dahil olmak üzere iktidardakilere karşı içgüdüsel nefretin norm haline geldiği bir dönemde. Hükümeti, asgari ücretin yükseltilmesi ve Petrobras’ın fiyatlarını uluslararası pazar yerine Brezilya’nın iç pazarına göre belirlemesi konusunda ikna edilerek doğalgaz fiyatlarının düşürülmesi gibi bir dizi popüler tedbiri hayata geçirdi. Hükümet ayrıca önemli atamalar yoluyla Brezilya Merkez Bankası’na enflasyon düşmeye devam ederken astronomik faiz oranlarını düşürmesi yönünde baskı yapmayı başardı.
Jair Bolsonaro’nun karikatürize ettiği gibi bir “komünist” olmayan Lula, Brezilya’nın başarılı olabilmesi için hem işletmelerinin hem de çalışanlarının refaha kavuşması gerektiğinin farkında. Bu nedenle uluslararası yatırımcılar ve Brezilya iş dünyası, maliye bakanlığının son derece sorumlu yeni bir mali kural ve 2023 bütçesini açıklamasıyla hoş bir sürpriz yaşadı. Hükümet, kongre ile yapılan müzakerelerin ardından Brezilya’nın hantal vergi yasasını elden geçirerek daha fazla övgü kazandı; bu, yeniden demokratikleşmeden bu yana her devlet başkanından kaçan, uzun zamandır aranan bir iş önceliğiydi. Başlangıçta derin şüpheler taşıyan yatırımcıların, Maliye Bakanı Fernando Haddad’ın ekonomiyi ele alış biçiminden etkilendikleri bildiriliyor.
Lula önceki görev dönemlerinden doğru dersleri çıkarmış görünüyor. Lula, 2000’li yıllarda yaptığı gibi verimsiz küçük işletmeleri, emtiaları ve inşaat sektörünü desteklemek yerine, yerli sanayi ve üretimi canlandırma konusunda çaba sarf etti. Haziran ayında hükümet, Brezilya’nın zor durumdaki otomotiv sektörü için yerli üretime dönük teşvikler ve düşük fiyatlı araçların maliyetini yüzde 11’e kadar düşüren vergi indirimleri de dahil olmak üzere bir dizi önlem açıkladı. Devlet Başkanı ayrıca BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkeleri arasındaki liderliğini kullanarak çoğu Orta Krallık’tan olmak üzere yabancı yatırımları güvence altına aldı. Bu yazı yazılırken Midea, Nice, BYD ve Great Wall Motors Brezilya’da elektrikli araç ve cihaz fabrikalarının inşaatına başlamış, Çin de yarı iletken üretimi konusunda işbirliği anlaşması imzalamıştı.
Elbette bunların hiçbiri çevre aktivistlerinin Lula’yı Amazon halkının yaşam standartlarını yükseltmek istemekle suçlamasını engellemedi. Bir zamanlar Lula’nın İşçi Partisi’nin kalesi olan Amazonas eyaletinin şu anda kararsız bir eyalet olduğu seçim gerçeğini bir kenara bırakalım. Benzer bir dinamik, enerji politikası konusunda bocalayan ve işçi sınıfı seçmenlerinin öncelikleri ile butik, üst-orta sınıf davaları güden ilerici aktivistlerin talepleri arasında kalan Başkan Biden’ın da peşini bırakmıyor. Ancak en azından şimdilik Brezilya solu, büyük ölçüde Lula’nın liderliği sayesinde, kalkınma cephesinde Kolombiya’dan daha az kafası karışık görünüyor.
Petro, Arjantinli Alberto Fernández, Perulu Pedro Castillo ve Şilili Gabriel Boric gibi yeni nesil solcu liderlerin yükselişine tanıklık eden Latin Amerika’nın ikinci “pembe dalgasının” önümüzdeki yıllarda gerileyeceği kesin gibi görünüyor. Castillo çoktan görevden alındı ve Brezilya ile Meksika dışında sol, bölgenin büyük bölümünde hiç de destek görmüyor.
En azından 2020’lerin geri kalanında, sağdaki piyasa köktenciliği, endüstriyel kalkınma için soldaki iklim Malthusçuluğundan çok daha ciddi bir tehdit olmaya devam edecek. Latin Amerikalı muhafazakârlar açısından sanayi politikası hâlâ komünizmle eşdeğer. Bu yazı yazılırken, Amerika kıtasında mevcut ticaret anlaşmalarını açıkça eleştirmeye cesaret eden solcu olmayan tek başkan ya da başkan adayı Donald Trump ve Kolombiyalı popülist Rodolfo Hernández’di. “Tropik Trump” ya da “Pampaların Trump’ı” gibi söylemlere rağmen hem Bolsonaro hem de Arjantinli Javier Milei serbest ticaret ortodoksilerini fetişleştiriyor; Milei, “gümrük vergileri olmamalı,” diyecek kadar ileri gitti.
Solda; Bolivya, Meksika, Ekvator, Honduras ve Peru gibi ülkelerde kaynak milliyetçiliğinin yaygınlığı, şimdiye dek küçülme ve kalkınma karşıtlarının etkisini yalancı çıkardı. Ne yazık ki, bu ülkelerin her birinde ve Küba, Nikaragua ve Venezuela gibi sosyalist tiranlıklarda, aşırı çıkarcılığa dönük bir eğilim ya bodur bir kalkınma ya da iktisadi çöküş getirdi.
Bununla birlikte Lula ve Meksika’nın devlet başkanı adayı Claudia Sheinbaum da dahil olmak üzere en azından bir avuç solcunun endüstriyel kalkınmayı savunduğunu duymak yüreklendirici. Fakat söylemi eyleme dönüştürmek başka bir mesele. Eğer Lula ulusal kalkınma konusunda sahiden ciddiyse, hükümetinin eylemleri hala yetersiz. Brezilya yalnızca kaybettiği sanayi temelini yeniden kurmakla kalmamalı, aynı zamanda elektrikli araçlar, çipler ve biyofarmasötikler gibi gelişmekte olan sektörlerde ulusal şampiyonları teşvik etmeli. Yeniden sanayileşme aylar ya da yıllar değil, on yıllar alacaktır.
Çevre konusunda ise ilericiler, kalkınmanın zorunlu olarak karbon emisyonlarının artmasını gerektireceği gerçeğini rutin olarak görmezden geliyorlar. Ne de olsa 1980’den bu yana küresel yoksulluktaki azalmanın yaklaşık yüzde 75’inden sorumlu olan engelsiz görünmez el değil, Çin karakteristikli sosyalizm; aynı şekilde, 2000 yılından bu yana emisyonlardaki toplam artışın yaklaşık yüzde 60’ı Çin Halk Cumhuriyeti’nin artan tüketim ve sanayi üretiminin yan ürünü.
Bunların hiçbiri iklim değişikliğini görmezden gelmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Dahası, çevre koruma ve kalkınmanın tamamen sıfır toplamlı olduğunu varsaymak da hata. Leigh Phillips ve Brezilya Çevre Bakanı Marina Silva’nın da belirttiği gibi Brezilya İşçi Partisi, 2000’li ve 2010’lu yıllarda ormansızlaşmayı yüzde 80 oranında azaltırken, IBAMA ve INCRA gibi kurumlar aracılığıyla arazi kullanımının pragmatik bir şekilde düzenlenmesi yoluyla tarımsal rantları yüzde 500 oranında artırdı.
İklim değişikliğinin etkilerini hafifletme çabaları, elektrikli araçlar, nükleer enerji, batarya depolama ve evet, yenilenebilir enerji gibi teknolojileri teşvik eden, bunlara yatırım yapan ve ölçek ekonomilerini teşvik eden uzun vadeli sanayi politikalarının uygulanmasını gerektirecek. Aynı zamanda, köklü enerji dönüşümleri mümkün olmadığı sürece, başta doğalgaz olmak üzere fosil yakıt üretimi, dünya çapında milyarlarca insanın refahı ve salahiyeti için gerekli bir enerji kaynağı olmaya devam edecek.
Latin Amerika’da endüstriyel güç, sağda emtia ve hizmet odaklı piyasa köktenciliğinin, solda ise iklim köktenciliğinin ve çıkarcı yeniden üretimciliğin çift yönlü saldırısıyla karşı karşıya. Sonuçta her iki grup da ulusal kalkınmayı mahkûm ediyor. Sonuç ise durgunluk ya da daha kötüsü büyümenin durması. Amerika’nın dört bir yanındaki seçmenler işçilerden yana, kalkınmacı bir muhafazakârlığın yeniden doğuşunu beklerken, bir sonraki pembe dalganın geçmiş hatalardan ders almasını ve Petro’nun değil Lula’nın ayak izlerini takip etmesini umabiliriz.