Küreselleşme üzerine on bir tez
"Pek çokları için avantajlara gebe olarak başlayan küreselleşme, şu an epey farklı görünüyor."
Çevirmenin notu: Yeni dönemin gerçekleri akıllara seza türden. Sanayi Devrimi'nden bu yana ilk defa müreffeh Batı'da iktisadi gerileme ve sanayisizleşme gözlemleniyor.
Son yıllarda 50 yıl öncekinden bambaşka bir noktaya gelen Çin'in büyümesinde bunun etkisi son derece fazla. Bununla beraber Küresel Güney olarak tabir edilen, yoksul, fazla nüfuslu ve potansiyel barındıran ülkelerin Çin ve Rusya gibi güçlerin etrafında kümelenmesi söz konusu.
Daha önce Dünya Bankası’nda görev yapan Sırp asıllı Amerikalı iktisatçı Branko Milanovic, Substack bülteninde yer verdiği değerlendirmede küreselleşmenin on bir açmazını anlatmış.
Küreselleşme üzerine on bir tez
Branko Milanovic
18 Temmuz 2023
Son zamanlarda küreselleşme ve küreselleşmenin bilhassa yoksulluk ve eşitsizlik üzerindeki etkileri üzerine pek çok tartışma yürütüldü ve bazıları saçma da olsa pek çok çelişkili ifade ortaya atıldı. Küreselleşme üzerine on bir tez şöyle:
Birincisi, eşitsizlik ve yoksulluk. Küreselleşme küresel düzeyde meta elde etme gücüdür: iktisadi faaliyetlerin küreselleşmesi, pek çok malın üretiminin ve pek çok hizmetin sağlanmasının en ucuz yerlerde gerçekleştirilmesini sağladı. Daha önce kullanılan kaynakları başka faaliyetler lehine seferber etti. Ayrıca yanlış kullanılan ya da âtıl kalan sermaye ve işgücünü de harekete geçirdi. Bunun etkisi, küresel büyüme oranında önemli bir hızlanma (küresel büyümeyi plütokratik ölçütlerle değil demokratik ölçütlerle ölçtüğümüzde bu oran da arttı) ve küresel gelir eşitsizliği ile küresel gelir yoksulluğunda dramatik bir azalma oldu.
İkincisi, Çin. Büyük ölçüde küreselleşme ve uluslararası ticaret sayesinde en önemli olumlu etkiler Çin’de elde edildi. Çin, küresel eşitsizlik ve yoksulluktaki azalmada büyük paya sahip. Fakat bu ilerlemeler standart dışı veya neoklasik olmayan politikaların uygulanmasıyla gerçekleşti. Bu durum küreselleşme ve neoliberalizm destekçileri nezdinde ilk ikilemi yarattı. Küreselleşmeyi savunmak için Çin’i övmek zorundalar ama Çin politikalarını tatsız buluyorlar. Bu nedenle yorumları çoğu zaman çelişkili.
Üçüncüsü, Batı. Küreselleşme Batı için özellikle zorlu bir dizi meselenin ortaya çıkmasına neden oldu. Küreselleşme Reagan/Clinton ve Thatcher/Blair tarafından Batılı halklara teminatlı bir orta sınıf kazancı olarak “satılırken” bu beklenmiyordu. Ancak Asya ülkelerinin başarısı genelde Batılı orta sınıfların işlerini, iyi işlerini ya da sabit ücretlerini kaybetmelerine dayanıyor. Güvensizlik ve yerinden edilme hissi bu kesimler arasında yayıldı. Reel ekonomik büyümeleri pozitif olduğunda bile, bu büyüme pek çok Asya nüfusunun reel büyümesinden daha az oldu ve bu nedenle bu sonuncular küresel gelir konumlarında Batılı orta sınıfları sıklıkla geride bıraktılar. Konumsal itiş kakışa geldiğimizde, küreselleşme hakikaten de sıfır toplamlı bir oyun: Ya önündeyim ya da arkandayım. Pek çok Batılı orta sınıf için bu yeni bir deneyim: iki yüzyıl boyunca Batı nüfusunun çoğu küresel gelir dağılımının en üst yüzde yirmisindeydi. Bazıları artık orada değil ve diğerleri de yakında dışarıda kalacak.
Dördüncüsü, Büyük Yakınlaşma. Çin ve Hindistan’ın başarılarının jeopolitik bir yönü de var. Çin ve Hindistan, 19. yüzyıldaki konumlarına geri itilemezler. Güç dengesini istikrarlı bir şekilde değiştirerek Avrupa/Amerika ve Asya arasındaki oranı Büyük Ayrışma1 öncesindeki duruma geri getiriyorlar. Yine de Avrupa ve Amerika’nın iktisadi ve jeopolitik gerilemesi kayıtsızlıkla karşılanmıyor.
Beşincisi, ticari ittifaklar. Bazılarına göre düşüşü tersine çevirmenin bir yolu da küreselleşme kurallarının yeniden yazılmasından geçiyor. “Küreselleşme” sadece siyasi olarak dost ülkeler için geçerli olacak. Bunun gerçek küreselleşmeyle hiçbir ilgisi olmadığı aşikâr. Bu, ticari ittifaklar dünyasına geri dönüş. Bu, adını söylemeye cesaret edemeyen merkantilizm. Küreselleşme taraftarları, eğer fikirlerinde tutarlı olmayı önemsiyorlarsa, bunu ideolojik olarak savunmakta zorlanacaklardır.
Altıncısı, savaşlar. Jeopolitik açı, küresel siyasi ve hatta askeri gerilimleri keskinleştirdi. Ticaretin (le doux commerce) ve karşılıklı bağımlılığın yumuşatıcı etkisi sayesinde bir uzlaşı ve barış dünyasını teşvik etmesi gereken küreselleşme, ironik bir şekilde tam tersine çatışma ve hatta savaş için elverişli koşulları yarattı. Bu türden bir savaş, eğer ABD tarafından yönetilirse, Çin’in dünyada üstün konuma gelmesini engellemeyi amaçlayacak ve eğer Çin tarafından yönetilirse, onu bu konuma itmek için kullanılacaktır. Eğer küreselleşme Birinci Dünya Savaşı’ndan öncülüyse, Üçüncü Dünya Savaşı’nın da öncülü olabilir mi?
Yedincisi, hüsranlar ve kazanımlar. Pek çokları için avantajlara gebe olarak başlayan küreselleşme, şu an epey farklı görünüyor: iş güvencesizliği ve Batılı orta sınıfların göreli gelir kaybı, hem küreselleşmeyi hem de neoklasik ekonomiyi ideolojik anlamda savunamama, bazı etkili çevrelerin küreselleşmeyi terk etmesi ve hatta savaşlarla durdurması söz konusu. Fakat diğer açıdan bakıldığında küreselleşme, hem dünya insanları arasında hem de Avrupa/Amerika ve Asya arasında iktisadi ve siyasi güç açısından çok daha eşit bir dünya yarattı (Küreselleşme sürecinde eskisinden daha başarılı olamayan Afrika, kazanımlar açısından kayda değer bir eksiklik).
Sekizincisi, iklim değişikliği. Küreselleşmenin olumlu yönleri (eşitsizliğin ve yoksulluğun azalması) bile bazı olumsuz özellikleri saklı tutuyor. Son 30 yılda küresel GSYH’deki birkaç katlık artış, karbondioksit emisyonunu da yaklaşık aynı oranda artırdı. Bu durum iklim değişikliği hedeflerine ulaşılmasını zorlaştırdı ve başka bir tartışma alanı açtı: Batı daha yavaş büyürse ve tüm ülkelerdeki zenginler daha ağır vergilendirilirse hedeflere daha kolay ulaşılabilir. Her ikisi de siyasi olarak kabul edilemez önermeler, bu nedenle iklim değişikliği sorunları daha da kötüleştiriyor.
Dokuzuncusu, finansallaşma ve ahlaksızlık. Küreselleşme ekonominin finansallaşmasıyla ilerledi ve bu özel iş, yaratıcılık, kararlılık, dürüstlük, kanaatkârlık ve ihtiyat gibi daha sağlam erdemlerden daha fazla değer gördü. Bu durum, vizyonu kısa vadeli olan, para güvenli bir şekilde geri çekilebildiğinde daha geniş bir faydayı umursamayan tutumları güçlendirdi ve iş hayatında genel manada ahlaksızlığı yaygınlaştırdı. Aynı zamanda iş hayatı insanların kendi hayatlarının en büyük parçası haline geldiğinden, ahlaksızlık sıradan ilişkilere daha da yayıldı. Milton Friedman, iş dünyasının rolünün kârı maksimize etmek olduğunu söylediğinde, dar anlamda haklıydı. Ancak bu ifadenin yarattığı dışsallıkları fark edemedi. Zenginliğe, özellikle de her ne şekilde olursa olsun zenginliğe ulaşmak üst sınıfların hedefi haline gelirse, bu durum tüm topluma yayılır ve nihayetinde uyumu ve sosyal bağları yok eder.
Onuncusu, göç. Bu süre boyunca küreselleşme eksik kaldı. Önce sermaye ve malları, sonra hizmetleri ve fikirleri içerse de hiçbir zaman en önemli faktör olan emeği içermedi. Küresel eşitsizliğin azaltılması, insanları en çok kazanabilecekleri yere taşıyarak değil (ki bu doğal bir yol olurdu), sermayeyi insanların bulunduğu yere daha yakın bir yere göndererek sağlandı. Gerçekleşen asgari göç bile siyasi geri tepmelere neden oldu.
Onbirincisi, Ne yapılmalı? Her ne pahasına olursa olsun savaş ve ticari çatışmalardan kaçınmalı, dünya için farklı uluslar ve kültürler arasında olduğu kadar tek tek uluslar içinde de yaklaşık bir zenginlik ve güç eşitliği olmasının daha iyi olduğunu kabul etmeli ve emisyon yoğun mallara yüksek vergiler ve alternatiflerine teşvikler uygulayarak karbon emisyonunu azaltmalıyız. Mevcut küreselleşmenin doğası, pek çok işin istikrarını ve güvenliğini artırabileceğimiz, daha fazla göçü kabul edebileceğimiz ve finans ve bilişim endüstrisinin kaptanlarının daha etik davranmasını sağlayabileceğimiz konusunda beni şüpheci kılıyor.
Diğer adıyla "Avrupa mucizesi"; Batı dünyasının (yani Batı Avrupa toplumlarının baskın hale geldiği ülkelerinin) 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Babür Hindistan'ı, Qing Çin'i, Tokugawa Japonyası ve Joseon Koresini gölgede bırakarak dünyanın en güçlü ve zengin medeniyeti olarak ortaya çıktığı sosyoekonomik değişim. (ç.n.)