Çin'i öngörmek mi?
"Kısmen piyasa duyarlılığının değişkenliği ile dalgalanan Anglofon yorumlar, Çin’in iktisadi performansını değerlendirme konusunda tutarlı ve güvenilir kriterlerden yoksun."
Çevirmenin notu: Çin ekonomisinin süratle uçuruma sürüklendiği yönünde Batı basınında kopan tantana biraz kuşkuyla bakılmayı hak ediyor. New York ve Londra basınındaki analiz ve öngörüler, cafcaflı özgeçmişlere sahip yazarların kaleminden çıksa da genelde hatalı olmalarıyla meşhur. Akademisyen Nathan Sperber, Çin ekonomisinin “çöküşte olduğu” şeklindeki kehanetlerin kusurlarına işaret etmiş.
Çin’i öngörmek mi?
Nathan Sperber
8 Eylül 2023
Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman sözünü sakınmıyor:
“[…] belirtiler artık apaçık ortada: Çin’in başı büyük belada. Burada söz konusu olan ufak çaplı bir gerileme değil, daha temel bir sorun. Ülkenin tüm iş yapma biçimi, otuz yıllık inanılmaz büyümeyi sağlayan iktisadi sistem, sınırlarına ulaştı. Çin modelinin Çin Seddi’ne çarpmak üzere olduğunu söyleyebiliriz ve şu an tek soru çöküşün ne kadar kötü olacağı.”
Bu 2013 yazında yaşanmıştı. Çin’in GSYİH’si o yıl yüzde 7,8 oranında büyüdü. O tarihten bu yana geçen on yılda Çin ekonomisi reel olarak yüzde 70 büyürken bu oran ABD için yüzde 21 oldu. Çin bu yüzyılda bırakın “çöküşü”, resesyon bile —geleneksel olarak iki çeyrek üst üste negatif büyüme— görmedi. Yine de her birkaç yılda bir, Anglofon finans basını ve onun izinden giden yatırımcılar, analistler ve düşünce kuruluşları, Çin ekonomisinin çökmek üzere olduğu inancına kapılıyor.
Bu kanaat, 2000’li yılların başında yatırımların ekonomiyi “aşırı ısıttığı” düşünüldüğünde; 2000’li yılların sonunda küresel mali krizin ardından ihracat daraldığında ve 2010’lu yılların ortasında yerel yönetim borçlarının birikmesi, yetersiz regüle edilmiş gölge bankacılık ve sermaye çıkışlarının Çin’in tüm iktisadi yapısını tehdit etmesinden korkulduğunda ortaya çıkmıştı. Bugün, bu kez 2023’ün ikinci çeyreğine ilişkin yetersiz büyüme rakamlarının tetiklediği korkunç tahminler yeniden yürürlükte. İhracat pandemi sırasında ulaştığı yüksek seviyelerden gerilerken, tüketici harcamaları da yumuşadı. Emlak sektöründeki kurumsal sorunlar ve yüksek genç işsizliği Çin’in sıkıntılarını artırıyor gibi görünüyor. Bu gelişmeler karşısında Batılı yorumcular, Çin’in GSYİH birimlerini artırmaya devam edebileceği konusunda şüpheye düşüyor ya da ülkenin iktisadi geleceği konusunda daha büyük kaygılara kapılıyor (Adam Tooze, Yang Xiguang aracılığıyla “Çin nereye?” diye soruyor). Washington merkezli Peterson Enstitüsü’nün başkanı Adam Posen, bir “iktisadi uzun Kovid” vakası teşhisi koydu. Çin’in iktisadi beklentilerine ilişkin kasvet bir kez daha hâkim oldu.
Çin ekonomisinde yapısal zayıflıklar olduğu tartışma götürmez. Sırasıyla 1980’lerde ve 1990’larda yaşanan iki büyük kurumsal reform dalgasının ardından Çin’in iktisadi yapısı yüksek tasarruf ve düşük tüketimden oluşan kalıcı bir modele oturdu. Hane halkı harcamalarının azalmasıyla birlikte son on yılda yavaşlayan GSYİH büyümesi, yatırımların artırılmasıyla sürdürülüyor ve bu da artan şirket borçluluğuyla sağlanıyor. Ancak bu yavaşlamaya rağmen, Anglofon ekonomi basınında yarı yatırımcı öfkesi, yarı Batı yanlısı sadizmden oluşan mevcut kıyamet tellallığı, 2023’ün ilk altı ayında GSYİH’ye eklenen 3 puan ile ağır aksak ama yine de genişleyen Çin ekonomisinin kaderinin doğru bir yansıması değil. Daha ziyade entelektüel bir çıkmazın ve Çin ekonomisine ilişkin bilginin Batı kamusal alanında üretildiği ve dolaşıma sokulduğu kusurlu koşulların bir ifadesi.
Çin ekonomisi hakkında Batı’da yapılan yayınlar hakkında akılda tutulması gereken en önemli şey, bunların büyük bir kısmının “yatırımcı camiasının” ihtiyaçlarına cevap verdiği. Ho-fung Hung gibi kamusal düşünen bir akademisyenin her müdahalesine karşılık, hedef kitlesi Çin piyasasına farklı derecelerde maruz kalan bireyler ve firmalar ile giderek artan bir şekilde Batılı ülkelerin dış politika ve güvenlik kurumları olan onlarca uzman brifingi, rapor, haber makalesi ve sosyal medya paylaşımı var. Çin’e ilişkin analizlerin çoğu doğrudan faydalı ve hatta “eyleme geçirilebilir” türden olmaya çalışıyor. Nüfusun küçük bir kesimini hedef alan kâr ve politika odaklı müdahalelerin akışı, Çin ekonomisi hakkındaki “bahsi” her şeyden daha fazla şekillendiriyor.
Bundan iki özellik daha ortaya çıkıyor. Birincisi, Batılı yorumcuların en belirgin kaygıları, yabancı sermayenin Çin ekonomisi içindeki çarpık dağılımını yansıtıyor. Çin ekonomisi mal ticareti açısından oldukça küreselleşmiş olsa da finans açısından küreselleşmemiş durumda; Pekin’in sermaye kontrolleri yerel finans sektörünü küresel finans piyasalarından büyük ölçüde izole ediyor. Denizaşırı finansal sermayenin Çin piyasalarına sadece birkaç erişim noktası var, bu da uluslararası maruziyetin dengesiz olduğu anlamına geliyor. Yabancı yatırımcıları, offshore borçları olan ya da anakara dışındaki borsalarda (yani Çin’in sermaye kontrollerinden muaf) işlem gören Çin merkezli şirketler, tam da yurt dışı bağlantılarıyla orantılı olarak dikkat çekiyor. Bu nedenle, son iki yılda sayısız haber, Hong Kong’a kote olan ve dolar cinsinden borca dayanan gayrimenkul devi Evergrande’nin temerrüde düşme destanına ayrıldı. Gazeteciler ve yorumcular, Hong Kong’a kote olan ve offshore borcu olan bir başka sorunlu emlak geliştiricisi Country Garden’a da aynı yüksek görünürlüklü muameleyi yapmaya hazırlanıyor olabilirler. Buna karşın, Wall Street Journal ya da New York Times abonesi, küresel finansmana daha az bağımlı olan ve uluslararası yatırımcıların uykularının kaçma olasılığının düşük olduğu iki şirket olan State Grid (dünyanın en büyük elektrik tedarikçisi) ya da Çin Devlet İnşaat İdaresi (dünyanın en büyük inşaat firması) hakkında en son ne zaman bir makale okuduklarını hatırlamadıkları için affedileceklerdir.
İkinci özellik, finans sektörünün yatırım alternatiflerini satmak için politik-ekonomik hikâye anlatma sanatına güvenmesiyle ilgili. Yatırım yapacak parası olan müşteriler, bir analistin belirli bir yatırım ürününün olası getiri oranı hakkındaki tahmininden daha fazlasını, bu ürünün “büyük resme” —başka bir yerdeki kırılganlık, düşüş veya kapanmanın aksine, pazarın bir bölümünde fırsat, yenilik veya geçişin kapsayıcı bir hikâyesine— nasıl uyduğuna dair bir his isterler. Çin ekonomisine ilişkin tartışmalar, ister “yükseliş” ister “düşüş” olsun, düzenli olarak bu tür pazarlanabilir anlatılardan etkileniyor. Örneğin Şi Cinping’in üçüncü bir kurumsal reform dalgası başlattığı teorisi Reform 3.0 (böyle bir şey olmadı); Çin’in 2015 ve 2016 yıllarındaki finansal dalgalanması sırasında bir “Lehman anı” olmasa bile “sert iniş” korkusu (GSYİH büyümesi yüzde 7’ye yakın kaldı) ve Çin’in 2010’lar boyunca yatırımdan tüketime “yeniden dengelenmesinin” kaçınılmazlığına olan inanç (GSYİH’deki yatırım payı 2003’ten bu yana yüzde 40’ın üzerinde kaldı). Batılı yatırımcıların ve finansal aracıların hikâye anlatma ihtiyaçlarına yanıt olarak hazırlanmış gibi görünen bu tür anlatılar, kamuoyu tartışmaları için mıknatıs haline geliyor. Örneğin “yeniden dengeleme” hikayesi, Çin ekonomisinin tüketiciye dönük sektörlerine yatırım yapmak için zorlayıcı bir teşvik işlevi gördü, ta ki giderek inandırıcılığını yitirene kadar. Yol boyunca bir miktar para kazanıldı ve bir miktar da kaybedildi ve bu anlamda hikâye, iktisadi gerçeklerin zayıf bir yansıması olmasına rağmen sektörün kendi şartlarına göre kısmen başarılı oldu.
Çin ekonomisine ilişkin söylemlerin büyük bir kısmının yatırımcıların çıkarlarına göre şekillenmesi, ülkenin kısa vadeli duygu değişimlerine yatkınlığını da açıklayabilir. Bir kaide olarak, finansal piyasaların performansı reel ekonominin performansından daha değişkendir ve Çin örneğinde, ikincisine ilişkin algıları yönlendiren çoğunlukla denizaşırı yatırımcıların en çok maruz kaldığı ilkidir. Dolayısıyla bir finansal döngüden diğerine, yükselişten düşüşe ve geriye doğru keskin ruh hali değişimleri yaşanıyor. Kısmen piyasa duyarlılığının değişkenliği ile dalgalanan Anglofon yorumlar, Çin’in iktisadi performansını değerlendirme konusunda tutarlı ve güvenilir kriterlerden de yoksun. Ne kadar büyüme yeterli? Çin’in bir “kriz” içinde olmaması için ne tür bir iktisadi genişleme gerekir? 2009 yılında, Çin hükümeti küresel mali krizin ardından faaliyeti canlandırmak için olağanüstü bir banka kredisi dalgası başlatırken, kitlesel işsizliği ve sosyal istikrarsızlığı önlemek amacıyla ekonomiyi yüzde 8 oranında büyütmenin gerekli olduğuna inanılıyordu. Bugün Batı’da hiç kimse Çin’in yılda yüzde 8 büyümeyi hedeflemesi gerektiğini söylemeyi hayal bile edemez. Peki GSYİH büyümesinin kendisi ekonomik gücün yeterli bir ölçütü müdür? Çinli yetkililerin GSYİH performansına atfettikleri önem azaldı. Resmi hedef 2023 için yaklaşık bir hedef — “yaklaşık yüzde 5” — bir miktar hareket alanı sağlarken, On Dördüncü Beş Yıllık Plan (2021-2025) genel bir GSYİH hedefinden tümüyle vazgeçiyor.
Performansı değerlendirmek için kullanılan değişken standartlara ek olarak, Çin ekonomisindeki önemli gelişmelerin, özellikle de karar alıcıların niyetleriyle ilgili olarak nasıl yorumlanacağı konusunda da bir dereceye kadar kafa karışıklığı söz konusu. Emlak sektörünün yaşadığı sıkıntılar bunun bir örneği. Aşırı borçlu Evergrande’nin ağır çekimdeki çöküşü, Batı basınında defalarca “Lehman anı” benzetmesinin bir başka yinelemesiyle, tüm Çin ekonomisini bekleyen bir felaket olarak tasvir edilmişti. Bu, Çin hükümetinin 2020 yazında Evergrande de dahil olmak üzere yüksek borçlu emlak geliştiricilerinin kolay krediye erişimini kasıtlı olarak engellediği gerçeğini göz ardı ediyor; bu tedbir, o zamandan beri “üç kırmızı çizgi” politikası olarak anılıyor. Elbette hiçbir büyük ölçekli kurumsal temerrüt ve yeniden yapılandırma kendi başına arzu edilen bir durum değil. Fakat Evergrande’ninki gibi başarısızlıkların Çinli yetkililer tarafından emlak sektörünü bir bütün olarak disipline etmenin ve daha geniş ekonomi içindeki ağırlığını azaltmanın bedeli olarak görüldüğü anlaşılıyor. Her ne kadar 2022 yılında yatırımların keskin bir şekilde azaldığı emlak sektöründeki gerileme Çin’in genel büyüme performansını olumsuz etkilemiş olsa da bu durum GSYİH büyümesi pahasına da olsa toplam ekonomik çıktı içindeki payının azalması olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilecek olan sektörü “düzeltmeye” dönük kararlı bir girişimin sonucu gibi görünüyor.
Çin ekonomisine daha aklı başında bir yaklaşım için başlangıç noktası, içinde bulunduğumuz dönemi daha uzun vadeli bir perspektife oturtuyor. Çin ekonomisi 1980’ler ve 1990’larda kapsamlı bir dönüşüm geçirdi. Bu on yılları tanımlayan reform dalgalarının bir sonucu olarak tarımsal üretim kolektiften hane halkına geçti, devlet endüstrileri kâr amacı güden işletmelere dönüştürüldü, malların, hizmetlerin ve işgücünün tahsisi tamamen piyasalaştırıldı ve güçlü bir özel sektör doğdu, hızla genişledi ve konsolide edildi. Bu yoğun kurumsal yeniden yapılanma dönemi 2000’li yılların başında sona erdiğinden beri Çin’in GSYİH’si reel olarak dört kattan fazla arttı, ancak ülkenin temel iktisadi yapısı, hem kamu iktisadi teşebbüsleri ile özel sermaye arasındaki denge hem de yatırımın tüketime göre önceliği açısından sabit kaldı. Bu bağlamda kayda değer değişim örnekleri —teknolojik gelişme, sermaye piyasalarının genişlemesi— yavaş ilerledi. GSYİH büyümesindeki düşüşün kendisi uzun süreli bir mesele ve mevcut konfigürasyonun temelleri muhtemelen bir süre daha devam edecektir. Çin ekonomisi ne Joe Biden’ın geçen ay cüretkâr bir şekilde ifade ettiği gibi bir “saatli bomba” ne de —aşırı kullanılan bir ifadeyle— “bir yol ayrımında”. Çin ekonomisi kayıtsızca yoluna devam ederken, Batı’daki Çin boğaları önümüzdeki yıllarda Çin ayılarına dönüşmeye devam edebilir ya da tam tersi olabilir.