Zombi ekonomi
"Ekonominin mevcut zayıflaması kolaylıkla tersine çevrilebilir bir eğilim değil. Esasında bu Çin'in son kırk yıldaki eşitsiz kalkınmasının ve sermaye birikiminin mantıksal sonucu."
Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen görüş, Çin asıllı Amerikalı sosyolog, yazar ve Johns Hopkins Üniversitesi politik ekonomi profesörü Ho-fung Hung’un imzasıyla New Left Review’de yayımlandı. Ho‑Fung, Çin’in Amerika’ya alternatif oluşturacak seviyede bir aktör haline geleceği ve birincil güç olacağı yönündeki geçmiş iyimser tahminleri hatırlatarak bunların tutmadığını öne sürüyor. Ho-fung’a göre gayrimenkul devi Evergrande’nin son yıllardaki borç krizinde de görüleceği üzere Çin, ekonomiyi borçla ayakta tutmanın sonuçlarını yaşıyor. Ve mevcut siyasi söylem ve pratikteki ketumlaşma da bu vahametin ifadesi.
Zombi ekonomi
Ho-fung Hung
4 Ağustos 2023
2010’lu yılların başlarında Çin hükümetiyle bağları olan eski bir Dünya Bankası baş yetkilisi olan iktisatçı Justin Lin Yifu, Çin ekonomisinin en az yirmi yıl daha yüzde 8’in üzerinde büyüyeceğini öngörmüştü. Lin, ülkenin kişi başına düşen geliri 1950’lerde Japonya’nın, 1970’lerde ise Güney Kore ve Tayvan’ınkiyle eşdeğer seviyede olduğu için o dönemde Çin’in bu diğer Doğu Asya ülkelerinin eski başarılarını tekrarlamaması için hiçbir sebep olmadığını düşünüyordu. Lin’in öngörüsü Batılı yorumcular arasında da yankı bulmuştu. The Economist, Çin’in 2018 yılına kadar ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi haline geleceğini öngördü. Diğerleri ise Komünist Parti’nin iddialı bir siyasi liberalleşme programı başlatacağını hayal ediyordu. New York Times’tan Nicholas Kristof, 2013’te Şi’nin “iktisadi reformun yeniden canlanmasına ve muhtemelen biraz da siyasi gevşemeye öncülük edeceğini” yazdı: “Mao’nun naaşı onun gözetiminde Tiananmen Meydanı’ndan çıkarılacak. Nobel Barış Ödüllü yazar Liu Xiaobo hapisten çıkacak.” Siyaset bilimci Edward Steinfeld de 2010 yılında Çin’in küreselleşmeyi benimsemesinin 1980’ler ve 90’larda Tayvan’da yaşananlara benzer bir “kendi kendini bitiren otoriterlik” sürecini başlatacağını ileri sürdü.
On yılın ardından bu tahminlerin naifliği açıkça görülüyor. Kovid-19’un başlamasından önce bile Çin ekonomisi yavaşlamış ve Evergrande gibi büyük gayrimenkul müteahhitlerinin çöküşünde görülebilen bir iç borç krizine girmişti. Pekin’in 2022’nin sonlarında tüm pandemi kısıtlamalarını kaldırmasının ardından yaygın olarak beklenen ekonomik toparlanma gerçekleşmedi. Genç işsizliği yüzde 20’nin üzerine çıkarak diğer tüm G7 ülkelerini geride bıraktı (başka bir tahmine göre bu oran yüzde 45’in üzerindeydi). Ticaret, fiyat, üretim ve GSYİH büyümesine ilişkin verilerin tümü koşulların —mali ve parasal teşviklerin tersine çeviremediği bir eğilim— kötüleştiğine işaret ediyor. The Economist artık Çin’in ABD’yi asla yakalayamayacağını iddia ediyor ve Şi’nin liberal olmadığı, özel sektöre ve yabancı işletmelere devlet müdahalesini iki katına çıkarırken muhalif sesleri (daha önce parti tarafından hoş görülenler de dahil) susturduğu evrensel olarak kabul ediliyor.
Dış faktörlerin Çin’in beklentilerini kökten değiştirdiğini düşünmek yanlış olur. Aksine, ülkenin kademeli düşüşü on yıldan daha uzun bir süre önce başladı. Ekonomik verileri yakından analiz edenler, hareketli iş sahalarının ve gösterişli bina inşaatlarının ötesinde, bu ekonomik rahatsızlığı 2008 gibi erken bir tarihte tespit etmişti. O zamanlar Çin’in tipik bir aşırı birikim krizine girdiğini yazmıştım. Patlayan ihracat sektörü 1990’ların ortalarından bu yana büyük miktarda döviz rezervi toplamıştı. Kapalı finans sisteminde ihracatçılar döviz kazançlarını merkez bankasına teslim etmek zorunda, merkez bankası da yabancı para birimlerini temizlemek için eşdeğer RMB yaratıyor. Bu da ekonomideki RMB likiditesinin, çoğunlukla banka kredileri şeklinde olmak üzere hızla artmasına yol açtı. Bankacılık sistemi parti devleti tarafından sıkı bir şekilde kontrol edildiğinden —devlete ait veya devletle bağlantılı işletmeler seçkin ailelerin derebeylikleri ve sağmalık inekleri olarak hizmet ettiğinden— kamu sektörü, yatırım çılgınlığını körüklemek için kullanılan devlet bankası kredilerine imtiyazlı erişim sağladı. Sonuç, artan istihdam, geçici ve yerel bir ekonomik patlama ve seçkinlere talih kuşu oldu. Ancak bu dinamik aynı zamanda geride gereksiz ve kârsız inşaat projeleri —boş apartmanlar, az kullanılan havaalanları, gereksiz kömür santralleri ve çelik fabrikaları— bıraktı. Bu da ekonominin ana sektörlerinde kârların düşmesine, büyümenin yavaşlamasına ve borçluluğun artmasına neden oldu.
2010’lar boyunca parti devlet, bu yavaşlamayı durdurmak amacıyla periyodik olarak yeni krediler verdi. Fakat pek çok şirket, ekonomiye yeni harcama ya da yatırım eklemeden mevcut borçlarını yeniden finanse etmek için kolay banka kredilerinden yararlandı. Bu şirketler nihayetinde kredi bağımlısı haline geldi ve her bağımlılıkta olduğu gibi, etkilerin azalmasına karşı doz artırmaya ihtiyaç vardı. Zamanla, zombi işletmelerin sadece borçla ayakta tutulması nedeniyle ekonomi dinamizmini kaybetti: 1990’ların başında patlamasının sona ermesinin ardından Japonya’yı sarsan o klasik “bilanço resesyonu” vakası. Ancak bu sıkıntılar 2010’ların başında içeridekiler için giderek daha bariz hale gelirken Lin’in iyimser değerlendirmesini köpürten devlet medyasında sansürlendiler. Bu arada Batı dünyasında, Wall Street bankerleri ve şirket yöneticilerinden oluşan bir ağ, yatırımcıları Çin’e çekerek kâr etmeye devam ederken daha şüpheci analizleri bastırmak konusunda bir dizi gerekçeye sahipti. Böylece sınırsız yüksek hızlı büyüme yanılsaması, ekonominin piyasa reformu döneminin başlangıcından bu yana en ciddi krizine girdiği anda hâkim oldu.
Pekin bu krizi hafifletmek için ne yapılması gerektiğini uzun zamandır biliyor. Bariz bir adım, hane halkı gelirini ve dolayısıyla hane halkı tüketimini artırmak için yeniden dağıtım reformu başlatmak olacaktır; ki bu reformun GSYİH’ye oranı dünyadaki en düşük seviyeler arasında yer alıyor. 90’lı yılların sonlarından bu yana Çin ekonomisinin ihracata ve altyapı inşaatı gibi sabit varlık yatırımlarına olan bağımlılığını azaltarak daha sürdürülebilir bir büyüme modeli lehine yeniden dengelenmesi yönünde çağrılar yapılıyor. Bu durum, 2003-13 yılları arasında Hu Jintao ve Wen Jiabao hükümeti döneminde Yeni İş Sözleşmesi Kanunu, tarım vergisinin kaldırılması ve kamu yatırımlarının iç kırsal bölgelere yönlendirilmesi gibi bazı reformist ve yeniden dağıtımcı politikaların uygulanmasına yol açtı. Ancak çıkar gruplarının (kamu işletmelerinin yanı sıra inşaat sözleşmeleri ve bu projeleri besleyen kamu bankası kredileriyle büyüyen yerel yönetimler) ağırlığı ve bu tür bir yeniden dengeleme politikasından fayda sağlayacak sosyal grupların (işçiler, köylüler ve orta sınıf haneler) güçsüzlüğü, reformizmin kök salmaması anlamına geliyordu. Hu-Wen döneminde eşitsizliğin azaltılmasında elde edilen asgari kazanımlar 2010’ların ortalarından sonra usulüne uygun olarak geri alındı. Son zamanlarda Şi, “ortak refah programının” Mao döneminin eşitlikçiliğine dönüş ya da refahçılığın geri getirilmesi olmadığı konusunda açıktı. Bu daha ziyade, devletin sermaye karşısındaki paternalist rolünün —devletin teknoloji ve emlak sektörlerindeki varlığının artırılması ve özel girişimciliğin ulusun daha geniş çıkarlarıyla uyumlu hale getirilmesi— bir iddiası.
Parti devlet, kendini bu vahim durumun sosyal ve siyasi yansımalarına karşı hazırlıyor. Resmi siyasi beyanlarda “güvenlik”, “ekonomiyi” gölgede bırakarak en sık telaffuz edilen kelime haline geldi. Mevcut liderlik, toplum üzerindeki kontrolünü sıkılaştırarak, özerk seçkin grupları ortadan kaldırarak ve artan jeopolitik gerilimin ortasında uluslararası sahnede daha iddialı bir duruş benimseyerek —bu tür tedbirler kalkınma sorunlarını ağırlaştırmaya hizmet etse bile— ekonomik gerilemeden kurtulabileceğine inanıyor. Bu durum, 2018’de devlet başkanlığı dönem sınırlamasının kaldırılmasını, iktidarın Şi’nin elinde merkezileşmesini, yolsuzlukla mücadele adına parti hiziplerinin kökünü kazımaya yönelik amansız kampanyayı, büyüyen bir gözetim devletinin inşasını ve devletin meşruiyet temelinin ekonomik büyümeden milliyetçi coşkuya doğru kaymasını açıklamaya yardımcı oluyor. Ekonominin mevcut zayıflaması ve otoriterliğin şiddetlenmesi kolaylıkla tersine çevrilebilir eğilimler değil. Esasında bunlar Çin’in son kırk yıldaki eşitsiz kalkınmasının ve sermaye birikiminin mantıksal sonuçları. Bu da burada öylece kalacakları anlamına geliyor.