Çin emperyalizmi miti
"Kuşak ve Yol Girişimi'nin ilk yıllarındaki heyecan yerini Çin'le angajmanın maliyet ve faydalarının daha ölçülü bir şekilde değerlendirilmesine bıraktı."
Çevirmenin notu: Çin’in son yıllarda özellikle Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki gönlü bol yatırımlarına dair Batılı gazeteci ve think-tanker’lar “borç tuzağı diplomasisi” nitelendirmesini yapıyor. Pek hayadan nasibini almamış olacaklar ki megafonluğunu yaptıkları devletin yıllardır yoksul ülkelere uyguladığı şantaj politikasına atıf yaparak başka bir ülkeyi suçluyorlar. Aşağıda tercümesi verilen makalede Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi ve Twilight of the Money Gods kitabının yazarı John Rapley, Kuşak ve Yol’un Çin’in “yapa yapa öğrendiği” ve Batılıların söylediğinden bambaşka bir proje olduğuna işaret ediyor.
Çin emperyalizmi miti
John Rapley
29 Eylül 2023
Kuşak ve Yol’da kötü niyetli herhangi bir şey yok
Devlet Başkanı Şi Cinping, 10 yıl önce Kazakistan’da yaptığı bir konuşmada Avrupa ile Çin arasındaki antik “ipek yolunu” yeniden canlandırma planını ilk kez açıkladığında Batılı liderler pek aldırış etmemişti. Sahnede Kazak şiiri okuyan bu adamın, tüm yolların nihayetinde Pekin’e çıktığı eşi benzeri görülmemiş bir küresel iktisadi ağ kurmayı planladığına dair hiçbir belirti yoktu. Kuşak ve Yol Girişimi (KYG), daha sonra vaftiz edildiği şekliyle, Çin’in kozmik hırsının bir sembolü haline gelecekti.
O zamandan beri geçen on yıl içinde Kuşak ve Yol projelerine bir trilyon dolardan fazla yatırım yapıldı ki bu rakam Batılı ülkelerin yardım bütçelerinin toplamına denk. Çin’in yeni cömertliği için dünyanın dört bir yanında hevesli talipler bulması şaşırtıcı değil, zira Batılı ülkeler boynuzlarını çekmeye başlamıştı; mesela Britanya, yakın zamanda bir uçak gemisi inşa etmek için yumuşak gücünün bir ayağı olan yardım bütçesini kesmişti.
Fakat Çin bu boşluğu doldururken Batılı ülkeleri tedirgin etti ve 100’den fazla ülkeden temsilciler, üçüncü Kuşak ve Yol Uluslararası İşbirliği Forumu için Pekin’de bir araya geldiğinde çok azı katılacak. Özellikle Amerikan dış politika çevrelerinde, Çin’in KYG’yi Batı’ya rakip bir blok oluşturmak için kullandığına dair söylentiler giderek artıyor.
Yakın zamanda düzenlenen G20 Zirvesi’nde ABD ve bazı ortakları, KYG’ye açık bir yanıt olarak Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak bir altyapı programı açıkladı. Ancak Çin ile kafa kafaya gelmeyi umuyorlarsa, taktiklerini yeniden gözden geçirmek isteyebilirler, zira Çin’in sahiden iyi olduğu bir şey varsa o da altyapı inşa etmek. Biz Euston istasyonuna kısa bir tünel açıp açmama konusunda karar vermeye çalışırken Çin yaklaşık 40 bin kilometre uzunluğunda yüksek hızlı demiryolu inşa etti.
Her halükârda, Kuşak ve Yol Girişimi’nde hain bir niyet bulmak, gözlemlenenlerden çok gözlemleyenler hakkında bir şeyler söyleyebilir. Batı’da sıkça karşılaştığımız eğilimlerden biri, Çin’in davranışlarına Soğuk Savaş merceğinden bakmak ve yıkılan Sovyetler Birliği’nden boşalan rolü Orta Krallık’a yüklemek. Bu şekilde bakıldığında Kuşak ve Yol Girişimi, Çin’in bir dizi ülkeyi kendi yörüngesine daha fazla çekerek iktisadi gücünü siyasi kontrole dönüştürme çabası gibi görünüyor. Hatta bazıları Çin’in otokratik rejimlerle ortaklık kurma niyetini ideolojik bir plan olarak algılıyor ve bunu anti-demokratik, Batı karşıtı bir blok inşa etmek istediğinin kanıtı olarak gösteriyor.
Fakat özünde, Kuşak ve Yol Girişimi’nin ilk ortaya çıkışının ardında pek de jeopolitik bir düşünce yoktu. Bundan ziyade iktisadi bir sorunu çözmeye çalışan bürokratlar tarafından uydurulmuştu: Çin ekonomisi duvara toslamıştı. Çin, 2008 küresel mali krizinin üstesinden gelmek için devasa bir mali teşvik başlatmış ve dünya ekonomisini resesyondan çıkarmayı başarmıştı ama aynı zamanda kendisini çok fazla kapasite fazlasıyla baş başa bırakmıştı. Bu arada Çin, ihraç mallarının montajı için düşük ücretli işçilere dayanan bir büyüme modelinin sınırlarına yaklaşıyordu. Devasa işgücü fazlası temizlendikçe ücretler yükseldi ve bu, Çinli firmaların artık yurt dışındaki rakiplerinin fiyatlarını aşağı çekemeyeceği bir geleceğin habercisi oldu.
Eğer bu klasik orta gelir tuzağından kurtulmak istiyorsa Çin’in üretimini teknolojik açıdan daha gelişmiş üretime yönlendirmesi ve emek yoğun montaj işlerini denizaşırı bölgelere taşıması gerekecektir. Amerika’nın sanayisizleşmesine yardımcı olan dış kaynak kullanımı dalgalarını cezbederek ekonomisini inşa etmiş olan Çin’in şimdi aynı şeyi yapması ve kendi üretiminin bir kısmını sınırlarının ötesindeki düşük ücretli bölgelere taşıması gerekiyordu.
Bir grup devlet memuru bunu başarmaya dönük bir plan yaptı; denizaşırı pazarlara, malzemelere ve işgücüne erişim sağlayacak ulaşım ağları oluşturarak ve daha sonra ortaklıklarını geliştirmek için bu bağlantıları kullanarak Çin, ekonomisini ülke sınırlarının ötesine genişletebilecekti. Fakat bunu yapmak için Marshall Planı gibi klasik bir yardım programını kullanmayacaktı. Bunun yerine Pekin, bankalarını ticari koşullarla sermaye sağlamaya teşvik edecekti ki, üretiminin neredeyse yarısını tasarruf eden ve yurt içinde yüksek getirili fırsatlar listesinin azaldığı bir ülkede biriken geniş sermaye havuzları göz önüne alındığında bunu yapmaya oldukça muktedir ve istekliydiler.
Politika önerisi uygun bir zamanda geldi. Şi Cinping’in yeni iktidara gelmesiyle birlikte Pekin, Batılı ticari ortaklarıyla olan iyi ilişkilerinin giderek daha fazla zorlanacağından endişe duymaya başlamıştı. Barack Obama’nın ABD başkanlığına yükselmesi ve yönetiminin Çin’e karşı bir denge unsuru olarak Amerika’nın askeri varlığını artırdığı Asya’ya yönelmesi bu algıyı güçlendirdi. Çin’in daha sonra önerilen Trans-Pasifik Ortaklığı etrafındaki müzakerelerden dışlanması Pekin’deki bu inancı pekiştirdi. Şi, KYG’yi kendi projesi haline getirdi ve kısa sürede yeni iktisadi politikasının temel taşı oldu.
Kuşak ve Yol Girişimi iktisadi bir program olarak hazırlanmış olsa da kısa süre içinde komünist liderlik tarafından yeni bir jeopolitik stratejiye de yön verebileceği anlaşıldı. Bir kere KYG, Çin’e yepyeni bir kalkınma modeli sergileme şansı verdi. Batı’nın küresel kalkınma yaklaşımı IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi çok taraflı finans kuruluşlarını kullanarak piyasa yanlısı politika rejimleri oluşturmaya ve ardından hedeflenen yardımlarla bunların uygulanmasına yardımcı olmaya odaklanırken Çin, kalkınmanın anahtarının altyapı inşa etmek olduğuna inanıyordu. Bu arada Çin, bir ülkenin kullanmayı seçebileceği kalkınma, yönetişim ya da insan hakları rejimini tamamen kendi işi olarak görüyordu ki bu da müdahale etmeme geleneğini yansıtan bir tutumdu. Gelişmekte olan dünyada Batılı ülkelerin kendi ahlaki ya da iktisadi gündemlerini dayatan kibirli emperyalistler olarak algılandığı düşünüldüğünde Çin’in mesafeli duruşu ferahlatıcı bir değişiklik oldu.
Yine de KYG alternatif bir küresel finans mimarisi yaratmış değil, en azından henüz. 1944’te Bretton Woods’ta oluşturulan çok taraflı düzenin aksine daha sınırlı hedefleri var. IMF, Dünya Bankası ve DTÖ gezegenin her yerinde faaliyet gösterirken Çin’in KYG’si öncelikle Asya, Avrupa, Afrika ve Okyanusya’ya, yani dünyanın hinterlandı olarak adlandırılabilecek bölgelerine odaklanıyor. Diplomatik angajman söz konusu olduğunda ise Çin hala çok taraflı rejimlerden kaçınarak daha mütevazı ama pratik bir yaklaşım olan ikili ilişkilere odaklanmayı tercih ediyor.
Ancak bu yaklaşım, Çin’in daha önce hiç ciddi bir şekilde yapmadığı bir şekilde dünya ile etkileşime girmesi nedeniyle bazı büyüme sancılarına neden oluyor. Kuşak ve Yol Girişimi bir yandan ülkenin ihracat potansiyelini genişletme hedefine hizmet ediyor. Fakat pek çok ülkede, özellikle de Çin’in büyük ve büyüyen bir varlığa sahip olduğu Afrika’da, karmaşık altyapı programlarını yönetecek idari kapasite eksik. Sonuç olarak, Çin’in cömertliği karşısında duyulan ilk coşku, ödemelerin vadesi geldikçe ve bazı hükümetler bunları karşılamakta zorlandıkça, son yıllarda yerini daha ölçülü bir değerlendirmeye bıraktı.
Bu durum bazı Batılı yorumcuların “borç tuzağı diplomasisi” kavramına, Çin’in, borçlunun ödemelerini aksatması halinde daha sonra devreye girip varlıklarına el koymak amacıyla borç verdiği fikrine sarılmalarına yol açtı. Buna örnek olarak, hükümeti borçlarını ödeyemeyeceğini anladığında Çin’in 99 yıllık bir kira sözleşmesiyle limanlarından birinin doğrudan kontrolünü ele geçirmesine izin veren Sri Lanka’nın durumu gösteriliyor.
Fakat hakikat muhtemelen daha yavan. Çin, Batılı hükümetlerin onlarca yıldır uğraştığı şeyi, yani devlet borçlularının iflas sorunlarını zor yoldan öğreniyor. Buna karşılık, daha küçük, hedefe yönelik projelere öncelik veren, biraz daha Batı tarzı “az ama güzel” kredilere yeniden yöneliyor gibi görünüyor. Yıllar içinde Batılı hükümetler, mali krizlerin hızlı bir şekilde çözülmesini kolaylaştıran Paris Kulübü gibi kurumlar aracılığıyla detaylı bir küresel mimari geliştirdiler. Ancak Çin bu tür kurumlara katılmaya direndi, bunun yerine sorunları geçici olarak çözmeye çalıştı. Bu her zaman kolay olmadı. Borç diplomasisi nadiren öyle ve Çin, hayırsever rolünün nihayetinde gizli bir bedel taşıyabileceğini keşfediyor.
Kuşak ve Yol Girişimi’nin ilk yıllarındaki heyecan yerini Çin’le angajmanın maliyet ve faydalarının daha ölçülü bir şekilde değerlendirilmesine bıraktı; zira ortak ülkeler hegemon olmaya aday bir ülkenin rolünün hediyeler dağıtmanın ötesine geçtiğini anladılar. Pek çok ülke, ABD liderliğindeki ittifaka karşı oynayabilecekleri rakip bir kutba sahip olmayı hala faydalı buluyor ama İtalya’nın KYG’ye katılımını yakın zamanda yeniden gözden geçirmesi, muhtemelen Batılı müttefiklerin vagonların etrafında dönmesinden ziyade, pek çok ülkenin Çin’e ne derece bağımlı olduklarını yeniden düşünmelerinin bir örneği olarak görülebilir. Çin yumuşak gücünü inşa etti ve diplomasiye dişlerini geçirdi, ancak onlar da KYG’nin eğlenceli kısmının artık bitmiş olabileceğini fark ediyorlar.