Wolfgang Münchau: Küreselleşmenin sonu
"Küreselleşme popülist bir tepkiye yol açtı ama beceriksiz bir küreselleşme de öyle olacak. Nihai ironi de burada yatıyor. Ulusların riskleri azaldığında Trump hala orada olacak."
Çevirmenin notu: ABD’nin Avrupa’nın zararına korumacı yaklaşımlar benimsemesi, Başkan Joe Biden yönetiminin Çin’e karşı uyguladığı kısıtlamalarda Trump’ı bile geride bırakmasında dünya kapitalizmi adına bazı riskler mevcut. ABD, kendi sanayisini kalkındırırken bunu Avrupalı kadim dostlarını zarara uğratarak yapıyor. Fakat doğuda, dünyanın en büyük emtia tedarikçisi Rusya ile üretim devi Çin arasındaki yakınlaşma da hiç olmadığı kadar artıyor.
FT Deutschland’ın eski eş yayın yönetmeni Wolfgang Münchau, isabetli değerlendirmelerle gelmiş.
Küreselleşmenin sonu
Wolfgang Münchau
26 Temmuz 2023
Ukrayna'daki savaş ve Çin'in Kuşak ve Yol projesinin duraksamasıyla birlikte açık ticaret dönemi sona erdi. Küreselleşme dönemini kapatan dünyaya kim hükmedecek?
Eğer küreselleşmenin gerilediğine dair bir kanıt arıyorsanız, bunu ticaret istatistiklerinde bulabilirsiniz. Bunu Almanya’nın düzlükleri gibi yerlerde de bulabilirsiniz. Bu yerlerden biri de batı Ruhr vadisindeki sanayi kenti Duisburg. On yılı aşkın bir süre önce Çin, Duisburg’u, ülkeyi dünyanın geri kalanına bağlayacak karayolları, demiryolları ve nakliye rotalarından oluşan bir ağ olan Kuşak ve Yol projesinin merkezlerinden biri olarak gözüne kestirmişti. Batı Avrupa merkezi olarak Duisburg’u seçtiler, zira bu kent dünyanın en büyük iç nehir limanına sahip. Çin-Avrupa Demiryolu Ekspresi’nin ilk treni 2011 yılında Çin’in güneybatısındaki Chongqing’den —Rusya ve Belarus üzerinden— Duisburg’a ulaştı. 10 bininci varış ise bir yıldan biraz daha uzun bir süre önce gerçekleşti.
Ardından Kovid ve Ukrayna’daki savaş geldi. Rusya’ya yönelik yaptırımlar, demiryolu trafiğinin sigortalanmasının çok pahalı hale gelmesi anlamına geliyordu. Kuşak ve Yol, küreselleşmenin Çincesiydi. Fakat ABD’nin baskısı altındaki Avrupa ülkeleri Pekin ile ilişkilerini yeniden değerlendirdi. Çinli liman işletmecisi Cosco, Duisburg liman terminalindeki hisselerini sattı. Bu karar ve Kuşak ve Yol’un hayata geçirilemeyen diğer projeleri, Çin ve Almanya’nın on yıl önce gerçekleşmesini bekledikleri ile şu anda yaşananlar arasındaki uçurumu simgeliyor.
Kuşak ve Yol, modern ekonomi tarihinde farklı bir dönemin, hiper-küreselleşme çağının sonuna denk geldi. Bu dönem Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle başladı ve pandemi ile sona erdi. İlk on yılı çoğunlukla ticaretin serbestleştirilmesiyle geçti: Dünya Ticaret Örgütü yeni küresel ticaret otoritesi haline geldi. Bunu sayısız ticaret anlaşması takip etti. 1990’lar aynı zamanda internet ve finansal serbestleşme yılları da oldu. Avrupa ise tek pazarın hayata geçirilmesine tanıklık etti ve sonraki on yılda AB’nin genişlemesine zemin hazırlandı.
Ancak en önemli değişim Çin’in küresel ekonomiye entegre olmasıydı. Çin dünya ekonomisine ucuz işgücü sağlıyordu. Almanya, Çin ve diğer Asya ülkeleri bu sistemin atölyeleriydi. Dünyanın geri kalanına karşı büyük ve sürekli ticaret fazlaları verdiler. ABD ve Birleşik Krallık sistemin bankerleriydi. ABD iyi huylu bir hegemon olarak hareket etti. Büyük ve kalıcı ticaret açıkları vererek dünyanın fazla tasarruflarını emdi. Küresel dengesizlikler ekonomik sistemin bir kusuru değil, özelliğiydi.
Küreselleşme başta mal ticaretiyle ilgili değildi. Mal ticaretinin payı 1990’larda ve 2000’lerin başında hızla arttı, 2008’deki küresel mali kriz sırasında zirveye ulaştı ve o zamandan beri durgunlaştı. 1989’dan sonraki dönemi farklı kılan diğer faktörlerin —sermaye ve işgücü— küreselleşmesiydi. Genişleyen AB’de dolaşım özgürlüğü Batı Avrupa’ya “Polonyalı tesisatçıyı” ve “Litvanyalı garsonu” getirdi. Modern küreselleşme çağımızın konusu ticaret değil, insanlar.
Küreselleşme, dünya ekonomisi açısından toplam düzeyde bir kazan-kazan oyunuydu. Küreselleşmeyi destekleyenlerin görmediği ya da görmek istemediği şey, kaybedenlerin sayısının artmasıydı: ABD’nin Pas Kuşağı’nda, kuzey Britanya’da, kuzey İtalya’da, kuzey Fransa’da ve doğu Almanya’da… Donald Trump’ın 2016’daki Önce Amerika kampanyası küreselleşmeye karşı bir tepkiydi. Brexit de öyle. Her ülke kendine özgü bir şekilde bundan hoşnutsuzluk duydu. Fakat tamamının ortak noktası, eski sisteme olan siyasi desteğin azalması.
Küresel eğilimleri genelde gecikmeli olarak takip eden AB’de en kötüsü hala gelmedi. Otomotiv endüstrisinin öngörülebilir gerilemesi, ağır çekimde bir trafik kazası gibi hissediliyor. Küresel otomotiv endüstrisi yakın zamana kadar üç ülkenin —Japonya, Almanya ve Güney Kore— hakimiyetindeydi. Sonra, 2022’de Çin aniden dünyanın en büyük otomobil ihracatçısı olarak belirdi. Alman otomotiv şirketleri dizel motorlarına hileli emisyon testi cihazları takmakla meşgulken, Çin elektrikli otomobillerin tüm tedarik zincirini kontrol etmek amacıyla stratejik yatırımlara başladı. Başarılı da oldu.
Küresel ekonominin başına gelenleri anlamak için, otomobillerin nerede üretildiğine değil, paranın nerede kazanıldığına bakmak en iyisi. Akaryakıtla çalışan bir otomobilin satışındaki ana kâr kaynağı motor ve satış sonrası hizmet. Elektrikli araçlar özünde tekerlekli ve büyük bir bataryaya sahip iPad’ler. Nispeten basit motorlara sahipler. Ayrıca daha az servis gerektirirler. Elektrikli otomobil şirketleri için en büyük kazanç bataryalar ve yazılım; bu da Avrupalıların yapmakta iyi olmadıkları bir şey. Çin şu anda nadir toprak elementleri ve lityumdan yapay zekâ yazılımı ve bataryalara kadar elektrikli araç tedarik zincirinin kritik düğümlerini kontrol ediyor. AB en önemli endüstrilerinden birini kaybetmek üzere.
Biden yönetimi öncülüğünde direniş başladı. Operasyonun arındaki siyasi beyin, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan. Sullivan, 27 Nisan’da Washington’daki Brookings Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada sorunun kısa ve öz tanımını yaptı: “Değişen küresel ekonomi pek çok çalışan Amerikalıyı ve onların yaşam alanlarını geride bıraktı. Bir mali kriz orta sınıfı sarstı. Bir pandemi tedarik zincirlerimizin kırılganlığını ortaya çıkardı. Değişen iklim, yaşamları ve geçim kaynaklarını tehdit etti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali aşırı bağımlılığın risklerinin altını çizdi.”
Önerdiği şey Trump’ın kaba Önce Amerika politikalarının daha sofistike bir versiyonu. Sullivan, Hillary Clinton’ın 2016’daki başarısız başkanlık adaylığı sırasında dış politika danışmanıydı ve söylendiğine göre ona Ortabatı’da kampanya yürütme konusunda daha fazla zaman harcamasını tavsiye eden birkaç kurmaydan biriydi.
Şu anda öncülüğünü yaptığı tepkinin pek çok adı var: küreselleşmeden arındırma, riskten arındırma, çatallanma, friend-shoring. Üç bileşeni var: teşvikler, tedarik zinciri güvenliği ve yaptırımlar. Teşviklerin ana programı, Biden’ın kafa karıştırıcı adıyla öne çıkan Enflasyonu Düşürme Yasası ve yabancı şirketlerin yatırımlarına açık olan 500 milyar dolarlık temiz enerji ve sağlık harcamalarından geliyor. Bu, Amerika’nın AB’nin daha küçük boyutlu ve daha bürokratik olan Yeşil Mutabakatına yanıtı.
Tedarik zincirlerinin korunmasına verilen önem, bunların kesintiye uğramasının ülke için güvenlik riskleri oluşturduğunun farkına varılmasından kaynaklanıyor. AB ile ABD, Avrupa ve ABD tedarik zincirlerini birbirine bağlayacak bir kritik maden anlaşması için müzakerelere başlamak üzere. Bu yıllarca sürecek ve özellikle de gelecekteki herhangi bir Cumhuriyetçi yönetimde nihayete ermesinin garantisi yok.
Yaptırımlar belki de bu üç geri adımdan en önemlisi. ABD ve AB, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uyguladı, ancak şimdiye dek mütevazı bir başarı elde etti. ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, Çinli mobil telekomünikasyon şirketi Huawei’yi 5G mobil iletişim sistemleri kurmaktan men etti. En geniş kapsamlı kısıtlama ise ABD’nin Çin’e yüksek performanslı yarı iletkenlerin satışını yasaklaması.
ABD bunu görünürde Çin’in yüksek hassasiyetli füzeler geliştirmesini engellemek adına yaptı ama bu, aynı zamanda Amerika’nın bu sektördeki teknolojik liderliğini korumak içindi. Biden yönetimi, daha sonra Eindhoven merkezli yüksek hassasiyetli litografi ekipmanı üreticisi ASML’nin yasağa uyması konusunda Hollanda’ya baskı yaptı. Bu makineler, mikroçipler üzerindeki ince detayları şekillendiriyor.
ABD’nin kendi yaptırımlarını üçüncü ülkelere genişletebilmesinin nedeni, Amerikan dolarının önde gelen küresel para birimi olarak oynadığı rolle alakalı. Biri Rusya’da diğeri Çin’de olmak üzere iki kişi dolar üzerinden işlem yaparsa, ödeme akışının ABD topraklarından geçtiği noktada ABD mevzuatına tabi olurlar. ABD, ayrıca yaptırımları delenlere kredi veren herhangi bir yabancı bankanın ABD pazarına erişimini de yasaklayabilir.
Bu muazzam politika değişikliğinin küresel siyasi ve iktisadi sonuçları tam olarak anlaşılamadı. Bunlardan biri, Rusya ve Çin’in bir kez daha Demir Perde’nin diğer tarafında yer aldığı yeni bir küresel ayrışma.
Sadece Rusya ve Çin değil. BRICS olarak anılan beş ülke —Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika— eskiden 21. yüzyılın yükselen kaplan ekonomileri olarak görülüyordu. Amerika öncülüğündeki Batı’nın yanında yer almaları gerekiyordu. Fakat artık hiçbiri bu beklentileri karşılamıyor. Batı’nın Ukrayna konusundaki yaptırımlarının bir yan etkisi de Çin’in Rusya ile ticaretinin geçen yıl tüm zamanların rekorunu kırması oldu.
Beş BRICS ülkesi, kendilerine ABD’ye daha az bağımlı olma hedefini koydular, ancak bunu nasıl başaracaklarını tam olarak çözemediler. Çin ve Rusya, birbirlerini mali işlemlerde ABD ve Avrupa’ya daha az bağımlı hale getirmek üzere ödeme sistemleri oluşturmaya çalıştılar. Kripto para birimleri ve blok zincirleri dünyası, Batılı finans tekellerini baypas etme konusunda henüz keşfedilmemiş fırsatların önünü açtı. BRICS ortak bir rezerv para birimini tartışıyor. Bu gerçekleşirse büyük bir hadise olur.
Batılı iktisatçılar, para birimlerinin kullanımının ticaret ve yatırım akışlarını yansıttığı gerekçesiyle bu fikirle alay ettiler. BRICS ülkeleri hala ihracat fazlasına yönelik eski iktisadi modellerini uyguluyor. Ya merkantilist bir devlet ya da para birimini siyasi amaçlar için kullanan jeopolitik bir güç olabilirsiniz ama her ikisini aynı anda yapamazsınız.
Çin’in yatırımdan iç tüketime doğru büyük bir iktisadi politika değişimi gerçekleştirmesi gerekecek. Bu kolay olmayacak. Bu, güçlü taşra parti şeflerinin bütçelerden mahrum bırakılması ve bu bütçelerin tüketicilere yönlendirilmesi anlamına gelecek. Fakat bu türden bir politika değişikliğinin sonucu, ABD yaptırımlarına karşı kırılganlığın azalması olacak.
BRICS ayrıca beş kurucu ülkeye finansman sağlayan Yeni Kalkınma Bankası’nı (YKB) güçlendirmeye de çalışıyor. O zamandan bu yana YKB’ye dört ülke daha —Bangladeş, Mısır, BAE ve Uruguay— katıldı. BRICS’in Batı’ya karşı bir denge unsuru olarak tutarlı bir ekonomik birlik oluşturması bir ya da iki on yıl alabilir. O zamana dek ABD, doların küresel rolünden kaynaklanan fahiş ayrıcalığın tadını çıkarmaya devam edecek. Ancak 2040 yılında durumun böyle kalacağına dair bahse girmezdim.
Avrupa’dan da Biden yönetiminin Çin stratejisine karşı, geri itmeye karşı geri itme şeklinde bir isyanın emareleri mevcut. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Çin’i hem otomobil üretimi gibi bazı alanlarda stratejik bir rakip hem de iklim koruma gibi diğer alanlarda bir ortak olarak sunuyor. Alman hükümeti, 13 Temmuz’da hem rekabet hem de işbirliğini vurgulayan Çin stratejisini açıkladı. Avrasya kıtasındaki ülkeler arasındaki ekonomik karşılıklı bağımlılık hala güçlü. ABD ile Çin arasında Tayvan konusunda askeri bir çatışma yaşanması durumunda Almanya’nın ABD’nin yanında yer almasını düşünmekte zorlanıyorum. Almanya her iki ülkeyle de ticaret yapmak istiyor.
Hiper-küreselleşme çağının sona ermesi için iyi sebepler var. Ancak riskten arınmanın, kronik işgücü kıtlığı ve enflasyon gibi ekonomik maliyetleri konusunda yanılsamaya kapılmamalıyız. Hiper-küreselleşme fiyatları aşağı çekmişti. Riskten arındırma tekrar yukarı itecek. İklim değişikliği hükümetlere ve özel sektöre dev maliyetler yüklüyor. Seçmenlerin bunun bedelini ödemeye istekli olup olmadıkları meçhul.
Küreselleşme dönemi bazıları açısından bolluk dönemiydi. Bu süre zarfında merkez bankaları ve hükümetler ekonomilerini neredeyse sınırsız bir şekilde güçlendirebildi. Riskten arındırma, eski politika kısıtlamalarını geri getiriyor. Sullivan hiper-küreselleşmenin pek çok insanı dezavantaja soktuğunu söylerken haklı. Bu insanların çoğu Trump’a oy verdi. Fakat kötü yönetilen bir küreselleşmeden çıkış onlar için iktisadi anlamda daha da kötü olabilir ve bunun sonucunda siyasi öfkeleri artabilir.
Tedarik zincirinin çeşitlendirilmesinde bir gerekçe görebiliyorum ama teknoloji yasakları, ekonomik yaptırımlar ya da teşvik savaşlarında daha azını görebiliyorum. Küreselleşmenin kendisini geri getirmek yerine küreselleşmenin kaybedenlerini kazanmalıydık. Ancak korkarım bunun için artık çok geç. Küreselleşme popülist bir tepkiye yol açtı ama beceriksiz bir küreselleşme de öyle olacak. Nihai ironi de burada yatıyor. Ulusların riskleri azaldığında Trump hala orada olacak.