Soğuk Savaş tuzağı
"Soğuk Savaş tarihi Amerikalıların dünyayı algılama biçimlerini kısıtlayan bir deli gömleği haline geldi."
Çevirmenin notu: Rusya’yı doğrudan NATO ile savaşın eşiğine getirmek ya da bu koca coğrafyaya hâkim olan ve yönetme kabiliyeti gelişkin yapıyı parçalama hayalleri kurmak son derece akıl dışı ama neocon ekibin güdümündeki Amerikan dış politika kurumunun zerre tereddüt etmeden yaptığı buydu.
Ve Moskova’daki Sovyet tahsilli devlet adamlarının sürekli yinelediği “Batı kendi ayağına sıkıyor,” iddiası gayet doğru. Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan ve kimi kan dökülerek çözülen kimi de belirsiz bir süreliğine ertelenen ihtilafların yönetilmesi, altından ancak Moskova’nın kalkabileceği bir iş. Yakın zaman evvelki Karabağ ihtilafı bunun en bariz örneklerinden biriydi. Nitekim bu çatışmanın yeniden alevlenmesi de Rusya’nın köşeye sıkıştırılmasının bir sonucuydu.
ABD’nin dünyadaki hâkim konumu zayıfladıkça meselelere müdahale etme imkânı da azalıyor. Bu artık inkâr edilemez bir hakikat halini aldı.
Rusya’nın dünyanın en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip olması ve bu silahların “emin ellerde” olmaları da ayrı bir konu. Rusya’da uygulanacak bir “Libya modelinin” bu nükleer silahların ne idüğü belirsiz gangsterlerin eline geçmesiyle sonuçlanması işten bile değil.
Geçenlerde soL’da yayımlanan “Bir ABD belgesi: Rusya nasıl dağılacak?” başlıklı yazısında K. Boratav, Hudson Enstitüsü’nün Rusya’yı parçalama konulu politika belgesine değinmişti. Ve bu hülyalar yeni ortaya çıkmadı; geçtiğimiz yıllarda Helsinki Komisyonu, çeşitli yüksek profilli akademisyen, gazeteci ve aktivistlerle “Rusya’yı parçalama” planının detaylı bir tasarımını yapmıştı.
Bu fikrin ABD hariciyesinde kabul gördüğü bariz ama asker ve haberalma örgütlerinde pek alıcısı —şimdilik— yok gibi görünüyor. Keza şu anda Quincy Enstitüsünde olan eski CIA analisti George Beebe, geçen haftalarda paralı asker şirketi Vagner’in patronu Yevgeniy Prigojin’in başlattığı kalkışmanın ardından sevindirik olanlara ithafen şu değerlendirmeyi yapmıştı: “[…] bir endişe ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ülkenin Yugoslavya benzeri etnik gruplar arası bir kan gölüne dönüşme potansiyeliydi. Bugün Rusya’da oluşacak bir iktidar boşluğunun komşu ülkelerde daha büyük bir istikrarsızlık riskine yol açacağı neredeyse kesindi. Azerbaycan’ın Ermenistan ile ihtilaflı Dağlık Karabağ bölgesi üzerinden hesaplaşmaya karar vermesinin, tam da otuz yıl boyunca burada kritik bir barış gücü rolü oynayan Rus ordusunun Ukrayna’da batağa saplanmasıyla aynı zamana denk gelmesi tesadüf değildi. Diğer pek çok eski Sovyet cumhuriyeti ‘ertelenmiş çatışmalara’ ev sahipliği yapıyor ya da potansiyel yeni etnik istikrarsızlık nöbetlerine maruz kalıyor. Bu tür çatışmaların patlak vermesi Washington’a iştah açıcı olmayan bir politika seçenekleri menüsü sunarken, Çin ve Türkiye’nin bölgeye daha fazla müdahil olma ihtimalini de artıracaktır.”
Amerikan dış politika kurumu, bir yandan tarihsel bakış açısını Soğuk Savaş’ın sonuçlarıyla sınırlarken, pratikte Soğuk Savaş’taki tercihlerinden daha da geriye gidiyor, daha da saldırganlaşıyor, daha da pervasızlaşıyor.
Aşağıda tercümesi verilen makale, Amerikalı tarihçi Justin Winokur’un imzasıyla Foreign Affairs dergisinde yayımlandı. Winokur, Washington’dakilere, ellerindeki mevcut sorunları çözmede sürekli olarak Soğuk Savaş’ın bakiyesini kullanma alışkanlığını bırakmalarını tavsiye ediyor.
Soğuk Savaş tuzağı: Amerika’nın üstünlük dönemi hafızası ABD dış politikasını nasıl sekteye uğratıyor?
Justin Winokur, Foreign Affairs
13 Temmuz 2023
ABD’li karar merciileri ve yorumcular rehberliğe ihtiyaç duyduklarında, alışkanlık icabı Soğuk Savaş’a dönerler. Olaylardan dersler çıkarır, fikir edinmek için bunların karakteristik niteliklerine başvurur ve bunları günümüzle karşılaştırırlar. Soğuk Savaş tarihi, ABD’nin dünyaya yaklaşımına ilişkin tartışmaların koşullarını belirliyor. ABD Başkanı Joe Biden’ın yakın zamanda Çin ile “yeni bir Soğuk Savaş’a gerek olmadığı” yönündeki iddiası, tüm dış politika camiasını saran analitik refleksin tek başına en yüksek profilli örneği.
Bu Soğuk Savaş takıntısı yardımcı olmaktan uzak ve yalnızca engel getiriyor. Günümüzün hakikatleri ile Soğuk Savaş tarihi arasındaki uyumsuzluk yeni bir Amerikan stratejisi arayışını sekteye uğrattı. ABD’nin yaklaşık 80 yıldır var olan politikası, ülkenin iktisadi, askeri, teknolojik ve siyasi güç üstünlüğüne dayandırıldı. Bu üstünlük ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda aşırı güçlenmiş Mihver güçlerinin kayıtsız şartsız teslim olmasını, yükselen ama savaştan harap olmuş Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesini ve Afganistan ve Irak’ta rejim değişikliği tesis etmesine olanak sağladı. Bugün çoğu analist, ABD’nin küresel GSYİH’deki azalan payı, daralan askeri avantajları, azalan teknolojik üstünlüğü ve azalan diplomatik etkisinin, Washington’un İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez çok kutuplu bir dünya ile karşı karşıya kalacağı anlamına geldiği konusunda hemfikir. Yine de Amerikalılar, güçlerinin üstün olduğu, geride bırakılan bir dönemin fikirlerinin esiri olmaya devam ediyor.
Soğuk Savaş tarihi Amerikalıların dünyayı algılama biçimlerini kısıtlayan bir deli gömleği haline geldi. Bu, onların geçmişe dair bilgilerine hükmederek, çatışmayı anlamalarını, müzakerelere yaklaşımlarını, kapasiteleri hakkındaki fikirlerini ve hatta sorunları analiz etme biçimlerini çarpıklaştırıyor. Ki bunları da tartışmanın kapsamını alışılmadık ve geçmiş bir zamanın olanaklarıyla sınırlandırarak yapıyorlar. Bu dar referans çerçevesi, Soğuk Savaş’tan ders almak isteyenleri yanıltıyor ve Soğuk Savaş’ın ötesine geçmek isteyenlerin yüzyıllar boyunca edindikleri tarihsel ilhamı tali kılıyor. ABD dış politika camiası, yaklaşmakta olan çok kutuplu düzeni yönetmek için devletlerin ezici gücün avantajları olmadan hayatta kalma mücadelesi verdiği önceki dönemleri incelemeli. Amerikalılar farklı devlet yönetimi tarzlarını tanıyarak çok kutuplu gelecekle daha iyi başa çıkabilecek araçları elde edeceklerdir.
Soğuk Savaş’ın deli gömleği
Bu benzetmeyi kabul etsinler ya da etmesinler, ABD dış politika çevrelerindeki hemen herkes Soğuk Savaş’ı dünya meseleleri için referans noktası olarak alıyor. Sonuç ise sığ bir tarihsel tartışma. Biden yönetimi, Soğuk Savaş’ı —çekiminden kaçmak için can attığı— arketipik bir rekabet olarak ele alıyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, ABD’nin “yeni baskıyı” reddetmesi gerektiğini, “bloklardan oluşan eski Soğuk Savaş yapısının tutarlı olmadığını” ve ABD’nin “Soğuk Savaş mantığının hala geçerli olduğu fikrini reddederken bu sürecin derslerine kulak vermesi gerektiğini” savundu. Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “[Soğuk Savaş’ın] birkaç yönden mevcut gerçekliği yansıttığını düşünmüyorum,” derken, Savunma Bakanı Lloyd Austin, “Yeni bir Soğuk Savaş, bir Asya NATO’su ya da düşman bloklara bölünmüş bir bölge istemiyoruz,” ifadelerini kullandı. 2022 Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’li karar merciilerinin “çatışma ya da yeni bir Soğuk Savaş istemediğini” vurguladı. Buna karşılık Blinken, Uzun Telgraf (1946 yılında ABD’li diplomat George Kennan tarafından yazılan ve “çevrelemeyi” bir politika doktrini haline getiren belge) ile ilgili olarak “Kennan’ın o dönem Sovyetler Birliği hakkında söylediklerine Rusya ve Putin’i de ekleyebilirsiniz,” dedi.
Trump yönetiminin eski yetkilileri de Soğuk Savaş tarihini mihenk taşı olarak kullanıyor. 2020 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, “şu anda yaşananlar Soğuk Savaş 2.0 değil. ÇKP [Çin Komünist Partisi] tehdidine karşı koymanın zorluğu bazı açılardan daha kötü,” demişti. 2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi, “bugünün hür toplumlara yönelik meydan okumalarının Soğuk Savaş dönemindekilerden daha ciddi ama daha çeşitli” olduğunu belirtmişti. Nisan ayında ise eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton, ABD’nin Çin, İran, Kuzey Kore ve Rusya ile yüzleşmek için yeni bir 68. Ulusal Güvenlik Hedefleri ve Programları Belgesi (büyük çaplı silahlanma talep eden 1950 tarihli Dışişleri Bakanlığı belgesi) yazması gerektiğini savunmuştu.
Hal Brands, Niall Ferguson ve M. E. Sarotte gibi tarihçiler, ABD’nin Çin ve Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş içinde olduğunu ileri sürdüler. Fareed Zakaria, David Ignatius, Edward Luce ve Walter Russell Mead gibi analistler Soğuk Savaş analojilerini rutin olarak bilgelik adına çözümlüyor. The New York Times, The Wall Street Journal, Financial Times, Foreign Affairs ve Foreign Policy tarafından “2022’nin en iyisi” seçilen tarih, siyaset ve uluslararası ilişkiler kitaplarının yaklaşık üçte ikisi, üstün bir ABD’ye sadece hırslı ama daha zayıf güçlerin meydan okuduğu İkinci Dünya Savaşı sırasında veya sonrasındaki döneme odaklanıyor.
Bu karar alıcıların ve düşünürlerin ABD için dünyada yeni bir rota çizmekte zorlanmaları tesadüf değil. “Amerikan dönemine” aşırı bağlı olmak stratejik hayal gücünü sınırlıyor. Gerçekliği demode fikir ve pratiklerle çerçeveleyerek, zamansızlığıyla değil tuhaflığıyla dikkat çekmesi daha uygun olacak bir devlet yönetimi tarzını normalleştiriyor. Ve bu, alternatif tarihsel örnekleri dışlayarak analistleri yaratıcı düşünmelerine yardımcı olabilecek daha geniş bir bilgi tabanından mahrum bırakıyor. Analistler bu benzetmeyi reddetseler bile, Soğuk Savaş’ı uluslararası rekabetler için nihai emsal olarak gören bir tartışmaya katkıda bulunuyorlar. Bu da onları sıfırdan yeni yaklaşımlar tasarlamak gibi can sıkıcı bir görevle karşı karşıya bırakıyor.
Soğuk Savaş tarihine dayalı bir referans çerçevesi, karar alıcıları çeşitli şekillerde yanıltıyor. Birincisi, Soğuk Savaş tarihi çatışmayı bir açma-kapama düğmesine benzetir. ABD’nin Şeytan İmparatorluğu’nu kontrol altına aldığı ve Hür Dünya’yı zafere götürdüğü hikayeleri, uluslararası ilişkiler yelpazesini dostluk ve tam rekabet arasında bir ikileme indirgiyor. Bu algı, gerilimin ara katmanlarının anlaşılmasını zorlaştırıyor. Bu nedenle, Sullivan’ın ABD-Çin ilişkileri için “yönetilen bir arada yaşama” olarak adlandırdığı durumun pek çok varyasyonu, politika topluluğu açısından hayal edilmesi ve kabul edilmesi gereksiz yere zor oldu. Soğuk Savaş’ın mutlak kurallarına takılı kalan Amerikalılar, dost ve düşman arasındaki gri alanları anlamakta zorlanıyor.
Soğuk Savaş tarihi, hazzedilmeyen ortaklarla nasıl başa çıkılacağına dair varsayımları da çarpıtıyor. Soğuk Savaş döneminin en çok incelenen müzakereleri, rakiplerle anlaşma yapmayı ya utanç verici ya da cesurca devrimci olarak tasvir eder. 1962’deki Küba füze krizinin çözümü, Kennedy yönetimi tarafından tamamen inkâr edilebilir olarak tasarlanan çok gizli bir quid pro quo’ya1 dayanıyordu. ABD Başkanı Richard Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından tasarlanan ve Amerikan gücünün azalmasını telafi eden Sovyetler Birliği ile yumuşama, insan hakları ve antikomünizm konusunda yönetimin itibarını zedeleyen tavizler içeriyordu. Buna karşın, Nixon dönemindeki Çin-Amerikan yakınlaşması pek çok gözlemci tarafından çığır açan bir dönüşüm olarak görülüyor. Bu türden bir diplomasi, ortak hedefleri ilerletmek isteyen ülkeler arasında standart bir uygulama olmasına rağmen, bu hikayeler rakiplerle yapılan müzakerelerin inanılmaz derecede yüksek riskler taşıyor gibi görünmesine neden oluyor.
Soğuk Savaş tarihine odaklanmak Amerikalıların kendi kabiliyetlerini fark etmelerine sınır koyuyor ve daha az militarize bir dış politika tahayyül etmelerini zorlaştırıyor. Sadece İkinci Dünya Savaşı’na kadar geriye bakmak, eski dışişleri bakan yardımcısı ve mevcut CIA direktörü olan William Burns’ün 2019 tarihli bir Foreign Affairs makalesinde, Soğuk Savaş’ı Amerikan diplomasisinin altın çağı olarak selamlamasını sağlamıştı. Ancak daha geniş bir bakış, savaş sonrası dönemin, askeri gücü dünyanın dört bir yanına yaymak ve Moskova’yı Washington’un taleplerini kabul etmeye zorlamak için inşa edilmiş bir ABD savunma aygıtı ile karakterize edildiğini ortaya koyuyor. Bu sistem ordunun, CIA’in ve Savunma Bakanı’nın politika sürecindeki konumlarını Dışişleri Bakanlığı ve hatta Başkan pahasına güçlendirmelerine olanak sağladı.
Son olarak, şişirilmiş Soğuk Savaş hafızası, günümüz karar alıcıları ve analistleri için daha yararlı olabilecek diğer tarih dönemlerini gizliyor. Amerikalıların Soğuk Savaş’a dair refleksif çalışmaları, mevcut tarihsel bilgi menüsünü sınırlandırarak onları bazı akademisyenlerin “uygulamalı tarih” —bugünü açıklığa kavuşturmak, bir meselenin kökenlerini aydınlatmak ve tarihi dolaylı deneyim kazanmak için kullanmak— olarak adlandırdıkları şeyin faydalarından mahrum bırakıyor. Bunlar karar alıcıların günlük işlerinde kullandıkları başlıca analitik yöntemler ve Amerikalılar Soğuk Savaş öncesindeki yüzyıllık tarihi ihmal ettiklerinde bu yöntemler sekteye uğruyor. Soğuk Savaş miyopluğunun bu etkileri bir araya geldiğinde, Amerikalıların dünyayı Pearl Harbor’dan sonra baskın, uzlaşmaz bir ABD’nin gözünden algılamasına yol açıyor. Fakat ABD o dönemi tekrar yaşamak üzere değil ve Soğuk Savaş’ın etkisinde kalan Amerikalılar yeni ortaya çıkan çok kutuplu dünya için yeterli donanıma sahip değil.
Eskiyen tarih, yeni fikirler
Siyaset bilimci Richard Neustadt ve tarihçi Ernest May, “Thinking in Time: The Uses of History for Decision Makers” başlıklı ufuk açıcı çalışmalarında, okurları, yararsız ya da yanıltıcı olmalarına rağmen karar alıcıların analizlerine hâkim olan tarihsel analojiler konusunda uyarıyor. Soğuk Savaş böyle bir analoji haline geldi. Sadece bir temel ölçütü ele alırsak, Harvard’ın Büyük Güç Savaşından Kaçınma Projesi, ulusal gücün temeli olan ABD’nin küresel GSYİH’deki payının İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yüzde 50’den 1991’de yaklaşık yüzde 20’ye, bugün ise yüzde 17’nin altına düştüğünü gösterdi. Burns’ün 2019’da Foreign Affairs’te savunduğu üzere “ABD, artık jeopolitik bloktaki tek büyük çocuk değil.” Bu durumda, faydasız Soğuk Savaş çerçevesinden kurtulmanın tek bir yolu var: daha fazla tarih çalışmak.
Amerikalıların çok kutuplu dünyaya yaklaşımlarını net bir şekilde düşünebilmeleri için geçmişte çok kutuplu düzenleri yöneten devletler hakkında bilgi edinmeleri gerekir. On yedinci yüzyılda Habsburg İmparatorluğu’nun, Avrupa monarşileri arasındaki güç çatışması, Hollanda’nın imparatorluk kontrolüne karşı on yıllardır süren isyanı ve Protestan Reformu’nun yüzyıllık dini sürtüşmeleri gibi birbiriyle üst üste gelen bir dizi anlaşmazlıktan kaynaklanan bir şiddet patlamasıyla karşı karşıya kaldığı ve her birini farklı anlaşmalarla çözdüğü Otuz Yıl Savaşları’nı inceleyerek başlayabilirler: biri Hollanda’nın bağımsızlığını tanıyan, biri Orta Avrupa’daki din ve güç çatışmasını çözen, diğeri de Fransa ile İspanyol Habsburglar arasındaki anlaşmazlığı çözen anlaşmalardı. Ya da analistler, Napolyon’un savaşlarının ardından Avrupa’yı iki çatışmayı daha iyi yönetmek için yeniden yapılandıran on dokuzuncu yüzyıldaki Viyana Kongresi’ni düşünebilirler: biri, bir güvenlik ittifakı ve çatışma çözümü için kurumlar tarafından garanti edilen yeni bir bölgesel düzenleme ile ele alınan güç üzerine, diğeri ise yönetim ilkeleri üzerine anlaşmalar ve muhafazakâr devletlerin ittifakı ile ele alınan yönetişim üzerine. Ya da karar alıcılar, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlayan ve Birleşik Krallık ile Almanya’nın jeopolitik bir rekabet yürütürken karşılıklı olarak faydalı bir ticaret ilişkisine sahip olduğu İngiliz-Alman düşmanlığını düşünebilirler. Bu örnekler, örneğin ABD ve Çin’in her şeyi kapsayan bir Soğuk Savaş’a teslim olmak yerine ticaret, ideoloji ve jeopolitik gibi alanlardaki anlaşmazlıkları nasıl çözüp yönetebileceğini tasarlamayı kolaylaştırıyor.
Tarih, analistlerin düşmanlarla anlaşma yapma yöntemlerini algılama biçimlerini de değiştirebilir. Avusturya, iki eski düşman olan Büyük Britanya ve Prusya arasındaki ittifaka karşı savaşta eski rakibi Fransa’ya katıldığında 1756 Diplomatik Devrimi meydana geldi. Benzer bir süreç, yirminci yüzyılın başlarında Birleşik Krallık, yükselen Almanya’ya odaklanırken sömürgelerini koruma yükünü hafifletmek için eski düşmanlarıyla (Fransa, Japonya, Rusya ve ABD) uzlaştığında da yaşandı. Bu çatışmada Londra ve Berlin, 1890’ların sonundan 1910’ların başına kadar defalarca donanmaları ve sömürgeleri ile ilgili görüşmeler yaparak aralarındaki rekabeti azaltmaya çalıştılar. Çin tarihi, hanedanların düşmanlarıyla anlaşma yaptığı örneklerle dolu. Han ve Song hanedanlarının her biri, savaşta yenemedikleri güçlü komşularıyla bir arada var olabilmek için detaylı antlaşma, ticari ve diplomatik sistemler geliştirirken, bir yandan da göreli güçlerini artırmaya çalıştılar. Ayrıca bu ilişkiler hakkında düşünme ve konuşma biçimleri geliştirdiler ki bu da —kendilerini yücelten bir saray tarihi geleneğiyle birlikte— üstünlük iddialarını rakipleriyle uzlaşma ve bir arada yaşamanın tatsız gerçeklerinden korumaya yardımcı oldu. ABD’nin üstünlüğü geriledikçe, bu tarihler devletlerin hedeflere öncelik vererek, ödünler vererek ve ortaklıkları değiştirerek zayıflıklarını nasıl telafi ettiklerini aydınlatıyor; bu, Soğuk Savaş’ın ikiliklerinin katılığından epey uzak bir düşünme ve hareket etme biçimi.
Tarih, analistlerin sınırlı kaynakların olduğu bir dünyada imkanları nasıl yöneteceklerini öğrenmelerine de yardımcı olabilir. On yedinci ve on sekizinci yüzyıl Avrupa’sında devletlerin taahhütlerini, diplomasilerini, askeri güçlerini, iktisadi güçlerini ve idari bant genişliklerini birbirleriyle dengeleyemedikleri pek çok örnek mevcut. Aşırı genişlemiş Hollanda, rekabetleri ile kaynaklarını dengeleyemediği için 1600’lerin başından 1700’lerin sonuna kadar büyük güçler arasında yer alamadı. Fransa’nın 1700’ler boyunca yürüttüğü hırslı diplomasi hem karada hem de denizde, kabiliyetlerinden ve yönetim kapasitesinden çok fazla şey talep eden bir dizi düşman yarattı. Vietnam savaşı gibi önemli bir istisna dışında, Soğuk Savaş tarihi Amerikalıları devletlerin amaçları, yolları ve araçları aynı hizaya getiremediklerinde karşılaştıkları sorunlara alıştırmadı.
Bu ve benzeri geçmişler Amerikalıların dünyayı farklı bir şekilde görmelerine yardımcı olabilir: uzlaşmazlığa değil, katlanılabilir ödünlere; mutlak zafere değil, zorlu hedeflerin önceliklendirilmesine; bağnazlığa değil, pratik politikaya; kaba güce değil, askeri ve iktisadi gücün diplomasiyle bütünleştirilmesine ve Amerikalıların ne değiştirebilecekleri ne de görmezden gelebilecekleri insanlarla bir arada yaşamaya dayalı bir dünya. Elbette Amerikalılar eski bir stratejik oyun kitabını kopyalayarak kolay cevaplar bulamazlar. Her zaman kültürel değerler, iç politika, teknolojik ilerlemeler ve günümüzün uluslar ötesi sorunlarının benzeri görülmemiş talepleri gibi bulundukları yerin ve zamanın kendine özgü taraflarından yola çıkmaları gerek. Ayrıca, bugünkü ABD’nin şekillenmesine yardımcı olan kurum ve fikirleri doğuran Soğuk Savaş’ı unutarak aşırı düzeltme yapmamalılar. Ve savaşın, diplomasinin trajik başarısızlığı olarak değil de sıradan bir politika aracı olarak görüldüğü bu eski, şiddet dolu zamanların devlet yönetimini idealize etmemeliler. Tüm bunlara rağmen, insanların ezici bir güçten faydalanmadan nasıl dış politika yaptıklarını görmezden gelmek, Amerikalıları tehlikeli bir dünyaya sürükleyecektir; değişimle mücadele etme konusundaki yetersizlikleri kendi kendilerini yok etmelerine neden olacak bir kan dökmeyi beraberinde getirebilir.
ABD çok kutuplu çağda başarılı olmak istiyorsa Soğuk Savaş’ın deli gömleğinden kurtulmalı. Bugün ABD dış politika camiası, hayal gücünü sakatlayan, var olması gerekmeyen ve analistlerin geçmişin derinliklerine uzanarak perspektiflerini genişletmeleri halinde kolayca kurtulabilecekleri tarihsel sınırlar içinde debeleniyor.
“Al gülüm, ver gülüm,” şeklindeki Türkçe deyimin Latincesi. (ç.n.)