Yahya Sinvar ve Arafat döneminden kopuş
"Sinvar'ın şahsiyeti ve liderliği, bir daha tekrarlanmayacak bir dönemi, yani Yaser Arafat'ın şahsında ve liderliğinde sergilediği o alaycı ve boş gösteriler dönemini kapattı."
Lübnan asıllı Amerikalı siyaset bilimi profesörü ve The Angry Arab blogunun yazarı Esad Ebu Halil, el-Ahbar gazetesinde yer bulan makalesinde, Hamas liderleridnen Yahya Sinvar'ın liderlik özelliklerini ve Filistin direnişine yaptığı katkıları ele alıyor. Sinvar, tamamen gizlilik esasına dayalı bir direniş stratejisi benimsemiş, istihbarat kabiliyetlerini ustalıkla kullanarak Aksa Tufanı gibi başarılı operasyonlar planlamıştı. Şahsi çıkarları ve küçük çatışmaları reddeden, direnişe tamamen odaklanmış bir lider olarak, ön saflarda savaşarak halkına örnek oldu. Sinvar’ın net ve doğrudan bir iletişim tarzı, boş kahramanlık söylemlerine yer vermemesi, onun Filistinli halkı nezdindeki itibarını artırıyor. Zorlu savaş koşullarında bile sarsılmaz bir irade sergileyen Sinvar, müzakere ve çatışma süreçlerinde kararlılığını gösterdi, bu yüzden İsrail ile Batı ittifakı nezdinde ciddi bir tehdit.
Sinvar dönemi ya da Arafat döneminden mutlak kopuş
Esad Ebu Halil, el-Ahbar
25 Haziran 2024
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden yakalama kararı çıktı (bu mahkemenin tarafsızlık ve adaleti, İsrail’in Hariri Mahkemesi kadar güvenilir). Mahkeme, suçlu ile kurbanı aynı kefeye koydu ve sadece iki İsrailli yetkiliye karşılık, üç Hamas liderinin tutuklanmasını talep etti. Mahkeme ne bir işgalin varlığının ne de bir soykırımın sürdüğünün ayırdına vardı. Sadece savaş suçları tekniklerine baktı ve bunları, işgal altındaki halka ve aynı zamanda işgali sürdürenlere yöneltti, ama tabii ki daha temkinli bir şekilde. Soros medyası ise bunu fırsat bildi ve Megafon adlı site, üç Hamas liderini Netanyahu ve Savunma Bakanı ile birlikte gösteren bir fotoğraf yayımladı. Bu şekilde Arapların şuurunu manipüle etmek istiyorlar; Arapların –eğer NATO ve Soros medyasının bu hain planlarına kapılırlarsa– direniş liderlerine düşmanlarını sevmedikleri kadar nefret duymasını sağlamaya çalışıyorlar. Direnişin liderlerini şeytanlaştırmak istiyorlar, zira onlar düşmana ve Batı’nın soykırım ittifakına rahatsızlık veriyorlar. Sinvar sahnede.
Filistinli tarihçi Velid Halidi (ki Filistin direnişinin liderlerini, Hacı Emin el-Hüseyni’den Yaser Arafat’a kadar yakından tanımıştır) Sinvar hakkında şunu söylüyor: “İsmi, tüm İsrailli düşmanlarından ve Arap çağdaşlarından daha fazla hatırlanacak. O, bir fedai lider olarak Filistin milli hareketinde öncekilerden daha yüksek ve eşsiz bir yere sahip olacak”. Halidi ayrıca, haklı olarak, orantısız savaşlar göz önünde bulundurulduğunda Sinvar’ın, General Giap gibi bir statüye sahip olacağını ekliyor. Sinvar’ın hapishanedeki yıllarını ise sadece Gazze halkının kaderini düşünerek geçirdiğini belirtiyor.
Tarih kitaplarını beklemeye gerek yok. Yahya Sinvar, Filistin milli tarihi ve Siyonizm karşıtı Arap hareketi içerisinde kendine önemli bir yer kazandı. O ister bugün ister yarın ya da sonrasında şehit olsun, artık davanın en önemli sembolü haline geldi. Sinvar’ın şahsiyeti ve liderliği, bir daha tekrarlanmayacak bir dönemi, yani Yaser Arafat’ın şahsında ve liderliğinde sergilediği o alaycı ve boş gösteriler dönemini kapattı. Sinvar, Arafat’ın tam zıddıdır; tıpkı Arafat’ın, kendisinden önce gelen Şükrü’nün (Şükrü’den kısa bir süre sonra Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başına geçen Yahya Hamuda) zıddı olmadığı gibi. Bugün Sinvar’ın yükselişi, Arafat’ın 1967’den sonra ve özellikle Kerame Savaşı’ndan sonraki yükselişi gibidir (tabii, Arafat’ın uzun tarihine bakıldığında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bu savaştaki rolü her zamanki abartılar, kahramanlık şovları ve yalanlarla doludur). Filistin milli hareketinin her dönemi, genel Arap atmosferini yansıtmıştı: Hacı Emin’in dönemi, karşı karşıya olunan tehditleri göz ardı etmiş ve Filistin’i kurtarmak için Arap rejimlerine ve ordularına bel bağlamıştı. Arafat’ın dönemi ise Arap liderler arasındaki çekişmeleri ve rekabetleri yansıtmıştı. Arafat, bu çatışmalara dahil oldu ve bu zorlu oyunda ustalaştı, fakat Suudilerin isteklerine boyun eğmekte daima sadık kaldı, ta ki Kuveyt işgaline kadar (kamuoyuna sunulan Amerikan belgeleri, Suudi Arabistan’ın Arafat’a “ılımlılık” politikasını dayatmak için, ABD’nin teşvikiyle doğrudan müdahale ettiğini açıkça gösteriyor; Suudi Arabistan da bunun için Arafat’a bolca para akıtmıştı). Arafat, sadece kendi yöntemine karşı çıkan hükümetlere ve örgütlere karşı “bağımsız Filistin kararını” yükseltti, öyle ki, sanki barışçıl çözüm süreci sadece bu bağımsız karardan kaynaklanıyormuş gibi bir imaj verdi.
Sinvar, başka bir dönemin ürünü; eşi benzeri olmayan bir dönemin. O, Oslo’ya götüren hüsranlar ve yenilgiler dönemine tanık oldu. Bir düşünün, siyasetle nasıl şekillenir bir insan? Bill Clinton’ın Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tüzüğünü nasıl değiştirdiğini ve Arafat’ın Filistin Ulusal Konseyi’ne bu değişikliği sahneletirken, bu tüzüğün gizli bir teslimiyet belgesine dönüşmesini izlemek zorunda kalıyorsunuz. Filistin halkının onurlu ve şerefli bir ferdi olarak doğmuşken, Arafat’ın onlarca yıllık mücadeleyi bir kenara itip, bu mücadeleyi terör olarak nitelendirdiğini görmek? Düşünün ki, halkınızın tarihsel düşmanlarının Filistinli direniş liderleriyle şakalaşıp, gerçek direnişçilerin niyetleri ve planları hakkında bilgi paylaştıklarını seyretmek zorundasınız. Düşünün ki, dönemin ana teması, Oslo iş birlikçisi yönetim ile düşman ordusu ve istihbaratı arasındaki “güvenlik koordinasyonu” oluyor.
Sinvar ve yoldaşları, Ramallah Yönetimi’nin Hamas, Halk Cephesi ve İslami Cihad direnişçilerine uyguladığı işkence ve katliamları yaşadı. Sinvar, Oslo sürecinin önceliğinin, İsrail işgalini Filistin halkının öfkesinden korumak olduğunu çok iyi fark etti. Yönetimin (Batı ve Körfez’den gelen) finansmanı tamamen işgalcilerin kendisine verdiği görevleri yerine getirmesine bağlıydı ve eğer bu emirlerden saparsa, ABD tarafından cezalandırılıyordu. Arafat, son yıllarında esir düştü ve tekrar silahlanmak ve direniş alternatifini canlı tutmak için İran’a başvurdu. Oysa daha önce, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tüzüğünü Amerikan yönetimine teslim etmiş ve onların dilediği gibi değiştirmesine izin vermişti. Dahası, terörü kınamış, yani Filistin halkının tüm mücadelesini terör olarak damgalamayı, sadece Amerikalı yetkililerle masaya oturmanın “şerefine” nail olabilmek için kabul etmişti.
Sinvar, işgalcinin hapishanelerini tecrübe eden tek kişi değildi. Pek çok Filistinli, Sinvar gibi düşman hapishanelerinden geçti, bunlar arasında Muhammed Dahlan ve Cibril Racub gibi kötü örnekler de vardı (bazı Filistinli liderler, işgalcinin Filistinli mahkûmları serbest bırakıp Lübnan’a göndermesinden, aralarına casusların sızabileceği korkusuyla uyarıda bulunmuşlardı). Sinvar, İbranice öğrendi ama İsraillilerle konuşmayı, hapishanede bile, boykot etti. O, adeta çelikten yapılmış bir adam; iradesi kayadan. Onun dönemindeki Hamas, önceki dönemlerden farklıydı. Sinvar, hücresinde oturup halkının kurtuluş yollarını tasarladı. Hamas’ın saflarını temizledi, Gazze’yi casuslardan ve muhbirlerden temizledi. Bildiğim kadarıyla Sinvar, susturuculu bir silah taşıyan tek Filistinli liderdi, zira o silahını sahiden kullanmıştı; sadece süs veya gösteriş için taşımamıştı. Batı’daki tüm yazılar, Sinvar’ın Gazze’de casusları, muhbirleri ve suçluları kovalayıp öldürmesinden söz eder. Bu, halkı nezdinde onu yükselten sicildi ve Gazze’de direnişi korumak da onun sayesinde oldu. Casuslar ve muhbirlerin peşine düşüp onları cezalandırması asla onun adına leke sürmez, bilakis halkı arasında ona şeref kazandırır.
Hamas, Katar’ın liderliğinden uzaklaştı ve Sinvar’ın yükselişi, hareketteki iki kanat arasındaki çatışmanın nihayete ermesiyle gerçekleşti: Bir taraf, hareketin kaderini Müslüman Kardeşler-Türkiye-Katar eksenine bağlamak istiyordu. Diğer taraf ise, İran’a daha yakın duruyor, Filistin’in kurtuluşunu en üst öncelik haline getiriyor ve silahlı mücadeleye dönüşü savunuyordu; ancak bu yeni bir biçimde, geçmiştekinden farklı olarak. Sinvar döneminde silahlı mücadele, İsrail restoranlarına ya da pazarlarına bombalar yerleştirmekle sınırlı değildi. Sinvar, düşmanı dikkatle ve titizlikle inceledi, onun üzerine çalıştı ve okudu. Bu durum, onu Hasan Nasrallah’la ortak bir noktaya getiriyor: İkisi de İsrail konusunda gerçek uzmanlar. Filistinli parti liderlerinin çoğu İsrail konusunda bu seviyede değildi. Arafat, İsrail toplumunu ve devletini anlamak için soykırımı inkâr eden (aynı zamanda el-Fetih hareketinde tarihçi olarak görev yapan) Mahmud Abbas’ın bilgisine başvuruyordu. Diğer örgüt liderleri ise İsrail’den ziyade Amerikan yönetimini anlamaya çalışıyordu. Ayrıca, Filistinli örgütlerin (Halk Cephesi, Demokratik Cephe, Halk Mücadelesi, Genel Komutanlık, Sayika, Arap Kurtuluş Cephesi, Fetih-Devrim Konseyi) Arap rejimlerine ve onların ajandalarına olan bağımlılığı (bu rejimlerin yöneticileri tarafından kendilerine verilen görevlerle ilgilenmeleri), onları İsrail’e odaklanmaktan alıkoydu. Öyle ki, Vedi Haddad’ın Halk Cephesi-Dış Operasyonlar’ı bile OPEC Operasyonu’nu Kaddafi’nin emriyle gerçekleştirdi. Hamas’ın Halid Meşal döneminde, Suriye savaşına müdahil olduğu ve pek çok kanadıyla Suudi-Emirlik-İsrail-Amerikan ittifakının körüklediği mezhepçi fitne programını benimsediği bilinir. Bu fitne, Arap dünyasında direniş hareketlerinin halk desteğini zayıflatmak amacıyla çıkarılmıştı.
Bugün Sinvar hakkında çok fazla şey bilmeden hüküm veriyoruz, özellikle de şahsi hayatı hakkında. O, bu konuda Arafat'a benziyor: Hayatın zevklerinden uzak, mütevazı bir yaşam sürüyor. Fakat, Arafat’tan farklı olarak, yolsuzluğu kontrol sağlamak, nüfuz oluşturmak ya da örgüt içindeki çatışmaları çözmek için bir araç olarak kullanmıyor. Günümüzde direnişe katılmak, geçmişten çok farklı bir anlam taşıyor. Elektronik casusluk, düşmana direniş liderlerini takip etme ve onları öldürme konusunda çok daha fazla fırsat sunuyor. Bugün direnişe katılan biri, hayatta kalma şansının yüzde elliden az olduğunu kabul eder. Direniş liderleri, günlük programlarında ya da rotalarında yapılacak en ufak bir hatanın, düşmanın onları hedef almasına olanak sağlayacağını bilirler; tıpkı Salih el-Aruri örneğinde olduğu gibi.
Altı aydır süren çatışmalar ve ortada direniş liderlerinden iz yok. Evet, düşman sürekli olarak öldürdüklerinin direniş liderleri olduğunu övünerek söylüyor ama biz daha önce bu isimleri hiç duymadık. Bu durum, Amerikan ordusunun el-Kaide ve IŞİD içindeki “önemli liderleri” öldürdüğüne dair yaptığı sürekli açıklamaları hatırlatıyor. Ancak kimse bu isimlerin kim olduğunu bile bilmiyor. Birbirini izleyen “önemli liderler” işgalci Amerikan kuvvetlerine sürekli bir varlık gerekçesi sağlıyor. El-Kaide’nin bir zamanlar tek bir lideri vardı ama Amerikan ordusu bizi bugün el-Kaide’nin binlerce lideri olduğuna inandırmak istiyor.
Sinvar’ın başarı stratejisi birkaç önemli unsur üzerine kuruludur:
Birincisi, mutlak gizlilik. Ne örgüte alım sürecinde ne de örgütlenmede gösteriş ya da abartıya yer var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) yaptığı gibi kendini sergilemeye ya da bayrakları apartmanların ve büroların üzerine asmaya gerek yok. Bürolara da ihtiyaç yok. Örgüt yapısı öyle ki, üyeler birbirlerinin ne yaptığını bile bilmiyor. Bu, FKÖ döneminden oldukça farklı. 1980’lerde Avrupa’da suikasta uğrayan bir Filistinli direniş komutanı, örgüt dışındaki dostlarına seyahat planlarından bahsederdi. Ama Sinvar ya da Hasan Nasrallah için seyahat yok. İkisi de örgütlerinin hayatta kalmasını sağlamak adına yeraltında yaşamayı kabul etti. Dünya üzerindeki en kalabalık yerlerden biri olan Gazze’de böylesine gizliliği korumak büyük bir ustalık ve kurnazlık gerektirir. Üstelik el-Fetih unsurlarının bulunduğu yerler, güvenlik koordinasyonu sayesinde düşmanın gözleri ve kulakları gibi çalışıyor (bu koordinasyon, Gazze’ye dönük soykırım savaşında bir an bile durmadı. Güvenlik koordinasyonunun durması, finansmanın da durması anlamına gelir ve finansman, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün en yüksek amacı haline gelmiş durumda).
İkincisi, olağanüstü istihbarat kabiliyetleri. Aksa Tufanı operasyonu, planlama ve hazırlık açısından, 1967 İsrail Savaşı’ndan daha ustaca bir şekilde yürütüldü; sürpriz unsuru açısından ona denk bir hamleydi. Fakat, 1967’deki sürpriz, eğer Arap rejimleri savaşa hazırlanmamış olmasaydı, esasında beklenmedik değildi. O dönem rejimler, savaşa girişmekten korktu ve hazırlıksız yakalandı, zira Amerika, savaşı başlatanın cezalandırılacağını söyleyerek onları kandırmıştı.
Üçüncüsü, direniş projesine tam odaklanma ve her türlü küçük mesele ve sürtüşmeyi reddetme. Sinvar, tüm dikkatini direnişe vermiş bir lider. Onun liderliğinde hareketin içindeki küçük çatışmalar ya da şahsi çekişmeler önemini yitirdi.
Dördüncüsü, ön saflarda liderlik. Sinvar, serbest bırakıldığından beri hayat tarzıyla ve direnişe olan tam bağlılığıyla bir örnek teşkil ediyor. Kendisi, direnişin sadece arkasından yöneten biri değil; aynı zamanda ön saflarda, halkıyla omuz omuza olan bir lider.
Beşincisi, doğrudan ve açık bir konuşma tarzı. Boş sloganlar ya da abartılı kahramanlık iddiaları yok. Sinvar, gerçekçi ve net bir dil kullanıyor, halkına karşı açık ve dürüst.
Altıncısı, bu sarsılmaz, çelik gibi irade. Etrafında sürmekte olan soykırım savaşı bile onu zayıflatmıyor ya da kırmıyor. Sinvar’ın müzakere kabiliyetleri bunu kanıtlıyor. Savaşta da müzakerelerde de son derece kararlı ve tavizsiz bir duruş sergiliyor. Bu yönleriyle Yaser Arafat’ın tam zıttı olarak öne çıkıyor. Bu yüzden İsrail ondan korkuyor ve Batı’nın soykırım ittifakındaki tüm taraflar ona karşı birleşiyor. Savaşın başında Macron, Sinvar’ı ortadan kaldırmak için uluslararası bir cephe kurulmasını önermişti. Ama bu, imkânsız bir girişim.