Yahya Sinvar, kimlerin gözünde nefret objesi?
"Sinvar, tufan için hazırlık yaparken, 'demokrasi' ile 'istibdat' arasındaki sahte çatışma anlatısını paramparça etti."
Yahya Sinvar, Filistin davasını yalnızca bölgesel çekişmelerinin dışında tutmakla kalmayıp, aynı zamanda Arap dünyasının Siyonizm ve Batı emperyalizmine karşı yeniden birleşmesi için bir öncü olarak konumlandırmak üzere mücadele verdi. Batı’nın demokrasi söylemlerindeki ikiyüzlülüğü ifşa etmeyi başaran Sinvar, Arap Baharı liberallerinin sahte demokrasi iddialarını yerle bir etti. Sinvar, Filistin’in sadece bölge meselelerinin bir parçası olmadığını, aynı zamanda Arapların birleşmesi ve kolektif kurtuluşu için bir sembol haline gelmesi gerektiğini savundu. Büyük kurtuluş sloganlarını Arap siyasetine geri kazandırarak, liberallerin küçümsediği tarihsel direniş ruhunu yeniden canlandırmaya çalıştı. Bu yaklaşımı, Filistin davasını Batı’nın sınırları içerisinde çözüme kavuşturmak isteyen Arap liberallerinin –hoş, sadece Arap liberallerinin değil– hoşuna gitmemişti. Ancak Sinvar’ın stratejisi, Filistin’in hem bölgesel hem de küresel adalet mücadelesinde merkezi bir rol oynaması gerektiğini savunarak, özgürlük ve kurtuluş taleplerini yükseltti.
Arap Baharı liberalleri neden Sinvar’dan nefret ediyor?
Musa es-Sade, el-Ahbar
20 Haziran 2024
Arap dünyası bağlamında liberalizm, pek çok farklı yönü aynı anda kapsayan geniş ve karmaşık bir anlam taşıyor. Genel teorik çerçevede, liberalizmin üç ana yaklaşımı var: İktisadi olarak serbest piyasa ve finansal küreselleşme, laiklikle birlikte bireysel özgürlükler ve dini değerlere karşı duruş ve son olarak, demokrasiyi ve seçim sandıklarını ideoloji ve mutlak bir değer olarak benimseyen siyasi yaklaşım.
Bu yaklaşımlar doğrultusunda, Arap liberalizmini iki ana yapıya ayırabiliriz; her biri, iki farklı siyasi güç tarafından destekleniyor. Birinci grup, serbest piyasa ve laiklik yaklaşımını benimseyip Körfez ülkeleri tarafından desteklenenler. İkinci grup ise demokrasi anlatısına odaklanıp, özellikle George Bush’tan bu yana ABD tarafından desteklenmekte olanlar. Bu destek, sivil toplum kuruluşlarına ve kalkınma fonlarına yapılan yardımlarla, ayrıca Avrupa ve Amerika’nın fonlarıyla yeniden üretilerek devam ediyor.
Birinci gruba “Prenslerin Liberalleri” diyelim; zira Körfez ülkelerindeki prensler ve şeyhler tarafından destekleniyorlar. İkinci grup ise “Arap Baharı Liberalleri” olarak adlandırılabilir. Bu terim, nostaljik bir yük taşır ve “bahar” kelimesinin estetik güzellikleriyle bir romantizm yaratır. Evet, özellikle 2011 sonrası olaylara tanık olanlar açısından, o dönem bir siyasi coşku dönemiydi. O dönemde tutuklandık, sürgün edildik, arkadaşlarımız şehit oldu, bazıları hâlâ hapishanelerde kayıp. Bu dönem boyunca Arap gençlerinin fedakârlık yapma ve inandıkları fikirler uğruna sonuna kadar gitme konusunda büyük bir kabiliyeti sahip oldukları gözlemlenmişti.
Bu terimin sorunu, içindeki romantizm yüzünden eleştiriden uzak tutulmasıdır. Eleştiri, bu fedakârlıklara bir saldırı olarak görülüyor. Fakat, her şeyden önce, bu terim Batı medyasının bir ürünüdür; yani, bağımsızlık şartı dilsel olarak bile ihlal edilmiştir. İlk olarak 2005’te Beyrut’taki gösteriler sırasında, yeni muhafazakârlar tarafından kullanılmış ve ardından Ocak 2011’de Foreign Policy dergisinde, 1960’lardaki Prag Baharına atıfta bulunularak tekrar gündeme gelmişti.
Bu noktadan hareketle, bu terim son on yılda geniş bir maddi destek ve siyasi himaye şebekesiyle ilişkili. Demokrasiye ideolojik bir bağlılık gösteren Arap aktivistlerin desteklendiği büyük fonlar ve siyasi himaye programlarıyla beslendi. Tıpkı selefîlerin dine olan yaklaşımı gibi; onların sorun olarak gördüğü şey dinin eksikliğidir, çözüm ise dinin geri dönmesidir. Burada, ne zaman var olduğu bilinmeyen bir ütopya gibi, hayali bir İslam toplumu ve ideal bir İslami devlet tasavvur edilir. Arap Baharı Liberallerinin demokrasiye yaklaşımı da benzer: Sorun demokrasinin olmamasıdır, çözüm ise demokrasinin ta kendisidir. Batı toplumlarına ideal bir ütopya olarak bakılır; bu, demokrasinin başarısının göstergesi olarak sunulur. Doğal olarak, Batı demokrasisine dönük bu reklam ve tekrar, Batı’nın maddi desteğinin siyasi hedefi haline gelir. Arap Baharı Liberalleri, bu demokratik imajı ve idolü koruma konusunda Avrupalılardan bile daha fazla ihtiyaç duyar, zira varlıkları buna bağlıdır ve bu onların siyasi projesidir.
Filistin meselesinin Batı’nın siyasi propagandasında hürriyet, ifade özgürlüğü ve insan hakları konularında liberal demokrasiye ciddi bir kriz kaynağı olduğu artık hepimizin bildiği bir hakikat. Ancak, yalnızca Filistin’in varlığı bu rolü üstlenmiyor; yıllarca demokrasi vaazları veren aktivist orduları, Filistin’i göz ardı ettiler, zira Filistin bu ikiyüzlülüğü açığa çıkarıyordu. Filistin konusunu gündeme aldılarsa da küstahça onu “demokratik çözümler” kapsamına soktular veya “Önce Arap dünyasında demokrasi, sonra zaten Filistin de halledilir,” gibi bahanelerle geçiştirdiler.
Bugün Filistin, etkili bir varlık olarak geri döndü. Bu dönüş ise tesadüfi değil. Tarih, Yahya Sinvar’ı sadece Arap dünyasının değil, Batı sömürgeciliğine karşı verilen mücadelenin en stratejik devrimcilerinden biri olarak kaydetmeli. 2018-2019 yıllarında Gazze’deki Dönüş Yürüyüşlerinin faydasını sorgulayan saldırılarla karşılaştığında, Sinvar, bu eylemlerin stratejik bir hedefi olduğunu ve barışçıl yöntemlerin, dünyanın çelişkilerini ve liberal değerlerin (demokrasi, insan hakları vb.) ikiyüzlülüğünü açığa çıkarmak için kullanıldığını söylemişti. Filistin halkının bu değerlerin dışında bırakıldığını biliyordu, fakat aynı zamanda Filistin davasının, liberalizmin sahtekârlığını aşamalı ve tarihsel bir mücadeleyle ifşa etmesi gerektiğini de biliyordu. Bu mücadeleyi, Filistin ve Arapların kurtuluş yolunda hayati olarak görüyordu. Sinvar, bu hakikati saklamadı; hatta bir medya programı kapsamında, “Kendi kanımızla bu dünyayı ve tüm normalleşme yanlılarını rezil edeceğiz,” diyerek açıkça ifade etmişti.
Sinvar, Arap liberallerinin kutsal kabul ettikleri tüm değerleri hedef aldı ve halkın karşısına güçlü Filistin hedefleriyle, etkileyici sloganlarla çıktı. Bu söylem, Arap Baharı Liberallerini rahatsız ediyor; onlara göre bu söylem “popülist”, zira halkın duygularına hitap ediyor, elitizmin uzağında kalıyor. Daha da önemlisi, bu söylemler halkın tamamının yaşam koşullarını değiştirmeye yönelik siyasi projelerden bahsediyor. Oysa liberal, halkın durumunu değil, bireyci bir varlık olarak sadece kendi yaşam tarzını ve kendi durumunu değiştirmek istiyor.
Sinvar’ın sade giyimi, gösterişten uzak tarzı, halkın diliyle konuşan tavrı, demokrasi konferansları ve kültür salonlarına düşkün aktivistlerin sınıfsal zevkine uymuyor. Bir mülteci kampında büyümüş, hâlâ o sertlik ve öfkeyle, doğallıkla konuşuyor. Bu özellikleri yüzünden defalarca eleştirildi ama o bu eleştiriler yüzünden yolundan sapmadı.
Bir arkadaşımın yıllar önce “aşamaları hızlandırmak” olarak tanımladığı stratejiyi benimseyen Yahya Sinvar, tufan için hazırlık yaparken, “demokrasi” ile “istibdat” arasındaki sahte çatışma anlatısını paramparça etti. Bu anlatı, Arap dünyasındaki iç çatışmaları, kimlik savaşlarını ve halkın kaynaklarını yok eden iç savaşları haklı çıkarmak için kullanılan basit bir kisveydi. Sinvar, Filistin’in olayların kenarında kalmasından veya Arap dünyasındaki ayrışmalara çekilmesinden ziyade, Arap dünyasının durumunu Siyonizme ve ardındaki Batı emperyalizmine karşı düzeltmede öncü bir rol üstlenmesi gerektiğini savundu.
Sinvar’ın yönettiği tarihsel süreç, Batı’nın propagandasında liberalizmin sahtekârlığını ifşa etmeyi hedefliyordu. Arap Baharı Liberallerinin savunuculuğunu yaptığı, “demokrasinin vahası” olarak gösterilen Siyonizm’in bu sahte görüntüsünü yerle bir etti. Aynı zamanda, Arap siyasetine büyük kurtuluş sloganlarını yeniden kazandırmaya çalıştı. Bu sloganlar, nesilden nesile Arap liberallerinin alaya aldığı ve küçümsediği sloganlardı; tıpkı Ümmü Gülsüm’ün “Filistin’e giden tek bir yol var” dediği gibi… Arap Baharı Liberalleri, Batı’nın sınırları dahilinde “gerçekçilik” ve “çözümler” aramaya çağırıyordu. Oysa Sinvar, Arap dünyasında sınıfsal ve kimlik temelli nefretlerle ayrışan bu bölünmeyi düzeltmeye çalışarak, herkesi ortak bir hedefe, Filistin davasını kurtuluş için birlik amacımız olarak görmeye davet etti.
İşte bu yüzden Sinvar’dan nefret ediyorlar ve bu yüzden biz de onu seviyoruz.