Lübnan ve Suriye: Direniş, ekonomi, toplumsal yapı ve özgürlükler üzerine sorular
"Yeni dönemin Suriyeli 'liberalleri' bir tür 'soğuk normalleşme' dönemini müjdeliyor."
Suriye’de silahlı grupların kurduğu yeni idarenin jeopolitik tercihleri az çok tahmin edilebilir durumda. Öte yandan Lübnan, tarihsel ve coğrafi bağları nedeniyle Suriye'deki gelişmelerden doğrudan etkileniyor. Yeni Suriye yönetiminin direniş fikrine karşı bilindik düşmanlığı, Hizbullah açısından karın ağrısı. İsrail ile çatışma yerine “tarafsızlık” politikası öne çıkarken, Filistinli örgütlerin Suriye’deki askeri faaliyetleri de yasaklandı. Bu durum, Lübnan’daki Filistinli mülteci kamplarını tasfiye etme girişimlerini hızlandırabilir. Lübnan, yaklaşık bir buçuk milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparken, mülteci meselesi siyasi ve toplumsal bir kriz haline geldi. Eski ve yeni mülteciler arasında mezhepsel ve siyasi ayrışmalar gözleniyor. Lübnan'ın mülteci meselesini uluslararası alanda bir koz olarak kullanamaması, krizi derinleştiriyor. Ayrıca Lübnan, Suriye’ye yönelik yaptırımların aşılması için bir koridor görevi görmüş, ancak bu durum yasa dışı ticaretin merkezi haline gelmesine yol açmıştı. Suriye’deki iktisadi yeniden yapılanma Lübnan’ı olumsuz etkileyebilir, zira Suriye'nin başka ticaret yolları araması bekleniyor. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, Lübnan'ın Suriye’deki değişimlere uyum sağlayabilmesi için tarihsel bağlarını dikkate alarak kapsamlı strateji geliştirmesini önermiş.
Mesleki açıdan başlayalım. Bugün, Suriye’nin yeni bir medya manzarasına kapı aralamış olması beklenir. Tabii ki sansür yasalarının tamamen ortadan kalkması zaman alacaktır. Fakat yeni yönetimin, eski rejimin yaptığı gibi, kendine destek verenlere özgürlük tanıyıp muhaliflere —ister Suriyeli olsun ister başka bir ülkeden— ifade yasağı getirme ihtimali de göz ardı edilemez. Buna rağmen, Suriyelilerin yaşananlarla ilgili konuşmaktan duyduğu çekinceler ve sınırlamalar ortadayken, Suriye’deki gelişmelerin uzun zamandır olduğu gibi bugün de Lübnan için birinci derecede önem taşıyan bir mesele olarak kaldığını söylemek mümkün.
Şimdi “zafer” kutlamalarını ustalıkla gerçekleştiren o “tembel aptalları” bir kenara bırakalım. Bunlar, İsrail’in Hizbullah’ı saf dışı bırakmasını ve ardından ülkeyi kendilerine teslim etmesini bekleyenlerden başkası değildi. Benzer şekilde, Suriye’de başkalarının darbeyi gerçekleştirmesini ve ardından bu yeni düzende kendilerine bir yer verilmesini uman kişilerden bahsediyoruz. Ancak, bu şahıslar esasen en iyi ihtimalle uluslararası güçlerin Suriye’yi kontrol altına alma çabalarının sonucunda ne elde edebileceklerse ona razı olmak zorunda kalacaklarını çok iyi biliyorlar. Lübnan’daki çoğunluğun da bu büyük değişimi kendi çıkarlarına uygun şekilde yorumladığını görüyoruz. Bu çoğunluk, siyasi, mezhepsel ve hatta faydacı bir çeşitliliğe sahip. Ancak Lübnan’da, Şam’ın kontrolsüz bir kaosa sürüklenmesinden korkanlar da yok değil.
Şimdi Lübnan’daki yöneticilere bakalım. Meclis, yaşananlar hakkında tek bir kelime dahi etmiş değil. Geçici hükümet ise sessizliğini koruyor. Yalnızca güvenlik ve askeri kurumlar, karşı tarafta bir muhatap arayışında ancak henüz böyle birini bulabilmiş değiller. Şu ana kadar, Lübnan’daki hiçbir güvenlik kurumu veya askeri birim, yaşananlara dair kapsamlı bir plana sahip değil. Sınır kapılarında Suriye güvenlik görevlilerinin bulunmaması nedeniyle, Lübnan genel güvenlik birimi artık ülkeye giriş yapan herhangi bir Suriyelinin belgelerinde çıkış damgası bulamıyor. Dahası, gelen veya giden kişi sayısıyla ilgili resmi bir veri kaydı tutulamıyor, zira Lübnan-Suriye sınırının doğu kısmı tamamen kontrolsüz durumda.
Eğer bu tablo, krizin ilk günlerine dair endişeleri yansıtıyorsa, Suriye’deki “ertesi gün”, aslında Lübnan için de bir “ertesi gün” anlamına geliyor. Bu nedenle, durumu izlerken gerçek önceliklerin belirlenmesi şart.
1) Suriye’de yaşanan gelişmeler, direniş hareketi ve Hizbullah açısından merkezi bir meydan okuma teşkil etti. Bunun sebebi, yeni Suriye yönetiminin tüm bileşenleriyle Hizbullah’a karşı düşmanca bir tavır sergilemesi ve içindeki silahlı grupların, savaş sırasında eski rejimin yanında yer alan Hizbullah’tan intikam almak istemeleri. Fakat daha da tehlikeli olan, yeni yönetimin içinde güçlü bir akımın direniş fikrine tamamen kayıtsız görünmesi. Bu, özellikle Şam’a geri dönen bazı kişilerin, Arap-İsrail çatışması konusunda “tarafsızlık” politikasından bahsetmesiyle kendini göstermeye başladı. Bu kişiler, önceliğin Suriye’nin yeniden inşasına verilmesi gerektiğini ve İsrail ile savaşın artık mümkün olmadığını savunuyorlar.
Bu kesim, İsrail’in Suriye’ye karşı yürüttüğü açık saldırılar karşısında herhangi bir duruş sergileme ihtiyacı bile hissetmiyor. Yeni dönemin Suriyeli “liberalleri” ise bir tür “soğuk normalleşme” dönemini müjdeliyor. İsrail ile doğrudan ilişkiler kurmaktan bahsetmeseler bile, yeni yönetimin pratik adımlar atarak, Suriye topraklarından İsrail’e karşı mevcut ya da muhtemel bir direniş oluşumunu engelleyeceğini ifade ediyorlar. Bu eğilimin ilk işareti, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) tarafından Suriye’deki Filistinli örgütlerin temsilcilerine bildirilen karar oldu. Bu karara göre, artık Filistinli örgütlerin silah bulundurması, eğitim kampları kurması veya askeri üsler oluşturması yasaklandı. Bunun yerine, Filistinli örgütlerden, Suriye’nin yeni yönetimi çatısı altında siyasi ve insani yardım faaliyetleri yürütmeleri istenmiyor.
Bu kararın pratikteki sonucu, Filistinlilerin Suriye’yi, İsrail’e karşı herhangi bir faaliyet için ne üs ne de geçiş noktası olarak kullanmalarının yasaklanması. Bunun Lübnan’a yansımalarının da kısa sürede görüleceği aşikar. Filistinli mülteci kamplarını tasfiye etmeye yönelik projeler yeniden gündeme getirilecek, bu kamplar tamamen ortadan kaldırılmak üzere harekete geçilecektir. Ancak bu süreç yalnızca askeri güçlerin tasfiye edilmesini değil, aynı zamanda Filistinlilerin Lübnan’da kalıcı olarak yerleştirilmesini de hedefleyecektir.
2) Lübnan’da bugün çok büyük bir Suriyeli nüfus yaşıyor. Bunların bir kısmı, Suriye’deki darbeler döneminde Lübnan’a kaçmış elitlerden oluşuyor. Fakat Baas rejiminin iktidara gelmesiyle birlikte, Lübnan’daki Suriyeli sayısı hızla arttı. 1990-2011 yılları arasında bu sayı yaklaşık yarım milyona ulaştı ve büyük çoğunluğunu işçiler oluşturdu. Ancak Suriye’de savaşın patlak vermesiyle, bu işçilerin aileleri de Lübnan’a gelmiş ve böylece nüfus birkaç kat artarak bir buçuk milyonun üzerine çıktı. Bugün, Suriyeliler Lübnan’ın her bölgesinde, evlerde, çiftliklerde ve barakalarda yaşıyor. Bunun yanı sıra, yüzbinlercesi de asgari yaşam şartlarını sağlayabilen kamplarda barınmak zorunda kaldı.
Lübnan’da, Suriyeli mültecilerle ilgili sorunları ele almak adına kurulan Lübnanlı, Suriyeli, Arap ve uluslararası kuruluşlar arasında çıkar ilişkileri ağı [network] oluşturdu. Faka bu süreç, Lübnan içinde mültecilerle nasıl başa çıkılacağı konusunda büyük bir bölünmeyi de beraberinde getirdi. Suriye’de savaşın şiddeti azalıp bazı bölgelerin güvenli olduğu konuşulmaya başlanınca, mülteci sorunu daha da büyük bir tartışma konusu haline geldi. Ne var ki Lübnan, mülteciler meselesini Arap ve uluslararası aktörler karşısında bir siyasi koz olarak kullanmakta yetersiz kaldı. Aynı zamanda, Suriye’nin eski yönetimi de mültecilerin dönüşüne sıcak bakmadı, zira ne onları yerleştirecek uygun yaşam alanları ne de çalışabilecekleri açık sermaye piyasaları vardı.
Esad yönetiminin çöküşüyle birlikte, mülteciler konusundaki siyasi ve güvenlik eksenindeki dengeler de değişti. Yeni iktidarı ele geçiren güçler, yurt dışındaki Suriyelilere geri dönme çağrıları yaptı. Lübnan’da ise, binlerce Suriyelinin kendi ülkelerine geri dönmek için yollara düşeceği, güvenlik ya da sınır prosedürlerini umursamayacağı beklentisi vardı. Fakat gerçeklik bunun tam aksini gösterdi. İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısı nedeniyle Suriye’ye dönenlerin büyük bir kısmı, ateşkesin sağlanmasının ardından yeniden Lübnan’a geri döndü.
Bugün eldeki yarı-resmi verilere göre, Esad yönetiminin düşmesinden bir hafta bile geçmeden, Lübnan’a giriş yapan Suriyelilerin sayısı, ülkeden ayrılanların sayısının iki katından fazla oldu. Daha önce Lübnan’a sığınan mülteciler, Suriye’den ayrılma gerekçesi olarak eski yönetimin baskı ve zulmünden duydukları korkuyu dile getirmişti. Ancak bugün Lübnan’a gelen yeni Suriyeliler, benzer bir gerekçeyle —zulüm korkusuyla— ülkelerini terk ettiklerini ifade ediyorlar. Bu kez farklı olan ise, mültecilerin kimliklerinin mezhepsel veya siyasi temelde ayrışması.
Ne eski mülteciler ne de yeni gelenler için kapsamlı bir çözüm işareti görünmüyor. Lübnan’daki mevcut durum, her iki grup için de belirsizlik ve karmaşa içinde devam ediyor.
3) Lübnan, uzun yıllar boyunca Suriye’deki sosyalist rejimi destekleyen bir “kapitalist koridor” işlevi gördü. Bu koridor, Suriye’ye dönük yaptırımlar ve ambargoları delmek için kullanıldı, aynı zamanda Suriye’nin kaynaklarını kontrol eden mafya gruplarının paralarını güvence altına aldığı bir sığınak haline geldi. Lübnan bankaları, Baas rejimi sonrası uygulanan kamulaştırma politikalarından kaçarak Lübnan’a sığınan Suriye burjuvazisinin paralarına kucak açtı. Fakat bu bankalar, daha sonra yasa dışı anlaşmalardan veya şaibeli kaynaklardan gelen paraların merkezi haline geldi. Lübnan bankaları, Suriye’ye girerek “serbest piyasa” içinde faaliyet göstermeye çalıştı, özellikle Beşar Esad döneminde liberal iktisadi reformlara yönelmiştir. Ancak bu girişimler de pek çok engelle karşılaşarak başarısız oldu.
Suriye krizinden sonra Lübnan bir yandan Suriyeli yolcular için bir koridor, diğer yandan da Suriye yasalarının yasakladığı ya da yaptırımların ihracatını engellediği malların ithalatı ya da ihracatı için bir merkez haline geldi. Öte yandan Lübnan, Suriye menşeli pek çok ürünün tüketim merkezi ya da bu ürünlerin bir kısmının Avrupa'ya geçiş güzergahı oldu. Yeni hükümetin benimsemeye karar verdiği “rekabetçi piyasa”, ürünlerin kara, deniz ve hava geçişleri yoluyla doğrudan Suriye'ye ulaşmasını sağlayacak ve yaptırımların kaldırılması Suriye’nin dünya ile ticari ilişkilerinde Lübnan’dan vazgeçmesine ve Irak, Ürdün ve Türkiye üzerinden daha iyi güzergahlar ve kolaylıklar bulmasına yol açacaktır. Ayrıca Suriye, yeniden yapılanma sürecinde ve yeni iktisadi döngünün başlatılmasında Arap yatırımları için bir cazibe merkezi olabilir; Suriye ekonomisindeki ciddi ve olumlu bir hareketin Lübnan’daki üretim gücünü, özellikle de Suriyeli işgücünün Lübnan’daki üretim döngüsünden geriye kalanlarda ve hatta hizmet piyasasında merkezi bir halka haline gelmesinden sonra Lübnan’a gitmeyen yatırımları etkileyeceğini söylemek mümkün.
4) Suriye, son elli yıldır söylenenlerin aksine, kültürel ve sanatsal elitlerin üretildiği bir merkez oldu. Ülke, profesyonel müzik, resim, tiyatro ve arkeoloji uzmanlıklarının üretiminde ileri bir konumda yer aldı, aynı zamanda Şam, kaliteli ve vasat olmak üzere iki yüzüyle de, dramatik yapımların lider üreticisi konumuna yükseldi. Özellikle son yıllarda, Suriye büyük çaplı bir sanat üretim merkezi haline geldi ve bu durumdan Lübnan da ciddi şekilde istifade etti.
Lübnan, Suriye’nin sanatsal üretiminden hem aracılık eden yapım şirketleri üzerinden hem de ortak yapımların yönetimi açısından büyük kazanç sağladı. Bu pazar, on binlerce Suriyeli ve Lübnanlı çalışana gelir ve fırsatlar sundu, medya, kültür ve sanat alanında çalışanların bir anlamda altın çağını yaşamalarına neden oldu. Bugün, herhangi bir gözlemci, Arap dünyasında medya, kültür ve sanat sektörlerinde çalışan çok sayıda Suriyelinin varlığını kolayca fark edebilir.
Fakat, bu kültürel ve sanatsal etkinlikler çoğunlukla Suriyeli toplumun küçük bir kesimini ilgilendirse de, bu pazarın çöküşü durumunda en büyük darbeyi Lübnan alacaktır. Zira Suriyeli sanatçılar ve kültür emekçileri, Mısır ve Körfez ülkeleri gibi daha güvenli ve fırsatlarla dolu bölgelere kolayca yönelebilecektir.
Öte yandan, bazı Arap ülkeleri —özellikle Katar— Suriye’de araştırma merkezleri ve akademik alanlarda yatırım yapmak istiyor. Bu, Lübnan’ın tarihsel olarak başarılı olduğu bir alan. Ancak bu girişimler, Lübnan’ın kendini doğru konumlandırması durumunda bir fırsata dönüşebilecekken, bu fırsat yanlış bir algıyla bir felakete de dönüşebilir. Lübnan, yalnızca kendisini bölgedeki bilgi ve entelektüel üretimin tek merkezi olarak görme yanılgısına düşerse, bu dinamikler onun aleyhine işleyecektir.
Suriye’deki değişimler, her ne kadar doğru yönetilirse Lübnan açısından fırsatlar barındırsa da, mevcut eğilimler gösteriyor ki, bu değişimlerin büyük bir kısmı Lübnan için ciddi riskler doğurabilir. Suriye’deki büyük değişimin, Lübnan açısından bir yorgunluk ve sorun kaynağına dönüşmesi muhtemel.
Bu durumdan kaçınmak için, Lübnan halkının coğrafi ve tarihsel bağları göz önünde bulundurarak hareket etmesi gerekir. Çünkü Lübnan’ın sadece adı değil, aynı zamanda gerçek kimliği de bu bağlamda “Ber Şam” (Şam Diyarı’nın bir parçası) olarak şekillendi.