Suriye'nin çetrefilli çıkmazı
"Bunca kapasite ve yetenek sergileyen bu gruplar, İsrail'in Gazze ve Lübnan'a yönelik 14 aydır devam eden vahşi saldırıları karşısında nasıl bu kadar sessiz kalabildi?"
Bölge, geçmişte olduğu gibi bugün de karmaşık bir siyasi, askeri ve toplumsal düğüm içinde debeleniyor. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik saldırıları, İran’ın İsrail’le doğrudan temasa geçtiği yeni bir dönem ve Aksa Tufanı gibi olaylar, Suriye sahnesinde oynanan oyunun yalnızca birer perdesi. Fakat, bu perdelere bir de bölgesel aktörlerin kendi çıkar hesapları eklenince, Suriye meselesi bir “direniş” meselesinden çok daha karmaşık bir hal alıyor.
İsrail’in direniş örgütlerine ve Suriye ordusuna dönük geniş çaplı saldırıları, yalnızca askeri bir hamle olarak değerlendirilmemeli. Bu saldırılar, İsrail’in bölgedeki nüfuzunu artırma, İran’ın ve müttefiklerinin hareket kabiliyetini sınırlama ve aynı zamanda Suriye’nin geleceğini şekillendirme girişimlerini açıkça ortaya koyuyor. Fakat bu saldırılar karşısında Suriye muhalefetinin sessizliği, özellikle Gazze ve Lübnan gibi “direnişin simgesi” bölgelerde, ahlaki ve siyasi bir sorgulamayı da beraberinde getiriyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, son derece haklı bir soru sormuş: “Muhalefet”, neden bu saldırılar karşısında tepkisiz?
Suriye’deki hızlı gelişmeleri, bölgede yaşanan büyük olaylardan ve köklü değişimlerden bağımsız düşünmek saflık olur. Bu olaylar, Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlaması, Lübnan’a karşı savaşın patlak vermesi ve İran’ın İsrail’le ilk doğrudan askeri temasa girmesi gibi dönüm noktalarını içeriyor. Bu süreçte, Suriye sahası, özellikle direniş eksenine bağlı örgütlere ve aynı zamanda Suriye ordusunun kilit askeri güç merkezlerine yönelik ağır ve geniş çaplı İsrail saldırılarına sahne oldu. Bu saldırılar, direniş örgütlerinin yanı sıra rejim güçlerini de hedef alarak, İsrail’in bölgede artan etkinliğini gösterdi.
Bu gelişmeler, aynı zamanda, seçilen ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelmesinden sonraki döneme ilişkin belirsizlikler ortadayken yaşandı. Bölgedeki büyük aktörler, Trump yönetiminin Orta Doğu’da atabileceği adımlara dair öngörüsüzlük nedeniyle yeni hesaplamalar yapmak zorunda kaldılar. Ancak Suriye’ye dair başka bir önemli boyut daha bulunuyor: Suriye muhalefetinin silahlı gruplarının gerçekleştirdiği saldırılar ve sahada elde ettikleri başarılar, Suriye’nin askeri ve siyasi durumundaki büyük değişimler olmadan mümkün olamazdı.
Beşar Esad karşıtları, rejime karşı savaş motivasyonunun her zaman mevcut olduğunu ve muhalefet güçlerine yönelik eğitimlerin yıllardır devam ettiğini açıkça belirtiyorlar. Fakat saldırı kararı alabilme yetisi, bir dizi faktörün bir araya gelmesiyle mümkün oldu:
1) Ankara, bu desteği Rusya ve Irak’ın Şam ile arabuluculuk çabalarının başarısız olmasının doğal bir sonucu olarak gerekçelendirdi. Cumhurbaşkanı Esad’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile uzlaşmayı reddetmesi, Türkiye’nin muhalefetin saldırısını destekleme kararında kayda değer bir rol oynadı. Ayrıca Türkiye, dünyanın başka sorunlarla meşgul olduğu bir dönemde, bu saldırıyı durduracak bir iradenin bulunmayacağı bilinciyle hareket etti.
2) Türkiye, Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşların ardından yaşanan büyük gelişmelere, ayrıca Irak ve İran için hazırlanan planlara şüpheyle bakıyor. Yetkililer, Trump’ın seçilmesiyle birlikte bölgenin yeni bir siyasi pazarlık sürecine girdiğini dile getiriyor. Ayrıca Türkler, Esad’ın İran’dan uzaklaşıp, Türkiye’ye rakip olan Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap güçleri lehine mesafe almayı kabul etmiş olmasından duydukları kaygıyı artırıyor. Türk yetkililer, bu ülkelerin Şam’daki rejimi İran’dan sadece uzaklaştırmak için değil, aynı zamanda Türkiye ile ilişkileri normalleştirmesini engellemek amacıyla da kontrol altına alma çabalarını tartışıyor.
3) Ankara, ulusal güvenliği konusunda giderek artan endişelerini dile getiriyor. Bu endişelerin temelinde, ABD ve İsrail’in nüfuzunun genişlemesi, normalleşme taraftarı Arap ülkelerinin bu iki aktöre katılma ihtimali ve bu eksenin Suriye ile Akdeniz kıyısını kontrol altına alma çabaları yatıyor. Bu durum, Türkiye’nin çıkarlarına ters bir cephe oluşturuyor. Türkiye ayrıca, ABD ve İsrail’in Kürt karşıtı (Türkiye’ye muhalif) güçleri destekleme çabalarından ve İsrail’in, Suriye ve Irak’tan başlayarak Türkiye’nin topraklarına kadar uzanan geniş bölgelerde bir Kürt devleti kurma projesine destek verme planlarından endişe duyuyor.
4) Türkiye ve muhalif gruplar, Rusya’nın Suriye’deki siyasi süreç konusundaki Esad’a yönelik bazı çekincelerine yaslandıklarını ifade ediyor. Muhalifler, doğrudan Ruslardan aldıklarını söyledikleri bilgilerde, Moskova’nın Esad’ı önemli iç değişiklikler yapması yönünde teşvik ettiğini öne sürüyor. Rusya’nın bu tavsiyesi, Lübnan ve Filistin’de yaşanan gelişmelerin ardından gelmiş. Rusların, İran ve müttefiklerinin (Lübnan ve Irak’taki destek de dahil olmak üzere) sağladığı büyük desteğin, on yıl önceki seviyede olmadığına dikkat çektikleri belirtiliyor. Bununla birlikte, aynı muhalif gruplar, Rusya’nın hem kendilerine hem de Türkiye’ye, Esad’ı korumaya ve rejimin çökmesini önlemeye kararlı olduklarını da ilettiğini iddia ediyor.
5) Silahlı gruplar, sahadaki duruma ilişkin büyük değişimlerin yaşandığını kabul ediyor. Rusya’nın rejim güçlerine verdiği hava desteğinin sınırsız olmadığı ve bu desteğin önemli bir fark yaratmadığı belirtiliyor. Aynı zamanda, İran ve müttefiklerine bağlı güçlerin, özellikle de Hizbullah’ın büyük kısmının sahadan çekildiği ifade ediliyor. Bu durum, silahlı gruplara, Suriye ordusuyla yüzleşebilecekleri algısını kazandırdı. Fakat bu gruplar, İsrail veya ABD’den istihbarat ve teknik destek aldıklarını kabul etmiyor. Bu destekler arasında, hedef aldıkları bölgelerle ilgili detaylı güvenlik analizleri ve Suriye ordusunun konuşlanma noktaları ile müttefik güçlerin varlığına dair değerli bilgilerin sağlanması da bulunuyor.
6) Silahlı gruplar, rejim tabanındaki halk desteğinin ekonomik zorluklar, bürokrasideki zayıflıklar, kamu hizmetlerinin aksaması, yetkin kişilerin yoğun olarak ülkeden göç etmesi ve Suriye ordusunun kapasitesindeki gerileme nedeniyle azalmasına bel bağladı. Bu gruplar, Suriye'deki geniş toplumsal kesimlerle iletişim halinde olduklarını ve bu kesimlere yeni mücadelenin devletin yıkılmasını değil, yönetimde büyük bir değişiklik yapılmasını hedeflediği konusunda “güvence verdiklerini” iddia ediyorlar. Türk yetkililer de bugünlerde, silahlı grupların girdikleri bölgelerde “farklı tavır takındıklarından” söz ediyor. Ancak, durum ne 2011-2015 yılları arasındaki kadar kötü ne de iddia edildiği kadar olumlu.
Suriye meselesi hâlâ kesin bir çözüme kavuşmuş değil. Ancak zamanlamaya ve bundan Suriye’nin ve Arapların düşmanlarının ne kadar fayda sağladığına dair sorular yerinde ve haklı görünüyor. Özellikle de İsrail’in, Esad’ın müttefiklerine ve rejimin temel askeri kapasitesine yönelik gerçekleştirdiği büyük saldırılar bu savaşta oynadığı rolü açıkça ortaya koyuyor. İsrail’in bu savaşa daha fazla müdahil olma konusunda hevesli olduğu da gözlemleniyor. Bu, İran ve Hizbullah’a yönelik şu tehditlerden açıkça anlaşılıyor: İsrail, Suriye topraklarındaki veya Suriye’ye doğru ilerleyen ister Lübnan ister Irak’tan isterse İran üzerinden havadan gelen tüm İran ve Hizbullah unsurlarını hedef alacağını söylüyor. Fakat daha da tehlikelisi, İsrail’in, sahada yeni adımlar atmak için hazırlık yaptığı ve bu adımları uygulamaya başladığı belirtiliyor. İsrail’in şu anda Kuneytra’da birtakım girişimlerde bulunduğu ama bunları genişleterek Suriye’nin güneyinde, Suveyda’dan Deraa’ya kadar uzanan bölgede yeni bir durum yaratmayı hedeflediği ifade ediliyor. İsrail, tüm bunları Lübnan ile yapmayı planladığı yeni bir çatışma turunun hazırlıkları çerçevesinde gerçekleştiriyor.
Suriye muhalefetini savunanların, bütün gruplarıyla birlikte şu soruya cevap vermesi gerekiyor: Bunca kapasite ve yetenek sergileyen bu gruplar, İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik 14 aydır devam eden vahşi saldırıları karşısında nasıl bu kadar sessiz kalabildi? İsrail, Filistinlileri, Lübnanlıları ve hatta Suriyelileri öldürmeye devam ederken, nasıl tek bir açıklama yapmadılar veya tek bir kurşun bile sıkmadılar? Filistin'i savunmak için savaşa girmeyenler, insanların haklarını savunmak için tüm sloganları atsalar bile savunulmaları zor olacaktır.
Cevabı çok basit, bu milisler suriye içinde kalıp meşru hedefleri ile savaştıkları sürece muhalif olarak kalırlar. Doğal habitatından ayrılamazlar. İkincisi de bu adamlar israile karşı savaşamazlar, bölgeye bile intikal edemezler.