İsrail arşivleri: 'Filistinliler eğitilmemeli; devrimleri proletarya değil, besili entelijansiya yapar'
"Bugünün Arapları 17 yıl öncesinin Arapları değil. Çöldeki nesil artık yok oluyor. Taciz ettiklerimiz, evlerini ellerinden aldıklarımız iyi olanlar, onlarla iyi geçiniyoruz."
Çevirmenin notu: Filistinli grupların dün şafak vaktinde Gazze Şeridi’nden başlattığı “Aksa Tufanı” harekâtından sonra Türkiye’deki her haltın uzmanı, bildiği yanıldığına yetmeyen “sol kamuoyu” analizlerini derinleştirmiş; Siyonizme canı gönülden bir bağlı Türkçü-faşist kesimin de Filistinliler aleyhinde argüman üretme konusunda iştahı epey bir kabarmışa benziyor. Filistinlilerin neden haklı olduğunu tartışmaya ya da ispat etmeye çalışmak epeyce acınası bir durum olsa da İsrailli tarihçilerin bizzat aktardıklarına bakarak, sürgüne zorlanmış, katledilmiş ve hapsedilmiş Filistin halkının sürdürdüğü davanın beşeriyetin en haklı davalarından biri olduğu bir kez daha anlaşılabilir. Akevot İsrail-Filistin Çatışması Araştırmaları Enstitüsü araştırmacılarından Adam Raz’ın birkaç sene evvel Haaretz gazetesinde yer bulan makalesi.
Şin Bet şefi, eğitimli Arapların İsrail için “sorun” teşkil ettiği konusunda uyarırken
Adam Raz
16 Eylül 2021
Gizliliği kaldırılan sıra dışı belgeler, İsrail’in üst düzey güvenlik yetkililerinin ülkedeki Arap azınlığa baskı uygulamak için uydurdukları gerekçeleri ortaya koyuyor
Devletin Filistinli yurttaşlarına yönelik tutumu söz konusu olduğunda, arşivlerdeki tarihi belgeleri erişime açma politikası çeşitli kriterlere dayanılarak yapılır. Bunlardan biri, eşitsizlik politikasını ortaya koyan belgelerin gizliliğinin kaldırılmasının ülkenin imajına zarar verebileceği ve İsrail’in Arap nüfusunun tepkisini çekebileceği varsayımıyla başlıyor.
Devletin Arap kamuoyuna yaklaşımı uzun zamandır esasen baskıcı olduğu için, incelenebilecek belgelerin son derece sınırlı olması şaşırtıcı değil. O halde, güvenlik teşkilatındaki üst düzey isimlerin yıllar boyunca aldıkları tutumların daimî bir izahını sunma teşebbüsü neredeyse başarısız olmaya mahkûm. Bununla birlikte, İsrail Devlet Arşivlerinde yakın zamanda incelemeye açılan iki dosya, ülkenin üst düzey güvenlik yetkililerinin ülkenin ilk on yıllarında ülkenin Filistinli yurttaşlarına dönük temel görüşlerine istisnai bir bakış sunuyor ve yol gösterici ilkelerini ortaya koyuyor.
Söz konusu iki belgenin gizliliği Akevot İsrail-Filistin Çatışması Araştırma Enstitüsü’nün talebi üzerine kaldırıldı. “İsrail’deki Arap Azınlıkla İlgili Toplantı Özeti” başlıklı ilk belge, Başbakan David Ben-Gurion’un Araplardan sorumlu danışmanı Uri Lubrani’nin talebi üzerine Şubat 1960’ta gerçekleştirilen bir toplantıyla alakalı. Lubrani, o dönemde tartışmalarda sıkça kullanılan bir terim olan “Arap sorunu” ile ilgilenen güvenlik birimlerinin başkanlarını bir araya getirdi.
Temmuz 1965 tarihli “İsrail'deki Arap Azınlığa İlişkin Temel Politika İlkeleri” başlıklı ikinci belge, üst düzey hükümet yetkilileri ve üst düzey güvenlik yetkilileri tarafından bir başka toplantıda yapılan onlarca sayfalık açıklamaları içeriyor. Amacı, 1948’den bu yana İsrail’in Filistinli yurttaşlarına dönük 17 yıldı var olan politikanın sonuçlarını özetlemek ve bu konuda hem kısa hem de uzun vadeli politikalar önermekti.
Her iki durumda da net bir tablo ortaya çıkıyor. Güvenlik yetkilileri, ayrıştırma ve Arap toplumunu Yahudi toplumuna tabi kılma politikasını benimseyen hükümet mensuplarının elindeki araçlardan biriydi. Her iki durumda da güvenlik yetkilileri, 1948 savaşından bu yana geçen yıllarda hükümetin Arap toplumunun gelişimini bastırmak için yeterli tedbirleri almadığını savunuyordu. Bazıları, Filistinli yurttaşları sınır dışı etmek için gelecekteki yaşanacak bir savaştan istifade etmenin faydalı olacağını düşünüyordu.
Mesela 1960 yılındaki tartışmada polis komiseri Yosef Nahimyas, “Arap nüfusu mümkün olduğunca düşük tutulmalı ki bir şey olmasın,” demişti, yani orada statüko korunacaktı. Nahimyas, İsrail’in Filistin yurttaşlarına dönük “sömürünün sınırlarına” henüz ulaşmadığını ve Arapların “iştahını” uyandırmamaya özen gösterilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi. Benzer şekilde Şin Bet güvenlik teşkilatının başındaki Amos Manor da Filistinli yurttaşlar arasındaki geleneksel aşiret temelli hiyerarşinin Yahudi yetkililer açısından bir avantaj sağladığını düşünüyordu: “Süreçleri kendi ellerimizle hızlandırmamalıyız. Mevcut sosyal çerçeve, uygun bir yönetim aracı olarak korunmalı...” Manor eğitimli Arapların “sorun” teşkil edebileceği uyarısında bulundu ve ekledi: “Yarı eğitimli oldukları sürece endişelenmiyorum.” İsrail’in Filistinli yurttaşların “geleneksel sosyal rejimini” koruması gerektiğini, zira bunun “ilerleme ve kalkınma hızını yavaşlattığını” belirtti.: Arap kesimi ne kadar hızlı ilerlerse, o kadar çok sorun yaşayacağımız konusunda uyardı: “Kırk yıl içinde çözülemeyecek sorunlarımız olacaktır.”
Şin Bet şefinin Filistin yurttaşlarının eğitim almasının neden engellenmesi gerektiğine dair sosyolojik bir gerekçesi vardı. Manor, “Devrimler proletarya tarafından değil, besili entelijansiyalar tarafından kışkırtılır,” diye açıkladı. Sonraki sözleri dikkat çekici: “Hoş olmasa bile tüm yasalar uygulanmalıdır. Yasa dışı yollar [yetkililer tarafından] sadece başka alternatif kalmadığında ve o zaman bil, sadece iyi sonuçlar elde edilmesi koşuluyla düşünülmelidir... Agresif yönetim, kamuoyunu dikkate almadan sürdürülmelidir.” İsrail polisinde özel harekât biriminin başında bulunan Aharon Chelouche, 1965’teki toplantıda Arapların muhafazakâr sosyal yapısını güçlendirmenin “gerici” olabileceğini belirterek, “Ancak... Bu çerçeveler sayesinde Arap bölgesini daha iyi kontrol edebiliriz,” dedi.
“Arap sorunu”, dışarıya karşı her zaman bir güvenlik meselesi olarak sunuldu, ancak 1965’teki kapalı toplantıda katılımcılar konu hakkında olağanüstü bir açıklıkla yorum yapmalarına imkân verdiler. Manor’dan sonra Şin Bet şefi olan Yosef Harmelin her şeyi açıkça ortaya koydu: “Bizim çıkarımız İsrail’i bir Yahudi devleti olarak korumaktır. Temel mesele budur. ‘Güvenlik’ dediğimizde kastedilen budur. Arapların devrim yapması gerekmiyor.” 1948-1966 yılları arasında Arap yurttaşlarının tabi olduğu askeri yönetimin komutanı Yehoşua Verbin, katılımcılara “güvenlik sorunu olmayan hiçbir toplumsal sorun olmadığını” açıkça ifade etmişti.
Polis komiseri Pinhas Kopel de onları destekledi ve ekledi: “Bu türden her eylem Araplar için neyin iyi olduğu açısından değil, Yahudiler için neyin iyi olduğu açısından görülmelidir.” Şahsına münhasır bir “liberal” olan Savunma Bakanı Moşe Kaşti, “Ben ekonominin liberalleşmesinden yanayım. Araplar arasında liberalleşmeye ise bir şekilde karşıyım,” dedi. Özeleştiri, başbakanın Arap işlerinden sorumlu danışmanı Şmuel Toledano tarafından dile getirildi. Sözüm ona Arap sorunu konusunda iki düşünce ekolünün varlığına dikkat çekti ve her sosyal sorunu güvenlik prizmasından gören önde gelen düşünce ekolünü eleştirdi. Kendisi azınlıktaydı.
1965 yılındaki tartışma boyunca, Filistin yurttaşlarının ülkeden sınır dışı edilip edilmeyeceği sorusu gündeme gelmeye devam etti. Tarihi belgelere dayanan akademik araştırmalar daha önce bazı karar alıcılar arasında 1956 Sina Savaşı’na kadar Arap yurttaşlarının sınır dışı edilmesine yönelik bir politikanın ve hatta somut planların hâkim olduğunu ortaya koymuştu. Gizliliği yeni kaldırılan tutanaklar, benzer fikirlerin 1960’larda da var olmaya devam ettiğini gösteriyor. İsrail’de toprakların ayrımcı bir şekilde dağıtılmasında önemli bir rol oynamaya devam eden (İsrail Toprak İdaresi olarak) İsrail Toprak İdaresi’nin genel müdür yardımcısı Reuven Aloni açık konuştu ve retorik bir şekilde, “teorik olarak” İsrail istediği gibi hareket edebilseydi, “ne yapmak isterdik?” diye sordu. Sorusuna da şu cevabı verdi: “Mübadele.” 10, 15 ya da 20 yıl sonra, savaş ya da savaşa benzer bir durumun yaşanacağı ve temel çözümün Arapların nakledilmesi olacağı bir günün geleceği konusunda oldukça iyimser olduğunu söyledi: “Bence bunu nihai bir hedef olarak düşünmeliyiz.”
Emniyetten Aharon Chelouche da “göç” hakkında konuştu ve hemen ardından şu açıklamayı yaptı: “Bu işte, [1948 savaşının sona ermesinin ardından] 1949-1950 yıllarında Mecdel [şimdiki Aşkelon] kentinin tamamını kovmayı başaran bir Yahudi var.” Chelouche, “Yafa’da bir göç atmosferi” yaratmaya çalıştığını ama bugün bu tür planlara güvenmenin mümkün olmadığını söyledi.
Şin Bet Direktörü Harmelin de “Arap azınlığın” devlete asla sadık kalmayacağı konusunda diğerleriyle hemfikirdi. Ona göre, “o zamanki çözüm Arapları kovmaktı”, ancak bugün bu “hepimizin aşina olduğu [fakat] pratik olmayan bir çözüm.” Harmelin, “Arapların ülkedeki payının artmasını nasıl önleyebileceğimize” dair —detaylandırmadan— “bazı fikirlerim var,” diye ekledi.
Dışişleri Bakanlığı’nda on yıllardır bu konuyla ilgilenen Arap işleri danışmanı Ezra Danin, sadece çeşitli “göç” planlarının uygulanamaz tabiatından değil, ahlaki sonuçlarından da endişe duyuyordu: “Faşistlerin ya da İranlıların gerçekleştirdiği eylemleri uygularken, ihtiyacımız olan dünyanın yardımını nasıl isteyeceğiz?” Hükümetin “şeytani bir öneri” olan “nüfus mübadelesini” nasıl kabul edebileceğini merak ettiğini ifade ederek, “Nüfus mübadelesine rahat bir pozisyondan varılmaz. Bir şeyleri o noktaya getirerek varılır,” dedi.
1948’den 1966’ya kadar askeri yönetim, ülkenin Filistinli yurttaşlarına baskı uygulamanın başlıca aracıydı. 1963-1968 yılları arasında Mossad’ın başkanlığını yapan Meir Amit, pratikteki politikanın fazla nazik olduğunu düşünüyordu. “Kararsız değil, sert bir el,” çağrısında bulundu. Amit’e göre “elimizde bir kırbaç var, onu gürültü çıkarmak için kullanıyoruz,” ama “havayı kırbaçlıyoruz ve yüzeyin altında her şey büyüyor.” Amit sözlerini şöyle tamamladı: “Lütfen, eğer bir kırbacımız varsa, vurun.”
Askeri yönetimin komutanı ve ülkenin “Arap sorunu” konusundaki “uzmanlarından” biri olan Verbin, lafı dolandıran biri değildi. Yahudi yetkililerin karşı karşıya olduğu sorunu şöyle izah etti: “Bugünün Arapları 17 yıl öncesinin Arapları değil. Çöldeki nesil artık yok oluyor. Taciz ettiklerimiz, evlerini ellerinden aldıklarımız iyi olanlar, onlarla iyi geçiniyoruz.” En kötülerinin 1940’ların ortalarında doğanlar olduğunu dile getiren Verbin, sözünü sakınmadı: “Yaklaşık yarım milyon Arap’ı sürdük, evlerini yaktık, topraklarını yağmaladık —onların bakış açısına göre— geri vermedik, topraklarını aldık... Kendimize, ‘Siz Araplar, yaptıklarımızdan mutlu olmalısınız,’ demek istiyoruz, [ama] toprakları çaldık ve çalmaya devam edeceğiz ve bizim bakış açımıza göre bu ‘Celile’nin kurtuluşu’.” Verbin, Arapların kovulacağı “bir savaş felaketi yaratmanın” söz konusu olmadığını ve “günlerin ne getireceğinin bilinemeyeceğini” de sözlerine ekledi.
Tüm katılımcılar aynı görüşleri benimsemese de çoğunluğun “eşitlikten bahsetmediğimiz” konusunda hemfikir olduğu aşikâr. Örneğin Danin, tartışmada takınılan izolasyonist tutumu eleştirdi. Başbakanlık Genel Müdür Yardımcısı Şmuel Ben Dor ise “Burada gündeme getirilen tüm araçlar hakkında konuşurken aynı zamanda yurttaşa adil bir yaklaşım sergileyen araçlardan nasıl bahsedebiliriz?” diye sordu.
Verbin, askeri yönetimin sertliğine dönük eleştirileri reddetti ve tartışmanın kapsamını genişletti: “Arapları taciz eden biri varsa o da İsrail devletidir... Yişuv [yani devlet] ve [ulusal] kurumlar Arap sorunu konusunda en büyük anti-Semitistlerdir... Araplar söz konusu olduğunda acımasız davranan biri varsa o da tüm Yişuv’dur... Yişuv onları taciz ediyor ve uzun yıllar boyunca da taciz etmeye devam edecek.”
Aralık 1966’da, 1965'teki toplantıdan bir buçuk yıl sonra, askeri yönetim lağvedildi. Bunun sonucunda bu İsrail yurttaşlarına uygulanan bazı kısıtlamalar ve denetimler kaldırıldı ve ülkenin Yahudi yurttaşlarıyla eşitlikleri arttırıldı. Fakat bu yeterli değildi. Yahudi kamuoyunda pek çok kişinin, askeri yönetimin haklı olarak lağvedilmesiyle birlikte Arap yurttaşlara yönelik ayrımcı politikanın da sona erdiğini düşündüğü açık. O zaman da durum böyle değildi, bugün de böyle değil.
Pratikte, 1960’larda üst düzey güvenlik yetkilileri tarafından ifade edilen bakış açısı, devletin Filistinli yurttaşlarına dönük tutumunu belirlemeye devam ediyor. Bugünün üst düzey güvenlik yetkililerinin ülkenin Filistinli yurttaşları hakkında ne düşündüklerini öğrenmek için birkaç on yıl daha beklememiz gerekecek.