Esad Ebu Halil yazdı: Filistin'de yüz yıllık savaş
"Yerlilere yönelik etnik temizliğin bir kaza sonucu gerçekleştiği fikri, Herzl'in ilk yazılarında yer alan kanıtlarla çürütülüyor."
Çevirmenin notu: Filistin meselesi son yüzyılın en çok tartışılan ve bulandırılan meselelerinden biri. Tarihin en haklı davalarından birinin bu kadar sorgulanması ve olguların çarpıtılması kaynaklarda bir miktar daha seçici olmayı mecburi kılıyor. Aşağıda tercümesi verilen makalede Lübnan asıllı Amerikalı siyaset bilimi profesörü ve The Angry Arab blogunun yazarı Esad Ebu Halil, Reşid Halidi’nin The Hundred Years’ War on Palestine: A History of Settler Colonial Conquest and Resistance, 1917-2017 adlı yeni kitabını ele almış.
Filistin’de yüz yıllık savaş
Esad Ebu Halil
18 Eylül 2023
Arap-İsrail çatışması üzerine çok sayıda kitap var ama üniversite kampüslerinde bu konuda ders veren bizler, Filistin sorunu üzerine ders kitabı olarak kullanmak için umutsuzca yeni kitaplar arıyoruz. Reşid Halidi’nin yeni kitabı, The Hundred Years’ War on Palestine: A History of Settler Colonial Conquest and Resistance, 1917-2017 (Filistin’de Yüz Yıllık Savaş: Yerleşimci Sömürgeci Fetih ve Direnişin Tarihi, 1917-2017) adlı yeni kitabı yepyeni bir yaklaşım getiriyor.
Sami Hadawi’nin Bitter Harvest ya da Charles D. Smith’in Palestine and the Arab Israeli conflict gibi çatışma üzerine yazılmış iyi bilgilendirici kitaplarda bile, öğrencilere çatışmanın kökenlerini ve evrimini tanıtmak için aşırı ayrıntılı, savaşların en ince detayına kadar anlatılması eğilimi söz konusu.
Halidi, kitabında sıkıcı bir kronoloji sunmaktan kaçınıyor ve kitabı temalara ve olaylara bölerek çatışmanın oldukça seçici bir anlatımını tercih ediyor.
Ayrıca kendisi, ailesi ve hatta geniş Halidi ailesinin diğer fertleriyle ilgili kişisel detaylar ekleyerek kitaba daha ilginç ve erişilebilir bir bakış açısı kazandırıyor. Tarihçi, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans düzeyinde danışmanımdı.
Albert Hourani’nin yanında British Policy Toward Syria and Palestine (İngilizlerin Suriye ve Filistin Politikası) başlıklı doktora tezini yazdı ve bu tarihi çok iyi biliyor. Madrid’de ve daha sonra Washington D.C.’de Filistin delegasyonunun danışmanı olarak Orta Doğu müzakerelerine katıldı. Halidi’nin Filistin kimliğinin oluşumu üzerine yazdığı bir kitap da dahil olmak üzere Filistin hakkında çok sayıda yazı kaleme alması şaşırtıcı değil.
Balfour Deklarasyonu’na dair çarpıcı anlatım
Halidi, kitabında bir kronoloji oluşturmaktan kaçınarak, kilit hadiselere ve şahıslara odaklanıyor. Balfour Deklarasyonu’na ilişkin anlatımı, doktora tezinde ele aldığı bir konu olan kurnaz İngiliz politikası hakkında özlü ama lanetleyici.
Ayrıca 19. yüzyılın sonlarında önde gelen Osmanlı siyasetçisi Diya’ el-Halidi ile modern Siyonizmin babası olarak kabul edilen Avusturya-Macaristanlı siyasi aktivist Theodore Herzl arasındaki yazışmalara da yer veriyor. Bu yazışmalar, Herzl’in ya da Avrupa’daki ilk Siyonistlerin Filistin’in halihazırda meskûn olduğunu bilmedikleri ya da Filistinlilerin, topraklarını ve daha sonra da ata yurtlarının tamamını çalmayı amaçlayan Siyonist projeden kaynaklanan ciddi bir tehlikeden çok erken bir dönemde korkmadıkları düşüncesini ortadan kaldırıyor.
Halidi, günlüğünde yazan Herzl’in kendi sözlerini aktarıyor:
“Yoksul nüfusu, transit ülkelerde istihdam sağlayarak sınırın ötesine geçirmeye çalışacağız... Hem kamulaştırma hem de yoksulların uzaklaştırılması süreci ihtiyatlı ve dikkatli bir şekilde yürütülmeli.”
Sömürgecilerin mitleri alaşağı edildi
Herzl, Batı’da hala hümanist bir hayalperest olarak görülüyor. O kesinlikle yerli halkın zorla ve toptan sürülmesini hayal etmişti. Herzl gibi insanların Filistinlilerin anayurtlarına ulusal bağlılık gösteremeyecek ve anayurtlarını ellerinde tutmak için mücadele edemeyecek kadar geri kalmış olduklarını düşünmelerine yol açan şey ırkçı bir zihniyettir.
Yerlilere yönelik etnik temizliğin bir kaza sonucu gerçekleştiği fikri, Herzl’in ilk yazılarında yer alan kanıtlarla çürütülüyor. Tüm Siyonist proje, nüfusun çoğunluğunun Yahudi olmadığı ve Yahudilerle Yahudi olmayanların yüzyıllardır yan yana yaşadığı mevcut Filistin yurdunun kalıntıları üzerinde yeni bir Yahudi yurdu yaratma ilkesine dayanıyordu. Bu ilişkiyi zehirleyen Siyonizm oldu.
Halidi, kitabı çok sayıda olgu ve hadiseyle doldurmuyor, fakat okura genel resmin iyi bir görünümünü vermek amacıyla en önemlilerini seçiyor. Örneğin, 1936-39 Arap İsyanı’nda yetişkin Arap nüfusunun yüzde 10’unun “öldürüldüğünü, yaralandığını, hapsedildiğini ya da sürgün edildiğini” bildiriyor. Bu bile İngilizlerin, sadece Avrupa’dan gelen Yahudi göçmenlere dönük yeni bir yurda yer açmak için Filistin yurdunu ortadan kaldırma suçuna nasıl ebelik ettiğini gösteriyor. Yerli Yahudiler başta Siyonizme karşıydılar.
Halidi, ayrıca Filistin ve Arap toplumlarının durgunluk içinde olduğu efsanesini de çürütüyor. “1908 ile 1914 yılları arasında Filistin’de otuz iki yeni gazete ve süreli yayın kurulduğuna, 1920’ler ve 1930’larda bu sayının daha da arttığına” dikkat çekiyor. Filistinlilerin diğer grupların modern ulusal kimliklerinden farklı olmayan bir ulusal kimlik oluşturduklarını göstermek için Filistin kimliği üzerine yaptığı önceki çalışmasını temel alıyor.
Filistin milliyetçiliğinin yalnızca Siyonizme tepki olarak ortaya çıktığı yönündeki Siyonist düşünceye yanıt veren Halidi, Siyonizmin kendisinin de Avrupa’daki antisemitik nefrete tepki olarak şekillendiğine işaret ediyor.
İngiliz hilekarlığı ve aldatmacası
Yazar, İngiliz aldatmacasını ve hilesini en iyi şekilde belgeliyor. Lord Balfour’un evinde İngiliz Başbakanı Lloyd George, Balfour ve Muhafazakâr Winston Churchill’in bir araya geldiği bir akşam yemeğinden bahsediyor:
“Weizman [Balfour Deklarasyonu’ndaki] ‘Yahudi ulusal yurdu’ terimiyle ‘her zaman nihai bir Yahudi devletini kastettiklerini’ söylemişti. Lloyd George, Siyonist lideri bu nedenle Britanya’nın Filistin’de temsili bir hükümete asla izin vermeyeceğine ikna etti. İzin de vermedi.”
Bu yalnızca Arapların İngiliz vaat ve taahhütlerini erken reddetmelerini teyit etmiyor. Bu kitabın da gösterdiği gibi Filistinliler, İngiliz mandasının ortaya çıkmasından önce Britanya’nın Filistin’de bir Yahudi devleti fikrine bağlı olduğunun farkındaydı. Kitap, 1936-39 yıllarındaki Arap İsyanı’nın İngilizler tarafından bastırılmasını anlatıyor. 81 yaşındaki bir isyancı lider “1937’de öldürüldü”:
“O dönemde yürürlükte olan sıkıyönetim yasalarına göre, tek bir kurşun idam cezasını hak etmek için yeterliydi... Askeri mahkemeler tarafından yapılan yargılamaların ardından bu tür yüzden fazla idam kararı verildi ve çok daha fazla sayıda Filistinli, İngiliz birlikleri tarafından olay yerinde infaz edildi.”
Fakat Halidi’nin, Filistinlilerin 1939 Beyaz Kitap’ını reddettikleri için hatalı olduğu iddiasına katılmıyorum. Filistinliler aslında İngilizlerin niyetlerinden şüphe duymakta haklıydılar. Belgede yer alan ifadeler bağımsız bir Filistin Arap devletinin kurulmasını vaat etmiyordu, özellikle de Britanya’nın bir Yahudi devleti kurma taahhüdünün Araplara dönük her türlü jestin önüne geçtiği düşünüldüğünde.
Dahası belge, Yahudi göçünü geçici olarak sınırlama sözü verirken yasa dışı Yahudi göçü hız kesmeden devam etmişti.
Arap Birliği’nin 1945’te İngiliz hükümetinin emriyle kurulması üzerine, yazarın amcası Dr. Hüseyin Halidi’nin, “Arap Birliği’ni kuran altı Arap devleti... Birliğin açılış bildirisinden Filistin’e saygıyı çıkarmaya karar verdiklerinde” ve İngiliz isteklerinin sadık bir hizmetkârı olan Filistin temsilcisini seçmekte ısrar ettiklerinde yaşadığı acı hüsranı anlatıyor.
Halidi, anlatısına dahil etmek üzere İsrail’in işlediği savaş suçlarını seçerken, Batılı okurlar tarafından büyük ölçüde bilinmeyen katliamlara da etkili bir şekilde yer veriyor. İsrail, Kasım 1956’da Han Yunus ve Refah mülteci kamplarını işgal ettiğinde “450’den fazla erkek sivil öldürüldü ve bunların çoğu yargısız infaz edildi.” Araplar, İsrail tarihini bir katliamlar ve savaş suçları kronolojisi olarak bilirler.
Halidi, FKÖ’nün Lübnan'daki deneyimini ve İsrail’in Lübnanlılara ve Filistinlilere yönelik acımasız saldırganlığını ele alırken en iyi performansını sergiliyor. Kendisi 1982’de Beyrut kuşatmasını yaşamış ve kuşatma sırasında FKÖ’nün siyasi ve askeri performansı üzerine klasik bir kitap yazmıştı. Okura Batı Beyrut’un ayrım gözetmeyen bombardımanı altındaki yaşamı birinci ağızdan anlatıyor.
Anlaşmazlık noktaları
Halidi’ye bu kitapta iki önemli noktada katılmıyorum. Arafat liderliğindeki Filistin yönetimini, dikkatini Amerikan sahnesine vermediği için defalarca suçluyor. Ancak Halidi, bu kitapta ve diğer çalışmalarında ABD’nin Filistinlilerin çıkarlarına temelden düşman olduğunu ve Arap muhataplarına sık sık yalan söyleyip onları kandırdığını kabul ediyor.
Açıkça “ABD’nin İsrail’e verdiği taahhütler göz önüne alındığında asla dürüst bir arabulucu olamayacağını” söylüyor. Peki bu kurtuluş hareketi neden İsrail’in nükleer kalesinin inşasında en etkili olan tek ülkeye hitap etsin?
Dahası Halidi, ABD’nin dış politika karar alma sürecinin, en azından teoride, çeşitli çıkar gruplarının masaya oturup rekabet ettiği iç politika yapım sürecine hiç benzemediğini biliyor. Dış politikada, her iki tarafın da rızasıyla ABD’nin Orta Doğu politikasının oluşturulmasını tekeline alabilmiş güçlü bir İsrail lobisi söz konusu.
ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki Arap yanlısı grup Clinton yönetimi tarafından yok edildi ve İsrail yanlısı Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü, başkentte Orta Doğu’ya ilişkin fikir ve önerilerin merkezi haline gelmişti. Halk, bazı Arap lobileri tarafından yönlendirilse bile bu, politikayı etkileyemeyecekti. Fransa ve Britanya’da Filistinlilere duyulan sempati, iktidar partilerinin liderlerinin politikalarına dönüşmedi.
İkinci olarak, İsrail’e karşı direnişi konu alan bir kitabın, Temmuz 2006 savaşında İsrail’in 33 gün süren savaşta Lübnan’a bir santim dahi ilerleyememesini sağlayan Lübnan direniş hareketinin dünyayı sarsan başarılarına değinmemesi oldukça şaşırtıcı. 1967’de üç Arap ordusu birkaç saat içinde bozguna uğratılırken, Lübnanlı bir grup gönüllü İsrail ordusunu aşağılayıcı bir şekilde Güney Lübnan’dan kovmuş ve yeni bir işgal fikrinden caydırmıştı.
Bu direniş modeli, Halidi’nin silahlı direnişin faydasızlığını ispatladığı ve 1987’deki şiddet içermeyen intifadanın silahlı direnişe başarılı bir alternatif model olduğu yönündeki tezini zayıflatıyor.
FKÖ’nün askeri operasyonları etkisiz
Fakat bu intifada Filistinliler için herhangi bir kazanım sağlamayı başaramadı. Aksine, şiddet içermeyen direniş modeli daha sonra Batılı güçler tarafından Filistinlileri acımasız bir işgale karşı askeri direniş gibi temel bir haktan mahrum bırakmak amacıyla kullanıldı. Lübnan direnişi ile Gazze’deki direniş arasındaki mevcut ittifak, FKÖ’nün kaynaklarını güçlendirmek ve direniş faaliyetlerinin koordinasyonu için bölgesel bir ağ sağlamak açısından çok şey yapabileceğini gösteriyor.
Bunun yerine, FKÖ’nün askeri operasyonları büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlandı ve liderlik etkili bir askeri direniş hareketi oluşturma konusunda hiçbir zaman ciddi olmadı. Arafat sembolik askeri operasyonları Batı’nın diplomatik ilgisini çekmek için kullandı. Ancak 1993 ve 1995’te imzalanan Oslo barış anlaşmalarının yetersiz tekliflerinin de gösterdiği üzere bu hesap bile başarısız oldu.
Yazar, Filistin müzakere ekibine danışmanlık yaptığı dönemdeki deneyimlerini aktarıyor. Şöyle diyor:
“Destenin ne kadar kalın olduğunu ve ABD’nin bu şekilde resmi bir taahhütle bağlı olduğunu —ki bu İsrail'in hem kendi tutumunu hem de destekçisinin tutumunu etkin bir şekilde belirlediği anlamına geliyordu— anlamış olsaydım muhtemelen Madrid’e gitmezdim ya da sonraki iki yılın çoğunu Washington’daki görüşmelerle geçirmezdim.”
Bu kitap, Filistin sorunu hakkında temel bir başlangıç kitabı olarak hizmet edebilir ve Filistin üzerine kitap kütüphanesindeki bir boşluğu doldurabilir. Çatışmanın kökenleri ve gelişimine dair kişisel anlatı ve akademik araştırmanın birleşimi, öğrencilere detaylar ve ayrıntılarla boğmadan konu hakkında sağlam bir arka plan sağlıyor.