Harald Kujat ile mülakat: Ukraynalıların büyük kısmı diplomatik bir çözümden yana
"Almanya'nın gelecekteki bir barış anlaşmasının temeli olarak Ukrayna barış formülünün ilkelerini açıkça kabul etmesi dikkat çekici."
Çevirmenin notu: Üçüncü yılını yaşayan savaşta Ukrayna ve Batılı destekçileri, hala Rusya’nın asker sayısı ve silah üstünlüğüne yetişmekte zorlanıyor. Elbette, Ukrayna’nın kendi avantajları da mevcut: askerleri daha iyi motive edilmiş ve daha esnek hareket edebiliyorlar ama Rusya kalite farkını kapatıyor. Eğer ABD ve Avrupalı müttefikler, Rusya’nın silah üretimine yetişebilmesi için üretimini artırır ve Ukrayna’ya daha fazla teçhizatı bağışlarsa maçın döneceği hissiyatı olsa da bu ancak bir mucizeyle mümkün. Eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı ve müstafi Tümgeneral Harald Kujat, savaşın başından bu yana yaptığı aklıselim yorumlara yenisini eklemiş.
“Ukrayna halkı barış istiyor”
“Ukraynalıların büyük kısmı diplomatik bir çözümden yana”
Thomas Kaiser
25 Nisan 2024
Müstafi General Harold Kujat* ile mülakat
Zeitgeschehen im Fokus: Ukrayna’daki askeri durum son aylarda ve haftalarda nasıl gelişti?
Emekli General Harald Kujat: Geçen yıl gerçekleşen taarruzun başarısızlıkla sonuçlanması, Ukrayna’daki askeri durumu son derece kritik hale getirdi ve her geçen gün daha da zorlaşıyor. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, taarruz harekâtları yürütme kabiliyetini yitirdi ve Amerika’nın önerisi üzerine stratejik savunmada yaşanan yüksek asker kayıplarını azaltmaya ve ellerindeki bölgeleri tutmaya çalışıyorlar. Rusya Silahlı Kuvvetleri ise ekim ayında inisiyatifi ele alarak, askeri güç anlamında zayıf olan bin kilometreden uzun cephe boyunca çeşitli noktalarda giderek daha fazla ilerleme kaydediyor. Bugüne kadar Rusya’nın toprak kazanımları sınırlı kalmış olsa da Avdeyevka’nın ele geçirilmesinde Rusya’nın taktiksel ustalığı ve Ukrayna kuvvetlerinin kaotik geri çekilişi, çatışmaların gelecekteki seyrinin belirtileri olabilir.
Rusya Silahlı Kuvvetleri neyi hedefliyor?
Rusya’nın Donetsk, Lugansk, Zaporojye ve Herson’un eski idari sınırları içindeki dört ilhak edilmiş bölgeyi tamamen kontrol altına almak ve fetihlerini sağlamlaştırmak istediğine dair pek çok işaret bulunuyor. Harkov ve Odessa’nın da Rusya’nın stratejik hedefleri arasında olup olmadığı henüz kesin değil.
Bu durumda, Ukraynalıların karşılaştığı yüksek kayıpların, Rusya ordusunun sürekli ilerlemesini engelleyememelerinde önemli bir rol oynadığı söylenebilir.
Ukrayna, şu anda başarılı stratejik savunma bağlamında kritik olan üç alanda —hava savunması, topçu mühimmatının yetersizliği ve özellikle eğitimli asker eksikliği— son derece hassas bir durumda bulunuyor. Bu eksikliklerin stratejik etkileri, birbirini karşılıklı olarak güçlendiriyor.
Bununla yanında, Ukrayna parlamentosu asker açığını kapatmak amacıyla bir yasa çıkarmıştı.
Fakat bu süreç neredeyse bir yıl aldı ve yasanın uygulanması ve yeni askerlerin eğitilmesi de bir miktar zaman alacak. Seferberlik yasası, yüksek kayıpların telafi edilmesini ve iki yıl boyunca muharebe görevinde bulunan yorgun askerlerin değiştirilmesini amaçlarken, aynı zamanda artan halk direnci ile dengeleme çabası. Ukrayna halkı artık barış istiyor. Dolayısıyla —son kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği üzere— çoğunluk diplomatik bir çözüm arzuluyor. Askerlik yaş sınırı 27’den 25’e düşürülecek. Ayrıca, askerlik hizmetinden kaçmaya çalışanları caydırmak için mali teşvikler ve cezalar bir arada kullanılacak.
Bunun Ukrayna’ya faydası olacak mı?
Ukrayna’nın ciddi demografik sorunları var. Erkek nüfusun yaş yapısı, 400 bin yeni asker hedefine ulaşılmasının ne derece mümkün olduğu konusunda tartışmalı. Yirmi ila otuz yaş aralığındaki nüfus, sayı olarak oldukça kısıtlı; ortalama 200 binden az genç erkek var ve bu insanların çoğu ülkeyi erken yaşlarda terk etmiş durumda.
Batı’da, Rusya’nın petrol altyapısına yönelik saldırılar genellikle büyük bir askeri başarı olarak nitelendirilmeye devam ediyor. Benzer şekilde, Ukrayna’nın da hala önemli bir askeri potansiyele sahip olduğu algısı var. Gerçekte durum nedir?
Ukrayna’nın artık pro aktif olarak kara muharebesi yürütememesinden ötürü, Rusya’daki hedeflere dönük saldırılarla askeri kapasitesini göstermeye çalışıyor. Bu nedenle, Rusya’nın derinliklerindeki stratejik hedefleri etkili bir şekilde imha edebilmeleri için Almanya’nın “Taurus” seyir füzesi tedarik etmesi gerekiyor. Ukrayna, Rusya'nın rafinerilerinin neredeyse yarısına insansız hava araçlarıyla saldırarak bu kabiliyetini ispat etti. Ancak mart sonundan beri Rusya, Ukrayna’nın enerji altyapısına, elektrik santrallerine ve elektrik istasyonlarına saldırarak misillemede bulunuyor. Benzer bir durum 2022/23 kışında da yaşanmıştı; Kerç Köprüsü’ne yapılan bir saldırının ardından Rusya, haftalar boyunca Ukrayna’nın tedarik altyapısına saldırmıştı. O dönemde Kerç Köprüsü’nün Rusya ile bağlantısı sadece Rusya Silahlı Kuvvetlerinin ikmali için değil, aynı zamanda iki milyon Kırımlının yaşam hattı için de kritik öneme sahipti.
Basında çıkan haberlere göre, Ukrayna’nın bugüne kadarki başarısızlıklarının sebebi Avrupa’dan silah tedariki yapmaması olarak gösteriliyor. Almanya, bir Patriot hava savunma sistemi daha tedarik edecek ve Çek Cumhuriyeti öncülüğündeki bir grup Avrupa ülkesi, dünya çapında topçu mühimmatı satın alıyor. Eğer 400 bin daha asker alınırsa, bu Ukrayna’ya Rus birliklerini geri püskürtmek için yeni bir güç kazandırmaz mı? Bu durumda Ukrayna, stratejik durumu kendi lehine çevirebileceği bir pozisyonda olur mu, yoksa bu bir hayal mi?
Asıl can alıcı mesele de bu. Ne kadar can sıkıcı olsa da Ukrayna, ABD ve Avrupa’nın cömert mali ve maddi yardımlarına rağmen stratejik konumunu kendi lehine dönüştürmeyi başaramadı. Bilakis, geçtiğimiz yıl NATO ülkeleri tarafından eğitilen on iki Ukrayna tugayı, Rusya’nın savunmasını aşmak için büyük umutlarla başlatılan büyük taarruzda modern silahlarla donatıldı ama bu girişim ağır kayıplarla başarısız oldu. Bu başarısızlıkla birlikte, Ukrayna’nın askeri durumu giderek daha kritik bir hal alırken, Batı’nın Ukrayna’ya olan askeri ve mali yardımı artırma baskısı da artıyor. Ayrıca, Ukrayna’nın bir askeri yenilgi yaşaması durumunda, suçlamalar şimdiden paylaştırılıyor. Bu bağlamda, bir Alman hükümet yetkilisi geçtiğimiz günlerde Kiev’de silah sevkiyatıyla ilgili kararların çok geç alındığı eleştirisinde bulunarak derin bir utanç duyduğunu belirtmişti. Fakat hangi silah sistemlerinin, ne zaman ve nasıl savaşın seyrini değiştirebileceği hakkında herhangi bir detay vermemişti.
Eğer yardım sürekli artarak devam ederse, hatta daha da artarsa, Batılı ülkelerin başı büyük ihtimalle ciddi bir belaya girecek.
Alman hükümeti ve Avrupa Birliği, Ukrayna’yı “gerektiği müddetçe” maddi ve mali olarak desteklemeyi amaçlıyorlar ama bunu kendi güvenlik politikası stratejileri veya siyasi-stratejik hedefleri doğrultusunda yapmıyorlar. Ukrayna’nın siyasi hedefi, ülkenin 1991 sınırları içindeki toprak bütünlüğünü yeniden sağlamak, bu da Rusya Silahlı Kuvvetlerinin Kırım dahil ele geçirdiği tüm topraklardan çekilmesini ve askeri bir başarıyı gerektiriyor. Bazı Batılı siyasetçiler, savaşın diplomatik bir çözümle sonuçlanması gerektiğinin farkında ve Ukrayna’nın Rusya ile müzakerelere güçlü bir pozisyonda girebilmesi için askeri yardım talep ediyorlar. Ancak her iki durumda da, mevcut araçlar amaçlarla rasyonel olarak orantılı değil. ABD’nin de durumu bu şekilde değerlendirdiği görülüyor. Dolayısıyla Ukrayna’ya stratejik bir savunma benimsemesi öneriliyor, böylece halihazırdaki kontrol altındaki toprakları elinde tutabilir ve gelecekteki güçlenme için koşullar yaratılabilir. Fakat bu, Ukrayna’nın fiilen siyasi hedeflerinden vazgeçmesi —en azından öngörülebilir bir gelecek için— anlamına gelebilir. Ukrayna açısından büyüyen askeri yenilgi tehlikesi ve ABD başkanlık seçim kampanyası ile Trump’ın yeniden seçilme ihtimali nedeniyle, Avrupalıların hem Amerika’nın yükünü hem de Ukrayna’nın güvenli bir geleceğini sağlama sorumluluğunu üstlenmeleri bekleniyor. Avrupa’nın aksine Amerika’da, diplomatik bir çözümden yana olan seslerin sayısı artıyor. Şubat ayında ünlü Amerikan Quincy Enstitüsü “Güvenli bir Ukrayna’ya giden diplomatik yol” başlıklı bir makale yayımlamıştı. Makalede, ateşkes müzakerelerinin Ukrayna için aciliyet arz ettiği, zira “savaşın istikrarlı bir çıkmaza değil, Ukrayna’nın çöküşüne yol açacağı” vurgulanmıştı. Bir süre önce, ABD hükümetinin etkili dış politika danışmanları, “Batı’nın Ukrayna için yeni bir stratejiye ihtiyacı var: Savaş alanından müzakere masasına,” başlıklı bir makalede de müzakere edilmiş bir çözüm çağrısında bulunmuştu.
Savaşın başından itibaren siz ve diğer üst düzey askeri yetkililerin kazanılamayacağını öngörmesine rağmen, özellikle Avrupalıların savaşın devam etmesini desteklemesinin makul bir açıklaması var mı? Öngörülerinizin doğruluğu giderek net bir şekilde pekişiyor.
Doğru, dönemin ABD Genelkurmay Başkanı General Mark A. Milley dahi 2022 yılı kasım ayının başında Ukrayna’nın savaş alanında kendisinden makul olarak bekleneni elde ettiğini ilan etmişti. Ancak Amerikan hükümeti, Rusya’nın, Çin ile birlikte en büyük jeopolitik rakibi olduğu inancıyla, Rusya’nın siyasi, iktisadi ve askerî açıdan kalıcı bir şekilde zayıflatılabileceğine inanıyordu. Batılı müttefiklerin yanlış değerlendirmelerinden biri şuydu: Nisan 2022’nin başında Ukrayna’ya, Rusya ile ateşkes ve barışçıl bir çözüm konusunda yürütülen ileri müzakereleri sonuçlandırmaması için baskı yapılırken, görüldüğü kadarıyla Ukrayna’ya savaş süresince koşulsuz yardım taahhüdü verilmişti.
Diğer yanlış değerlendirmeleri izah edebilir misiniz?
Batı, durumun yanlış değerlendirilmesi ve alınan yanlış kararlar yüzünden Ukrayna’nın içinde bulunduğu kritik durumda kayda değer bir paya sahip. ABD ve NATO, Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağı yönündeki uyarıları aylar öncesinden almış olmalarına rağmen, Rusya’nın 17 Aralık 2021 tarihli taslak anlaşmalarını ciddi şekilde müzakere etmeye hazır değillerdi. Aksi durumda Ukrayna’daki savaş muhtemelen önlenebilirdi.
Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, Ukrayna ile Rusya arasında çatışmaların durdurulması ve ihtilafın barışçıl yollarla çözülmesi konusunda müzakereler başladı. Bu müzakereler, ilk olarak Belarus’ta, ardından İstanbul’da gerçekleşti. Batı’nın baskısı altında, Ukrayna hükümeti müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Ancak, o zamana dek elde edilen sonuçlar, her iki tarafın da İstanbul Deklarasyonu olarak adlandırılan bildiride halihazırda başlamış oldukları müzakere pozisyonuyla büyük ölçüde uyumluydu. Savaş devam ettikçe, Ukrayna, çıkarlarını büyük ölçüde dikkate alan bir müzakere sonucu için bir daha bu kadar elverişli bir başlangıç pozisyonunda olmayacağını fark etti. Basın, bugüne kadar bu hakikati büyük oranda göz ardı etti ama bu hakikat, en azından ABD’de gerçek giderek daha bariz hale geliyor. Nisan ayı ortasında, Amerikan Foreign Affairs dergisi, “Ukrayna’daki Savaşı Sona Erdirebilecek Müzakereler,” başlıklı bir makale yayımlamıştı.
Diğer bir önemli husus, Batı’nın kapsamlı yaptırımlarının Rusya’yı çatışmaları durdurmaya zorlamayı amaçladığıydı, ancak bu, kendi iktisadi dezavantajlarını göz önünde bulundurmadan gerçekleşti. Rusya’nın iktisadi dayanıklılığının tam olarak hesaba katılmadığı ve yaptırımların olumsuz etkilerinin öncelikle Avrupa ülkeleri tarafından üstlendiği için bu hedefe hiçbir zaman ulaşılamadı.
Özellikle Rusya’nın askeri kapasitesinin yanlış değerlendirilmesi ciddi sonuçları beraberinde getirdi. Rusya Silahlı Kuvvetlerine muharebelerde düşük morale sahip olduğu yaftası yapıştırıldı; eskimiş teçhizat ve silahlar yüzünden motivasyonsuz, yetersiz eğitimli ve fazla iddialı olmayan bir izlenim verilirken, askeri liderlik profesyonel olmayan ve modern harekâtlar konusunda deneyimsiz olarak değerlendirildi. Diğer taraftan, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin taktik zaferlerinin stratejik önem taşıdığı ve Batı’dan sağlanan her silah sisteminin savaş açısından hayati bir rol oynadığı düşünülüyordu.
Ukrayna için devam eden askeri zafer kurgusunun yanlış bir değerlendirme temelinde mi olduğu yoksa savaşın sürekliliğini sağlama ve yardım sağlama hedefini mi taşıdığı sorusu gündeme gelebilir. Bununla birlikte, savaşın uzamasıyla birlikte Ukrayna’nın geleceğe dair beklentilerinin iyileşeceğine güvenmek tehlikeli bir yanılgı. Aksine, bu yanılgının ciddi sonuçları, savaşın bir an önce sonlandırılması, askeri bir yenilginin önlenmesi ve taraflar arasında barış müzakerelerinin başlatılmasıyla önlenebilir.
NATO ve ABD, hakikaten de Rusya ordusunun askeri gücünün farkında değil miydi?
Her iki tarafın da savaşın başında hatalar yaptığı aşikâr. Rusya, işgale 400 binden fazla askerle iki katından daha güçlü olan ve yıllardır Batı tarafından eğitilip donatılan Ukrayna ordusuna karşı, nispeten zayıf 190 bin civarında bir kuvvetle başlamıştı. Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin kayda değer bir kısmının ülkenin güney ve güneydoğusuna yoğunlaşması nedeniyle Rusya liderliği, Kiev’i bir darbeyle ele geçirip Rusya yanlısı bir hükümet kurmanın mümkün olabileceğini düşünmüştü. Fakat bu girişim, ağır kayıplarla sonuçsuz kaldı ve Rusya’nın müzakere isteğine bariz biçimde katkıda bulundu. Hatta İstanbul’daki müzakereler olumlu sonuçlandıktan sonra Rusya Silahlı Kuvvetleri, Ukrayna’nın karşı taarruzuna paralel olarak, Kiev çevresinde işgal ettiği bölgelerden çekildi. Buradan ABD ve Ukrayna hükümetlerinin, savaşın başlarında Rus işgal kuvvetlerinin askeri kapasitesini yanlış değerlendirdiği anlaşılıyor. Bu nedenle, Ukrayna da Rusya ile müzakere masasına oturmakta elini çabuk tuttu.
Medyamız Putin’in müzakereyi reddettiğini söylüyor.
Putin’in müzakere etmek istemediği iddiası doğru değil. Müzakereye katıldığı hakikati bunu yanlışlıyor. Ancak, kamuoyuna yapılan açıklamalar bu durumun tam tersini gösteriyor. İstanbul müzakerelerinin çökmesinin ardından, her iki devlet de daha sonraki müzakerelerin önüne büyük engeller koydu. Ekim 2022’de Zelenskiy, Putin ile müzakereleri reddeden bir kararname çıkardı. Rusya, Ukrayna’nın dört bölgesini ilhak etti ve buraları kendi toprağı ilan etti. Bu durum, müzakerelerin başlamasını daha da zorlaştırıyor. Ancak Çin, bir yıl önce ateşkesi ve barış müzakerelerinin önünü açabilecek bir öneride bulundu. Bu öneriye göre, müzakereler Nisan 2022’de kaldığı yerden, herhangi bir önkoşul olmaksızın devam etmeli. Geçtiğimiz günlerde, Moskova ile Kiev’in yanı sıra diğer Avrupa başkentlerinde de temaslarını sürdüren Çin özel temsilcisi, sonuçlardan hüsrana uğramadığını diplomatik bir dille ifade etti. Bu arada, Türkiye Dışişleri Bakanı da ülkesinin Mart/Nisan 2022’deki barış müzakerelerini yeniden başlatmaya hazır olduğunu duyurdu. Bunu, barış müzakereleri açısından gerçekçi bir fırsat olarak görüyor ve Almanya hükümetinin bu girişimi desteklemesini talep ediyorum.
NATO, 75. kuruluş yıldönümünü kutlamak üzere Brüksel’de gerçekleştirdiği toplantıda “Kiev’e özel yardım misyonu” önermişti. Bu ne anlama geliyor?
NATO Genel Sekreteri, temmuz ayında gerçekleşecek bir sonraki NATO zirve toplantısında, devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylanacak üç maddelik bir girişim duyurdu. Fakat, bu girişimin bazı maddeleri şubat ayında Amerikan basınında önceden yayımlanmıştı.
Stoltenberg’in önerdiği ilk madde, Ukrayna’ya yardım etmek için önümüzdeki beş yıl boyunca 100 milyar avroluk bir NATO bütçesi oluşturmayı içeriyor. Dolayısıyla Stoltenberg, Ukrayna’daki savaşın beş yıl daha süreceğini öngörüyor. Mevcut askeri durum bunun gerçekçi bir değerlendirme olmadığına işaret ediyor. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin yardım fonuna ciddi ödemeler yapan ve halihazırda Ukrayna’ya karşı büyük ikili taahhütler altına girmiş olan bazı üye ülkeler, daha uzun vadeli mali taahhütler konusunda çekinceler taşıyor. Bunun nedeni, silah sistemleri, mühimmat ve askeri teçhizatın teslimatı için gereken maliyetlerin de göz önünde bulundurulması.
Stoltenberg’e göre, NATO’nun ileride silah sevkiyatının koordinasyonu ve Ukraynalı askerlerin eğitimi de dahil olmak üzere yeni görevleri üstlenmesi gerekiyor. Bu görev daha önce ABD tarafından Ramstein formatı olarak bilinen bir çerçeve dahilinde yürütülmüştü.
Son olarak, NATO bir çerçeve oluşturacak; bu çerçeve altında, üye ülkeler ile Ukrayna arasında on yıllık ikili “güvenlik iş birliği ve uzun vadeli yardım anlaşmaları” yapılacak.
Sadece Almanya ile Ukrayna arasındaki, 16 Şubat 2024 tarihinde resmiyet kazanan ve derhal yürürlüğe giren anlaşmadan haberdarım. Ancak diğer NATO üyelerinin anlaşmalarının da benzer ifadelerle yapıldığını tahmin ediyorum. Ukrayna Devlet Başkanı’nın “barış formülü” olarak adlandırılan 10 maddelik planının bazı unsurlarının Almanya-Ukrayna anlaşmasına dahil edilmiş olması ve Almanya’nın gelecekteki bir barış anlaşmasının temeli olarak Ukrayna barış formülünün ilkelerini açıkça kabul etmesi dikkat çekici.
Bu gelişme, NATO’nun Ukrayna savaşında ABD’nin yerine Avrupa’nın daha belirgin bir rol üstleneceği ve ilgili yükleri tek başına sırtlayacağı anlamına mı geliyor?
ABD Kongresi geçen yılın ekim ayından bu yana bloke edilmiş olan 61 milyar Amerikan doları tutarındaki mali paketi serbest bırakmış olsa da ABD’nin Ukrayna’ya sunduğu yardımı sürdürüp sürdürmeyeceği belirsiz. ABD, prensip olarak yardımı azaltmayı ve Ukrayna’nın akıbeti konusundaki sorumluluğu Avrupalılara yıkmayı düşünüyor. Stoltenberg’in önerisi de bu durumu oldukça net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ancak bu ikili anlaşmalar NATO üyeliğini ikame edemez. Ukrayna, NATO’ya girme niyetinde ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken, geçtiğimiz günlerde Ukrayna’nın NATO’ya katılacağını bir kez daha doğruladı. Burada bir çelişki yok mu?
NATO Antlaşması, NATO üyeliği konusunda çok net koşullar içermiyor. Sadece iki tanesine odaklanacağım. Öncelikle, bir devlet üye olmak için tüm üye devletlerin davetini almalıdır. İkincisi, bu devlet belirli şartları yerine getirmelidir. Ukrayna, NATO Antlaşmasının 10. Maddesinde belirtilen üyelik kriterlerinden hiçbirini yerine getirmiyor. Örneğin, genelde bir devletin NATO Antlaşmasının 5. Maddesi uyarınca karşılıklı yardım hükmünün korumasından istifade etmek için üye olmak istediği söylenegelir. Bu aynı zamanda Ukrayna hükümetinin, NATO müttefiklerini gelecekteki Rus tehditlerine ve hatta saldırılarına karşı korumak niyetiyle de uyumlu görünüyor. NATO, bir karşılıklı kolektif güvenlik sistemidir. Dolayısıyla, gelecekteki bir üye, tüm mevcut üye devletlerin güvenliğine somut bir katkıda bulunabileceğinin garantisini sunmalıdır. Ukrayna örneğinde ise durum tam tersi. Ukrayna’nın NATO’ya katılması, Rusya ile bir çatışma riskini ittifaka ithal edecek ve böylece tüm üye ülkelerin güvenliğini tehlikeye atacaktır. Bu nedenle, Ukrayna’nın NATO üyeliği, mevcut güvenlik politikası ve jeostratejik koşullar altında öngörülebilir bir gelecekte ihtimal dışı bırakılmalı.
Eğer durum bu şekildeyse, doğal olarak bu anlaşmaların özünde ne ifade ettiği sorusu akla geliyor.
Stoltenberg tarafından öngörülen NATO çerçevesinde, NATO ülkeleri ile Ukrayna arasındaki ikili anlaşmaların, ittifaka arka kapıdan üyelik olarak yorumlanabileceği bir gerçek. NATO Antlaşmasının 4. Maddesi, bir üye ülkenin toprak bütünlüğünün, siyasi bağımsızlığının veya güvenliğinin tehdit altında olduğunda bir danışma mekanizması düzenliyor. Almanya ile Ukrayna arasındaki anlaşma da benzer bir düzenlemeye sahip ve hatta NATO düzenlemesinin ötesine geçerek 24 saat içinde danışma şartını içeriyor.
NATO Antlaşmasının 5. Maddesi, bir veya daha fazla müttefike yapılan bir saldırının tüm üye ülkelere yapılan bir saldırı olarak kabul edileceğini ifade eder. Ancak, her müttefik, ne tür bir yardıma gerek olduğuna ilişkin kararı kendisi verir.
Bunu doğru mu anladım? Farz edelim A ülkesi saldırıya uğradı, o zaman B ülkesi lojistik destek sağlayacağız diyebilir, ama daha fazlasını vaat etmeyebilir…
Temelde durum bu şekilde, zira ittifak, egemen ülkelerin birlikteliğidir ve çoğunda parlamentolar savaş ve barış konularında münhasıran karar alma yetkisine sahiptir.
Almanya ile Ukrayna arasındaki anlaşmada, NATO Antlaşmasının 5. Maddesi’ne benzeyen bir hüküm bulunmuyor. Bunun yerine anlaşma, iş birliği, “Ukrayna’yı günümüzde savunabilecek ve gelecekteki saldırıları caydırabilecek sürdürülebilir güçler oluşturmayı” hedefliyor. Bu bağlamda, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa-Atlantik ortaklarıyla uyum içinde çalışma kapasitesini artırma amacı birkaç kez vurgulanıyor. Bu epey önemli, zira iş birliği kabiliyeti, farklı ülkelerin silahlı kuvvetlerinin birlikte faaliyet göstereceği durumlarda bilhassa kritik bir faktördür.
Bu son derece tehlikeli, değil mi?
Alman Federal Meclisinin bu anlaşmayı, geniş kapsamlı, uzun vadeli yükümlülükler ve ulusal güvenliğimiz üzerindeki etkisi nedeniyle onaylamasının tavsiye edileceğini düşünüyorum.
İsviçre’de Rusya’nın katılmayacağı bir barış kongresi düzenlenecek. İki ana aktörden birinin masada olmamasına rağmen, devlet başkanlarının Ukrayna’da barışı müzakere etmek üzere bir araya gelmesi ne ifade ediyor?
Bu konferansa katılanlar, kendilerine Zelenskiy’in 10 maddelik planının Ukrayna’yı barışa doğru bir adım atmaya yardımcı olup olmayacağını sormalı. Planın kaç devlet tarafından desteklendiğinden bağımsız olarak, Rusya’nın bu planı müzakere zemini olarak kabul etmeye hazır olup olmadığı belirleyici bir faktör, zira herhangi bir müzakere sonucu çıkarların uzlaştırılması anlamına gelir. Ancak, plan Rusya’nın karşılayamayacağı bir dizi talep içerdiği için bu ihtimal pek yüksek görünmüyor. Ayrıca, savaşın nedenleri gibi ortaya çıkan askeri durumlar da hesaba katılmıyor. Yani, Rusya’nın katılımı olmadan, konferans temel olarak Ukrayna tarafından düzenlenen bir halkla ilişkiler etkinliğine dönüşüyor. Fakat bu durumda, Zelenskiy’in öncelikli amacı Ukrayna halkının geleceği için bir umut kaynağı olmalı. Bu sebeple bir kez daha belirtmek istiyorum: Ukrayna halkının barış isteğini göz ardı etmemeliyiz. En son yapılan kamuoyu yoklamaları, Ukraynalıların büyük çoğunluğunun diplomatik bir çözümden yana olduğunu ortaya koyuyor. Bu hakikat, Batılı siyasetçileri düşünmeye teşvik etmeli. Sonuç olarak, Ukrayna’yı kurtarmak isteyen herkes, çatışmaları bir an evvel sona erdirmek ve savaşan iki ülke arasında barış müzakerelerini yeniden başlatma yönünde çaba sarf etmeli.
General Kujat, mülakat için çok teşekkür ederim.
(*) 1 Mart 1942 doğumlu müstafi General Harald Kujat, Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve NATO Askeri Komitesi Başkanı olarak NATO’daki en yüksek rütbeli subay. Aynı zamanda NATO-Rusya Konseyi ve Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi başkanlığı görevlerinde bulundu. Harald Kujat, hizmetlerinden dolayı Fransa Cumhuriyeti Onur Lejyonu Komutan Haçı, Letonya, Estonya ve Polonya’dan Komutan Haçı Liyakat Nişanı, Liyakat Lejyonu dahil olmak üzere çok sayıda ödülle onurlandırıldı. ABD ve Belçika Krallığından Büyük Leopold Nişanı Kurdelesi, Federal Almanya Cumhuriyeti Büyük Liyakat Madalyası ve Malta, Macaristan ve NATO’dan da dahil olmak üzere diğer yüksek ödüller aldı.