Haiti, zombi cumhuriyet
"1934'ten sonra Haiti'nin seçkinleri, siyasi hakimiyetlerini hiçbir zaman geri kazanamadılar ama yerlerine yeni bir yönetici zümre de gelmedi."
Çevirmenin notu: Gözden ırak olan gönülden de ırak olmasın; ABD’nin kaynak zengini ya da jeopolitik açıdan kritik bölgelerdeki müdahalelerinden nasibini alan ve bunun ıstırabını hala çekmekte olan Haiti’de son yıllar geniş çaplı bir facia manzarası sunuyor.
Ülkede varlığını sürdüren BM barış gücü misyonu bile çok sayıda suça bulaşmış durumda, muhalefet güçleniyor ama ülkedeki asayiş sorunu sokak çeteleri ile hükümetin kamusal alanı domine etmesine neden oluyor. Aşağıda tercümesi verilen makale, Haiti’nin tarihi konusunda detay sunması açısından önemli.
Haiti, zombi cumhuriyet
Alexander Causwell
10 Kasım 2023
BM barış gücü 15 yıllık Haiti istikrar harekâtını Ekim 2019’da sonlandırmadan önce bile asayişin sağlanamayacağı belliydi. Birkaç ay önce, Haiti meseleleriyle ilgilenen uluslararası diplomatların gayri resmi bir birliği olan Çekirdek Grup, Devlet Başkanı Jovenel Moïse yönetiminin meşruiyetine yönelik zorlukların ortasında ülkeyi “etkileyen ciddi siyasi, iktisadi, sosyal ve güvenlik sorunları” konusunda ciddi endişelerini dile getirmişti. Ortaya çıkan anayasal kriz, devlet başkanının Haiti Silahlı Kuvvetlerini yeniden kurma hedefini baltaladı ve nihayetinde 2021’de suikasta kurban gitmesine neden oldu. Belirsiz veraset kuralları siyasi çatışmalara ve devlet kapasitesinin erozyona uğramasına yol açtı ve suç örgütleri bu fırsattan istifade etti. Şu anda başkent Port-au-Prince’in yaklaşık üçte ikisini kontrol ediyorlar.
Kovid salgını ve 2022 yılı boyunca uluslararası yakıt fiyatlarındaki artışlar Haiti’nin parçalanmasını hızlandırdı. Devlet Başkan Vekili Ariel Henry’nin yakıt teşviklerini kesmesi hükümet karşıtı protestoların patlamasına yol açtı. Yiyecek ve içilebilir su kıtlaştı. Kolera geri döndü. Bu arada, yaklaşık 12 milyon nüfuslu ülkeyi korumakla görevli kolluk kuvvetleri feci bir gerileme yaşayarak sayıları yalnızca iki yıl içinde 16 binden 9 bin civarına geriledi.
Ekim 2022’de Henry, çetelerin varlığını engellemek için Haiti’ye uluslararası askeri müdahale talebinde bulunarak merkezi hükümetin güçsüzlüğünü kabul etti. BM Güvenlik Konseyi bunu yerine getirmek yerine, Haiti’nin “siyasi zümresini” ülkede asayişi yeniden tesis edemediği için azarladı. ABD ve Kanada da suç örgütlerine mali destek sağladıkları ve diğer yanlış eylemlerde bulundukları gerekçesiyle bir dizi Haitili seçkine yaptırım uyguladı. Anarşi ülkeyi sardıkça ve yerli sanayinin giderek güçlenen suç şebekeleriyle uzlaşmadan faaliyet göstermesi neredeyse imkânsız hale geldikçe yaptırım uygulanan şahısların listesinin genişlemesini beklememiz gerek.
Batı’nın tepkisi, ülkenin altında yatan sorunun baştan sona nasıl yanlış anlaşıldığını yansıtıyor. Haiti’de gerçek bir yönetici zümre, yani siyasi otoriteyi kurabilecek ve yönetebilecek nesiller arası bir ağ yok. “Siyasi zümre”, hükümet referansları olan ancak çok az gerçek güce sahip bireylerden oluşan azalan bir havuzdan oluşuyor. İktisadi seçkinlerden oluşan küçük azınlık, 1915’teki ABD işgali öncesinde Haiti’nin yönetici zümresini oluşturan unsurların kalıntıları ve gölgeleri. Ardından gelen askeri işgal, ülkenin seçkin kesimini yerinden etti ve bu kesim ne eski yerini geri alabildi ne de yerini doldurabildi. Haiti’nin yönetici zümresinin marjinalleşmesi, ülkede birbiri ardına şiddetli felaketlerle kendini gösteren ve mevcut durumla doruğa ulaşan sosyal ve siyasi dinamiklerin gelecek yüzyıldaki yörüngesini belirledi.
Haiti’nin meşru bir otorite odağı oluşturacak ve devlet kurumlarını güçlendirecek münasip bir yönetici zümre olmadan istikrarlı ve demokratik bir siyasi varlık olması mümkün değil. Ülkenin iktisadi seçkinleri, sahip olabilecekleri tüm suç ilişkilerine rağmen, ülkeyi yönetebilecek tek yerli bireyler ağını temsil ediyor. Sağlam bir politika, onları marjinalleştirmeye çalışmak yerine yönetime daha doğrudan dahil olmaya teşvik edecektir.
Şu anda Haiti olarak bildiğimiz bölge, tüm Hispaniola’yı tek bir cumhuriyet altında birleştirme yönündeki uzun zaman evvel başarısız olmuş siyasi teşebbüsün kalıntısı. Köleliğe ve Fransız egemenliğine karşı kazandıkları zaferden cesaret alan Haiti Devrimi’nin önderleri, en başından itibaren kendilerini tüm adanın efendisi haline getirmeyi tasarladılar. Devlet Başkanı Jean-Pierre Boyer, bağımsızlıktan 18 yıl sonra, 1822’de, bugünkü Dominik Cumhuriyeti olan Santo Domingo’yu ilhak ederek, eski İspanyol kolonisinin Simon Bolivar’ın Gran Colombia’sına katılma arzusunu bastırarak bu vizyonu gerçekleştirdi. Bu hamle kasıtlı bir stratejik ödünleşmeyi gerektiriyordu: Sınırlı kuvvet ve malzemeyi fethe adamak Haitilileri dış tehditlere karşı daha savunmasız bırakıyordu. Selefi ve cumhuriyetin kurucusu Alexandre Pétion tarafından ortaya konan planı izleyen Boyer, bu amaca hizmet etmek için Fransa’ya —genelde yanlış bir şekilde Haiti’nin bağımsızlığını tanımanın kefareti olarak nitelendirilen— tazminat teklif etti.
Şartlar ağır gelse de Boyer, daha önceki ticari kısıtlamalar ve iç çatışmalardan etkilenmeyen Büyük Haiti’nin tarımsal üretimi sömürge dönemi seviyelerine geri getirebileceği ve böylece ortaya çıkan borcu ödeyebileceği kumarını oynadı. Fakat görev süresinin geri kalanında adanın batısındaki tarım ekonomisi geçimlik tarıma dönüştü, doğudaki Dominikliler Haiti yönetiminden giderek daha fazla hoşnutsuz oldu ve Boyer’in artan otoriterliği meşruiyetini zayıflattı.
Cumhuriyeti kurtarmaya kararlı olan General Charles Rivière-Hérard, 1843 yılında Boyer’i devirdi ve yeni devlet başkanı olarak halkın şikayetlerini yatıştırmak üzere liberal bir anayasa ilan etti. Rivière-Hérard, Port-au-Prince’ten bunu “une révolution morale et pacifique,” (ahlaki ve barışçıl bir devrim) olarak ilan etti, ancak Dominikliler kendi isyanlarını başlattıklarında onlara savaş açmak için derhal doğuya doğru yürüdü. Başkentte bulunmaması düşmanlarının ona karşı komplo kurmasına olanak sağladı. Kısa süre sonra adayı terk etmek zorunda kaldı. Haiti, bu ayrılıştan önce sahip olduğu ihtişamın ya da potansiyelin bir benzerini asla geri kazanamadı.
İktidarı elde etmek için yarışanlar, etnik çizgiler boyunca gevşek bir şekilde hizipler halinde dizildiler —mulâtre’a karşı noir— ve geriye kalanlar üzerinde çatışmak için köylü milisleri harekete geçirdiler. Devam eden on yıllar boyunca iç politika, neredeyse sürekli isyanlar, entrikalar ve Santo Domingo’yu yeniden fethetmeye yönelik utanç verici teşebbüslerle, soytarılık ve katliamdan oluşan bir trajikomedi içinde çözüldü. İktidar, en çok oy yerine en çok süngü toplamayı başaran gruba göre gruplar arasında el değiştirdi. Liderler, liberal anayasacılık ya da militarist milliyetçilik gibi yüksek idealleri öne sürdüler, kendilerini asilzade olarak tanıttılar ve ilk devrimin solmakta olan ihtişamını baz aldılar. Yine de her yönetim, kendi destekçi ağını güçlendirmek ve en yüksek teklifi verene hizmet eden köylü milislere ödeme yapmak için kamu çukurunu tıka basa doldurdular. Birbirini izleyen yönetimler yüzlerce siyasi düşmanı ve onların ailelerini katletti ve daha yüzlercesini Jamaika ve St. Thomas’a sığınmaya zorladı. Yuva ve intikam özlemiyle sürgüne gönderilenler yeni komplolar ve devrimler uydurdular.
On yıllar süren bu kötü mali yönetim ve iç çekişmeler, yerli sanayinin bocalamasına, altyapının bozulmasına ve okullar ve ordu gibi az sayıdaki devlet kurumunun körelmesine neden oldu. Martiniqualı gazeteci Victor Cochinat, 1880 ve 1881’de Haiti’yi ziyaret ettikten sonra “gemisiz amiraller, askersiz generaller, lisesiz halk eğitim üst kurulları, öğretecek sanatçıları olmayan sanat okullarından” yakındı. Haiti’nin, yakından incelendiğinde “öküz kadar büyük olmak isteyen bir kurbağa gibi bir şaka, Potemkin ülke” olduğu ortaya çıkan bir “uygarlık hayali” yansıttığını belirtti.
Haiti kendi kendini yamyamlaştırırken, ağırlıklı olarak mulâtre olan yönetici zümreden geriye kalanlar, çocuklarını özel olarak ya da Fransa’da eğiterek ve tek eğitimli zümreyi oluşturarak güçlerini ve ayrıcalıklarını korumayı başardılar. Fakat bu aileler giderek daha fazla rüşvete bağımlı hale geldi. Vergilendirilecek çok az sanayi kaldığından, ülkenin mali durumu sürdürülemez hale geldi. Sık sık meydana gelen devrimler Haitili sanayicileri kaçırdı, geriye kalan seçkin kesimi de hazineye bağımlı hale getirdi. Bu bağımlılık, siyasi makamlar açısından şiddetli rekabeti katalize etti.
Yine de 20. yüzyılın başlarında Haiti, Avrupa ve Orta Doğu’dan göç eden tüccarlardan oluşan ve giderek büyüyen bir topluluğa ev sahipliği yapmaya başladı. En ateşli noir milliyetçileri bile bu göçün yerli sanayiyi güçlendirmek ve ticareti kolaylaştırmak için gerekli olduğunu isteksizce kabul ettiler. Alman göçmenler, Haiti’nin yabancıların toprak sahibi olmasına karşı koyduğu hukuki yasakları yerli seçkinlerle evlenerek aşma konusunda bilhassa becerikli olduklarını ispatladılar. 1915 yılına gelindiğinde, sayıları 200’ün biraz üzerinde olan Alman-Haitili topluluğu, ticari işletmelerin yaklaşık yüzde 80’ini kontrol ediyordu. ABD Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenirken, Alman-Haitililerin öne çıkması Washington’da kuşku uyandırdı. Amerikalı karar mercileri, Haiti’nin Avrupa etkisine karşı savunmasızlığının kronik siyasi kargaşa ve iktisadi kötü yönetimden kaynaklandığını anlamaya başladılar. Bu nedenle ABD hükümeti, ülkedeki Alman etkisini kırmak, Haitililerin sürdürülebilir bir demokratik rejim kurmalarına yardımcı olmak ve Haiti maliyesini istikrara kavuşturmak için ülkeyi işgal etmeyi tasarlamaya başladı.
Çok geçmeden Port-au-Prince’te yaşanan hadiseler, Amerikalıların müdahale etmesi için yeterli gerekçeyi sağladı. Haiti’deki mevcut hadiselerle ürkütücü bir paralellik gösteren köylü milis çeteleri 1915 yılına gelindiğinde geniş toprakları kontrol eder hale gelmiş ve siyasi çatışmalar bir başkanlık suikastıyla doruğa ulaşmıştı. Devlet Başkanı Vilbrun Guillaume Sam, kısa süren saltanatının ardından 167 siyasi düşmanını yargısız infaz ettirmiş ve ardından Fransız diplomatik misyonunun eteği altına sığınmıştı. Sam’ın kurbanlarının yakınları onu elçilikten sürükleyerek çıkardı, onu eşek sudan gelinceye kadar dövdü ve çitlerin üzerinden çılgın bir kalabalığın üzerine atarak öldürdü. Bir Roma zaferinin grotesk bir pastişi gibi, katiller daha sonra Sam’in kesik başını Champ de Mars’ta dolaştırarak yeraltı dünyasında şenlik yaptı. ABD hükümeti bu gösteriyi ve ardından yaşanan kaosu fırsat bilerek Deniz Piyadeleri öncülüğünde bir işgal başlattı.
Deniz Piyadeleri Port-au-Prince’in kontrolünü neredeyse hiç direnişle karşılaşmadan ele geçirdi. Fakat çok geçmeden, müdahalenin stratejik hedeflerine hoyratça bağlı kalınması ABD’li yetkilileri yerli seçkinlerle karşı karşıya getirdi. İlk birkaç hafta boyunca Amerikalı yetkililer bir Ulusal Meclis topladı ve bu meclisi yeni bir yönetici seçilmesini denetlemekle görevlendirdi. Meclis, ABD’li yetkililerin istikrarsız bulduğu, uzun süredir devlet başkanı adayı olan Rosalvo Bobo’yu tercih eder gibi görününce, adaylığı Washington’un daha güvenilir bir müttefik olarak gördüğü Philippe Sudré Dartiguenave lehine veto edildi. İhtiraslarının sönüp gitmesine seyirci kalmak istemeyen Bobo, bir köylü milis gücü oluşturdu ve isyan başlattı. Deniz Piyadeleri aylar içinde bu isyanı bastırdı ama ABD yetkilileri ile yerli seçkinler arasında bir çatlak oluştu.
1917 yazında, Haiti yasama meclisinin Washington tarafından dayatılan anayasal değişiklikleri onaylamayı reddetmesinin ardından, işgal yetkilileri Dartiguenave’yi Haiti Ulusal Meclisini feshetmeye teşvik ederek Haitili seçkinler arasında kalan siyasi kontrol duygusunu aşındırdı. ABD yetkilileri ayrıca 100’den fazla önde gelen ailenin neredeyse tamamen kamu maliyesinden geçindiğini keşfettikten sonra yerel ileri gelenleri küçümsemeye başladı. Ülkenin mali durumunu düzeltmek, bu ailelerin önünü kesmek anlamına geliyordu ve bu da uçurumu derinleştiriyordu. Amerikan kuvvetleri, ayrıca Dartiguenave’yi Almanya’ya karşı savaş ilan etmeye, Alman-Haitilileri yakalamaya ve mülklerine el koymaya zorladı. Bu durum adadaki iktisadi faaliyetleri sekteye uğrattı ve yerli halkı daha da kızdırdı.
Rüşvete olan düşkünlükleri Haitili seçkinlerin esaslı ve kalıcı bir zaafıydı ama Amerikan işgali, üyelerini yabancılaştırarak sürdürülebilir bir asayişi güçlendirme yönündeki stratejik hedefinin altını oydu. Örneğin, Haiti’nin dağılan ordusunun yerine yerel kolluk kuvvetlerinin kurulması bu hedefin bir parçasıydı. Bu plan, 1915 yılında Haitili askerlerden oluşan ve ABD Deniz Kuvvetlerine mensup subay ve astsubaylardan oluşan bir subay birliği tarafından yönetilen Haiti Jandarma Teşkilatının kurulmasıyla hayata geçirildi. Büyük ölçüde işgalin seçkin ailelere yönelik muamelesi nedeniyle Deniz Piyadeleri, tercih ettikleri gibi toplumun eğitimli üst kademelerinden asker toplamakta zorlandılar. Bunun yerine, Deniz Piyadeleri yoksul geçmişe sahip, sağlık durumu kötü, az eğitimli ve maddi kazanç dışında motivasyonu olmayan askerlerle yetinmek zorunda kaldı. Tahmin edilebileceği üzere, en aç ve en az eğitimli olanlara yetki verilmesi, halkın yaygın bir şekilde istismar edilmesine ve yaygın gaspa yol açtı.
Sınırlı yerel işbirliği de ülkenin yetersiz altyapısını yenileme çabalarını engelledi ki bu da iktisadi kalkınma ve Haiti’nin iç kesimlerini yönetilebilir hale getirmek açısından son derece önemliydi. Bobo’ya karşı yürütülen ayaklanma sırasında Deniz Piyadeleri yol eksikliğinin ülkeyi kontrol etme kabiliyetlerini sınırladığını öğrendi. İşgal yetkilileri bu sorunu çözmek için corvée sistemini yeniden uygulamaya koyarak yurttaşları vergi ya da borç geri ödemesi yerine kamu hizmetine aldı. Corvée, Haiti’nin altyapısının iyileştirilmesine ve siyasi gücün merkezileşmesine yol açmış olsa da program halktan pek destek görmeyerek yeni ve çok daha çetin bir isyanı körükledi.
Amerikalılar ancak 1920’lerde, ikinci isyanın üstesinden geldikten sonra, Haiti’deki başarının yerli seçkinleri işgalin gündemiyle uyumlu hale getirmeyi gerektirdiğini kavradı. Uzlaşma arayışında olan ABD’li yetkililer, jandarmanın subay kadrosunu seçkinlerin oğullarına açmak gibi reformları benimsedi. Nihayetinde, bir ordunun aksine bir polis gücünde görev yapmanın getirdiği damgayı ortadan kaldırmak için gücün adını Garde d’Haiti olarak değiştirdiler. Amerikalılar ayrıca yerli sanayiyi canlandırmak için tarım bilimi alanında eğitim programları oluşturdular ve kayıt yaptıran öğrencilere burs verdiler. Seçkinlerin çocukları bu düzenlemeden orantısız bir şekilde yararlandı, zira onların safları dışında okuma yazma bilmeyenlerin yaygın olmaması diğerlerini eledi.
Ancak bu tedbirler için çok geç kalımıştı. 1920’lerin sonunda, Haiti’nin zor durumdaki ekonomisi Büyük Buhran’ın etkilerini hissetmeye başladı. Eğitim burslarının kesilmesi öğrenci protestolarına yol açtı. Gösteriler ve halk ayaklanmaları sıklaştı ve bazen şiddetle bastırıldı. ABD’de uzun süren işgalden bıkan kamuoyu, Haiti’den tamamen çekilmekten yana ağırlığını koymaya başladı. Ne Haiti ne de Amerikan tarafında işgale destek gelince, ABD kuvvetleri kademeli olarak çekilmeye başladı; son gemi 1934’te ayrıldı.
1915-34 işgalinin destanı, Haiti’nin seçkinleri arasındaki siyasi çekişmelerin işgalden önce ülkenin kendi kendini yok etmesiyle sonuçlanmasına rağmen, onların işbirliği olmadan hiçbir ulus inşası çabasının başarılı olamayacağını gösteriyor. Nüfusun geri kalanından çok daha eğitimli olan bu kesim, Haiti demokrasisi açısından en iyi umudu temsil ediyordu, zira böyle bir demokrasinin gelecekteki liderleri onların arasından çıkacaktı. Haitili seçkinlerin ABD stratejisinin siyasi, askeri ve iktisadi hedefleriyle erkenden uyumlu hale getirilmesi, işgalin çekilmesinden sonra da devamlılığın sağlanmasına yardımcı olabilirdi. İşleyen bir cumhuriyetin sürdürülebilmesi için kolluk kuvvetlerinin iyi eğitimli Haitili subaylardan oluşması gerekirdi. İktisadi performansın iyileştirilmesi için yerli halkın tarım bilimi ve diğer sektörlerde eğitilmesi gerekirdi. Fakat işgal, bu akıllıca değişikliklerin kalıcı etkilerinin ortaya çıkmasını geciktirdi.
Dahası, Alman ahalinin yok edilmesi Haiti’nin iktisadi kalkınmasına ters düştü. Bu topluluk, rüşvete dayanmayan bir iktisadi başarı ihtimalini temsil ediyordu. Washington, Alman ahaliyi iktisadi varlıklarıyla birlikte etkin bir şekilde ortadan kaldırarak, Haiti ekonomisinin yaşayabilirliğini artırırken yönetici zümrenin etkinliğini artırabilecek demografik bir gelişmeyi engelledi.
1934’ten sonra Haiti’nin seçkinleri, siyasi hakimiyetlerini hiçbir zaman geri kazanamadılar ama yerlerine yeni bir yönetici zümre de gelmedi. Bunun yerine, ABD işgalinin tesis ettiği siyasi merkezileşme, François “Papa Doc” Duvalier’in yükselişiyle sonuçlanan yeni bir tiranlar, cuntalar ve şaibeli seçimler dizisini kolaylaştırdı. 1957’de yapılan şaibeli seçimlerde, Louis Déjoie’ye karşı gelen Duvalier kazandı. Zengin bir mulâtre sanayicisi ve eski bir devlet başkanının soyundan gelen Déjoie, geleneksel yönetici zümreden geriye kalanları temsil ediyordu. Azalan gücüne rağmen, geriye kalan seçkin kesim Duvalier tarafından bir tehdit olarak görülüyordu. Duvalier hanedanı neredeyse 30 yıl boyunca ırksal öfkesi ve kişilik kültünü silah olarak kullandı ve Tonton Macoute gizli polisini ağırlıklı olarak melez seçkinleri yerinden etmek ve temizlemek için görevlendirdi, tüm bunlar olurken insan sermayesi ve endüstrinin denizaşırı ülkelere kaçmasına neden olan amansız devlet terörü kampanyalarında genel nüfusa acımasızca davrandı. Duvalierler, Papa Doc’un söz verdiği gibi yeni bir noir yönetici zümresi yetiştirmeye çalışmak yerine, ellerinden geldiğince fazla güce —ve kamu parasına— el koydular. Papa Doc ve ardından oğlu Jean-Claude “Baby Doc” Duvalier devlet oldular.
Papa Doc, 1986’da görevi bırakmak zorunda kaldığında, ardında devlet kapasitesinin ve sivil toplumun neredeyse tamamen çöküşünü bıraktı. Sonraki liderler ancak Duvalier’lerin sahip olduğu kontrol seviyesine ulaşabildiler. Devlet Başkanı Jean-Bertrand Aristide, kurtuluş teolojisi kisvesi altında Duvaliers’in popülist tek adam modelini taklit etmek için elinden geleni yaptı ama bu, 1991 ve 2004 yılları arasında Haiti’nin kolluk kuvvetleri ve ABD öncülüğündeki bir müdahale tarafından iki kez engellendi.
Aradan geçen yıllarda uluslararası STK’lar, 1994 yılında Haiti’deki ilk BM misyonunun öncülüğünde, kamu hizmeti boşluğunu doldurmak için Haiti’ye kitlesel olarak göç etmeye başladı. Nihayetinde Haiti’deki STK sayısı —2015 yılı itibariyle kayıtlı 10 bin civarındaydı— kişi başına düşen diğer ülke sayısını aştı. Haiti bir “STK’lar cumhuriyeti” olarak tanınmaya başladı. Bu kuruluşlar ülkedeki sosyal hizmetlerin tahminen yüzde 80’ini sağladı ve büyük çoğunluğu yabancı olan çalışanları “STK zümresi” olarak tanındı. Esasında bu zümre, yedek bir yönetici zümre olarak işlev gördü. Bu arada Haitili politikacılar, kamu hizmetlerini tesis etmek ve temel devlet operasyonlarına uluslararası fon aktarmak için tümüyle STK’lara bağımlı kalırken, ülke üzerinde gerçek otoriteye sahipmiş gibi davranarak sadece bir tiyatro oynadılar. Haiti ulusal polis gücü bile Haiti hükümetinin himayesi altında değil, BM misyonları tarafından oluşturulmuş ve eğitilmişti. BM’nin Haiti’deki varlığını sonlandırma kararı, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, güvenliğin azalmasının STK’ların ülkeyi terk etmesine ve STK hizmetlerine bağımlı hale gelen halk arasında insani bir krize yol açmasıyla birlikte zincirleme bir etki yarattı.
Haiti’nin çaresiz durumu göz önüne alındığında, bir tür uluslararası müdahale muhtemel. Ancak müdahale eden güçler, kontrolü ele geçirebilecek yerel bir siyasi fraksiyon geliştirmedikçe, Haiti siyasi bir proje olarak feshedilmiş olacaktır. Bu aşamada Haiti’nin egemenliği konusundaki kaygıları bir kenara bırakmalıyız; egemenliği kullanacak bir güç ağının olmadığı yerde egemenlik de olmaz. Haiti’de devam eden münferit gösteriler, ulusal iradenin ya da ortak bir amacın ifadesi değil, uyaranlara verilen tepkiler, zira bunlar bir yönetici zümre tarafından kavramsallaştırılmayı ve yönlendirilmeyi gerektirir.
Günümüz Pan-Afrikanistlerinin ve benzerlerinin ağıtlarını da görmezden gelebiliriz. Onlar Haiti Devrimi’nin cesedine sarılacak ve hala yaşadığına yemin edeceklerdir. Bu anakronizmler, entelektüel atalarına, Haiti’nin kendi kendini reforme edememesi halinde, “hiçbir halk tiranlık, adaletsizlik, cehalet ve sefalet altında sonsuza kadar yaşayamayacağı için” mutlaka yabancı güçlerin himayesi altına gireceği kehanetinde bulunan Haitili devlet adamı Anténor Firmin’e danışarak daha iyi hizmet edebilirler. Aynı zamanda, Haiti’nin Fransa’ya verdiği tazminatı ülkenin içinde bulunduğu kötü durumdan sorumlu tutan revizyonistleri de tamamen ve aşırı bir önyargıyla reddetmek gerekir. Bu tutum, ilgili tarihe ve dolayısıyla Haiti’nin kendisine dair eksik bir anlayışa ihanet etmektedir. Çoğu zaman, mevcut sorunlar ele alınmazken “tarihsel yanlışları düzeltme” konusunda ahlaki bir övünme için sadece bir giriş işlevi görür.
BM Güvenlik Konseyi, Haiti Ulusal Polisinin başta limanlar ve ana caddeler olmak üzere başkentin bazı kısımlarının kontrolünü geri almasına yardımcı olmak üzere uluslararası bir hızlı hareket silahlı gücünün konuşlandırılmasını değerlendiriyor. Henüz bir karara varılmadığı gibi herhangi bir ülke de öncülük etme taahhüdünde bulunmadı. Bununla birlikte, böyle bir müdahale düzeni yeniden tesis etmek için yetersiz kalacaktır. Bu, devletin yetersizliğine bir çözüm içermediği gibi silahlı çeteleri yok etmeyi de amaçlamıyor. Çete liderlerine uygulanması önerilen yaptırımlar ve yerel kolluk kuvvetlerine teçhizat sağlanması vaatleri de yeterli olmayacaktır. Çeteler ve silahlı çeteler aşırı yoksulluk koşullarında faaliyet gösterebilirler ve her halükârda yaptırımları delmenin yollarını bulacaklardır. Ve siyasi meşruiyet sorunu çözülmediği sürece kolluk kuvvetleri, silahları ne olursa olsun güvenilmez olacaktır.
Fakat daha geniş çaplı bir müdahale konusunda iştah yok. ABD ve Kanada hükümetleri tek taraflı müdahalelerde bulunma ya da bir koalisyona liderlik etme konusunda isteksiz olduklarını açıkça belirttiler. Beyaz Saray hem Haiti halkının hem de uluslararası toplumun tepkisinden korktuğu için Haiti’ye yeni bir işgal teşebbüsünde bulunuyormuş gibi görünmemek konusunda özellikle kaygılı görünüyor. Dahası, dönemin Senatörü Joe Biden’ın 1994 yılında ABD’nin Haiti’ye dönük dış politikası hakkında söyledikleri hala geçerliliğini koruyor: “Karayipler’de sessizce batsa ya da bir kilometre yükselse de çıkarlarımız açısından pek bir şey değişmez.”
Kuzey Amerikalı liderler, üçüncü bir ülkenin gönüllü olmasını beklemek yerine, Haiti’nin parçalanmasından en çok tehdit altında olan ülkelerin (Jamaika, Dominik Cumhuriyeti ve Bahamalar) hükümetleriyle ikili müzakereler yapmalı ve onları Haiti’de asayişin yeniden tesis edilmesinde daha aktif bir rol oynamaya teşvik etmeli. Bu tür müzakerelerin karşılaşacağı zorluklardan biri, bu üç ülkenin de ABD hegemonyasına alışmış olmaları ve bu nedenle kendi bölgelerindeki krizi çözmeye istekli olmamaları. Coğrafi olarak Haiti’nin parçalanmasından etkilenmesi en muhtemel ülke olan ve son BM misyonu sona erdiğinden beri hükümeti uluslararası toplumu Haiti’nin yaklaşan çöküşü konusunda uyaran Dominik Cumhuriyeti bile sınır savunmasını hızla inşa etmeye odaklanmış vaziyette. Bu, Dominiklilerin kendilerini sorundan uzak tutma niyetlerinin açık bir işareti. En azından Jamaika hükümeti bu yıl Haiti’deki siyasi gruplar arasında barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı ve koalisyonel bir müdahalede yer almaya istekli olduğunu ifade etti.
İlgili taraflarca kararlaştırılacak herhangi bir hareket tarzı, bir nebze de olsa güvenilirliği olan yerel bir grubun kontrolü ele geçirmesini teşvik edecek ve buna yardımcı olacak politikaları içermeli. Haiti’de kalan iktisadi seçkinler —Pétionville’in lüks sitelerinde ve benzeri diğer yerlerde yaşayanlar— bunu başarabilecek tek yerli grubu oluşturuyor. Yalnızca onlar, bir yönetici zümreyi yeniden kurmak için yerel ve uluslararası düzeyde kanıtlanmış endüstri ve sosyal sermayeye sahip. Yerli sanayiciler yasama meclisinin koltuklarını doldurmalı ve devlet bürokrasilerinin yeniden inşasına öncülük etmeli. Onların oğulları ve kızları bu bürokrasilerin ve özellikle de kolluk kuvvetlerinin üst kademelerinde görev almalı.
Ülkenin bazı kısımlarını, mutlaka dış destekle geri almaya başladıklarında, kamu düzenini ve hizmetlerini kalıcı olarak yeniden tesis etme çabaları, uyanıklıkları hükümetin aşırılıklarını da kontrol etme işlevi görecek olan uluslararası STK’lardan destek alabilir. Her ne olursa olsun, yeniden inşa çabaları Machiavelli’nin, kendilerini DC dış politika blokuna ve başka yerlere yerleştirmiş olan Haitili gurbetçiler gibi “sürgünde olanlara” güvenmeme öğüdüne kulak vermeli. Bu insanlar derin kinlere ve güçlü fikirlere sahipler ama ülkenin istikbalinde doğrudan bir payları yok.
Aksi takdirde, Haiti ya sonsuza dek kötüleşmeye devam edecek ya da bölgedeki bir veya daha fazla ülke eninde sonunda kendi egemenlik alanlarını Haiti topraklarına genişletmek zorunda hissedecektir. Sonuçta, Haitili edebiyatçı Lyonel Trouillot’un da belirttiği gibi, “Haiti bir ülke değil... Destansı bir başarısızlık fabrikası, bir yer için bir bahane, bir ot yığını, ip cambazları için bir uçurum, ihtişam hayalleri kuran görme özürlüler için bir kör adam blöfüdür.”
Doğmakta olan Haiti Cumhuriyeti —Pétion, Boyer, Rivière-Hérard Cumhuriyeti— bir ülkeydi ama bir asırdan fazla bir süre önce sona erdi. En son yaşama şansı, 20. yüzyılın başlarında büyük güçlerin çıkarları tarafından söndürüldü. Haitililer bugün ya kalıntıları için savaşıyor ya kendilerini kaostan korumaya çalışıyor ya da kaçmaya çalışıyor. Haiti’nin yeniden dirilmesi için tek şans, yerli seçkinlerin siyasi yönetime geri dönmesinde yatıyor.