Fizyokrasi siyaseti: Quesnay ve Çin
"Günümüz Çin sistemi, biçimsel olarak Quesnay'in tarif ettiği sisteme benziyor."
Branko Milanovic
21 Ocak 2024
Fizyokratlar bugün pek okunmuyor. Bu talihsiz bir durum, zira görüşlerinin pek çoğu günümüzde de geçerliliğini koruyor. Yazıları genelde kasıtlı olarak bulanık ve paradoksaldı, bugün nadiren kullanılan bir biçimde, özdeyişler ve kısa ve zaman zaman esrarengiz cümlelerle ve ana fikri açık ama ayrıntıları şaşırtıcı olan ünlü Tableau economique’de ifade edilmişti. Günümüz iktisatçılarına, bir yandan ticaret özgürlüğü, emek, sermaye ve malların serbest dolaşımı [tek bir ulus devlet içinde ve ülkeler arasında bölgesel hatlar boyunca], işçiler ve kapitalistler arasında sözleşme özgürlüğü, tek vergi ve servetin artan oranlı vergilendirilmesi gibi ortak neoklasik görüşleri gerektiriyor. Öte yandan, tarımın fıtratı gereği imalattan daha üretken olduğunu düşündükleri için [bence] sıklıkla yanlış anlaşılıyorlar. Konumlarının çok daha makul bir açıklaması, sadece tarımda üretime “zarar vermeden” vergilendirilebilecek bir gelir kaynağının, yani toprak rantının var olduğuna işaret etmek. Sadece bu anlamda —vergi getirisi— tarım, imalattan daha “üretken” olarak görülmüştür [Bu arada, bugün de imalat işlerinin hizmet sektöründeki işlere kıyasla doğası gereği “daha iyi” olduğunun düşünülmesi gibi benzer yanlış anlayışlar mevcuttur].
Fizyokratik doktrinin ekonomiden bile daha az incelenen kısmı politikaları. Onlar özel bir tür mutlak monarşinin savunucularıydı. Quesnay’in [Kanunların Ruhu adlı eserinde Montesquieu’nün Çin eleştirisine yanıt olarak] 100 sayfadan fazla bir monografinin tamamını adadığı imparatorluk Çin’i onların ideal krallığıydı.
Fizyokratların mantığı Çin hukukçu geleneğinin mantığına benzer. Fizyokratlar için bu mantık şu şekildedir. Kişisel özgürlük, özel mülkiyet ve kişi güvenliğinden oluşan doğal yasalar [“la loi naturelle” veya hatta “fizyokrasi”, görünüşe göre Yunan neolojizmleriyle oynamayı seven Quesnay tarafından icat edilmiş bir terim] bir kez keşfedildiğinde, bir toplumun bunları uygulamaktan başka yapması gereken pek bir şey yoktur. Sadece iki şeye ihtiyacı vardır: (1) liyakate göre seçilen ve yasalar bütününü anlayan ve onu geliştirip iyileştirebilecek eğitimli bir insan topluluğu ve (2) rolü yasaların uygulanmasını sağlamak olan mutlak bir hükümdar. Çoğu zaman ve ideal olarak her zaman hükümdar hiçbir şey yapmaz, zira yasalara uyulduğu takdirde özel ve kamu çıkarları arasında mükemmel bir denge kurulur. Hükümdar aynı zamanda devletteki en güçlü ve en güçsüz kişidir. En güçlü kişidir çünkü yasaların çiğnenmesi durumunda çürümeye son verebilecek tek kişidir ama yasaların çiğnenme ihtimali —yasaların mümkün olan en rasyonel yasalar olduğu düşünüldüğünde—düşük olduğundan hükümdarın çoğu zaman yapacak bir şeyi yoktur.
Quesnay, o zamanlar Avrupa’da bilinen Çin sistemini bu ideale en yakın sistem olarak görmüştü. Hükümdar ile halk arasına giren insanlardan oluşan Fransız kan aristokrasisinin aksine, Çin mandarinliği liyakate göre seçiliyordu. En mükemmel yasaları tasarladı, zira en yetenekli insanlardan oluşuyordu. Fizyokratların kendilerini bu rolde gördüklerini söylemeye gerek yok: çökmüş, cahil ve tembel bir aristokrasinin yerini almak. “Mutlak” yönetim hala devam edebilir ama artık doğru ilkelere dayanacak ve doğru insanları kullanacaktır.
Quesnay’in Çin üzerine yazdığı Çin Despotizmi başlıklı incelemesinin girişinde söylediği üzere “despotizm” teriminin iki anlamı var. Birincisi, yasalar dahilinde ve yasalara uyulmasını sağlamak için kullanılan kontrolsüz veya mutlak güç, ikincisi ise kontrolsüz ve keyfi kişisel yönetimdir. İlk başlık altında despotizm tamamen yasal [zira yasallığın uygulanmasına dayanır] ve meşrudur, ikincisi altında ise gayri meşrudur:
Despot, EFENDİ ya da RAB anlamına gelir; bu nedenle bu unvan, yasalarla düzenlenen mutlak iktidarı kullanan egemenlere ve hükümeti temel yasalarla düzenlenmeyen uluslar üzerinde iyi ya da kötü yönde kullandıkları keyfi iktidarı gasp eden egemenlere uygulanabilir. Dolayısıyla meşru despotlar ve keyfi ve gayri meşru despotlar vardır.
Yöneticilerin yönetilenler tarafından seçilmesi olarak tanımlanan demokrasinin fizyokratik sistemde yeri yoktur. Tamamen gereksizdir. Rolünün ne olacağı [eğer öngörmüş olsalardı] belirgin değildir; belki de sadece doğal hukukun mükemmel ilkelerini bozmaktır.
Günümüz Çin sistemini düşündüğümüzde fizyokratların düşüncesinin önemi açıkça ortaya çıkıyor. Biçimsel olarak Quesnay’in tarif ettiği sisteme benziyor. Yönetici grup içinden mutlak bir hükümdar seçilir ve onun yönetiminin meşruiyeti yasaların mükemmelliğine ve bu yasaları uygulayan insan topluluğunun kalitesine yansır. Dolayısıyla sosyal sistemin kalitesi performansına göre değerlendirilir. Bu performansın kilit parçası —ve fizyokratlar bu konuda bugün “normal görüş” olarak kabul ettiğimiz şeyin öncüleriydi— ekonomik bolluğun nüfusun çoğunluğu için ne kadar hızlı arttığıdır. İnsanlar istikrarlı bir şekilde zenginleşiyorsa, yasalarda değiştirilecek çok az şey vardır ya da hiçbir şey yoktur. Bu nedenle de mandarinliğin ya da hükümdarın yapacağı bir şey yoktur.
Sistem, herhangi bir insan gibi, yöneticilerinin teknik olarak nasıl seçildiğine, devletin ne kadar güçlü olduğuna ya da başka herhangi bir “dışsal” hedefe göre değil, performansına göre değerlendirilir. Bu “halkın” yönetimidir.
Küreselleşme üzerine on bir tez
"Pek çokları için avantajlara gebe olarak başlayan küreselleşme, şu an epey farklı görünüyor."