Denize düşen Biden Clinton'lara sarıldı
"Bu woke sembolizm ve retorik, son sekiz yılda gerçek anlamda ötekileştirilmiş ve dezavantajlı kesimlerde 2016'da olduğu kadar yankı bulmadı."
Çevirmenin notu: Amerikan seçmeni ne öfkeli ne hayal kırıklığına uğramış ne de umutlu. Sadece Amerikan siyasi sisteminin hala işlediği fikrine inanmayı bıraktılar. Bırakın Joe Biden konuşmalarını yapsın, bırakın seçimi kaybetsin, bırakın Trump isterse sistemi yerle bir etsin; artık umursamanın ne anlamı var ki diye düşünüyorlar.
Dış politika açısından da işler daha iyi görünmüyor. Biden seçim kampanyası sırasında Donald Trump’ın savaş çığırtkanlığına dikkat çekmiş olsa da ülkeyi yeni savaşlara, bataklıklara ve vekalet savaşlarına sürükleyen kendisi oldu. Ukrayna’daki durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor; Süveyş Kanalı Yemen’deki Ensarullah tarafından ablukaya alındı, Suriye ve Irak’taki ABD üsleri sürekli saldırı altındayken Amerikan harekâtı durumu iyileştirme konusunda tamamen başarısız oldu.
Özünde, Joe Biden’ın mevcut talihsizliklerinin hikayesi, ana düşmanının talihiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı.
Clinton’lar Amerika’yı nasıl iki defa değiştirdi?
Musa al-Gharbi
3 Nisan 2024
Joe Biden’ın popülaritesi başkanlığının büyük kısmında sürekli olarak düşük seyretti. Biraz toparlanma olsa da Başkan, çoğu eyalette Trump’ın gerisinde kalmaya devam ediyor. Talihini tersine çevirmeye niyetli olan Biden, yeniden seçilme teklifine Clinton’ları da dahil etti; Georgetown’daki evinde Biden için 1 milyon dolarlık bir bağış toplantısına ev sahipliği yapan Hillary ile başladı ve şimdi Joe Biden ve onun adına için mücadele eden Bill’e kadar genişledi. Bir yandan bu hamle biraz kafa karıştırıcı görünüyor. Hillary Clinton hiç sevilmiyor ve Biden’ın şu anda arkasında olduğu adaya karşı kaybetti. Bu arada Bill Clinton, eşinin 2016 kampanyasına musallat olan sayısız skandalla karşı karşıya kaldı. Fakat başka bir açıdan bakıldığında, Clinton’ları kampanyasına dahil etmek son derece mantıklı. Bill ve Hillary, Demokrat Parti’yi bir değil iki kez dönüştürerek çağdaş Amerikan siyasetinin ana hatlarını diğer tüm siyasi figürlerden daha fazla belirlediler.
1930’ların ortalarından 1960’ların ortalarına kadar Demokrat Parti, beyaz kırsal ve mavi yakalı işçileri, dini azınlıkları (Yahudiler, Katolikler) ve giderek Afrikalı Amerikalıları birleştiren “Yeni Düzen Koalisyonu” ile tanımlanmıştı. Ancak Cumhuriyetçi Barry Goldwater’ın 1964’te Güney’i ele geçirmesi ve Richard Nixon’ın 1968’de Demokrat Hubert Humphrey’e karşı kazandığı zaferin ardından Demokrat Parti içerisindeki isimler partiyi yeniden markalaştırmaya karar verdi; kadınlar, üniversite öğrencileri, genç profesyoneller, ırksal ve etnik azınlıklar etrafında yeni bir koalisyon oluşturdular. Kültürel liberalizmi ikiye katladılar, dış politikada (Vietnam Savaşı’nın Demokrat John F. Kennedy ve Lyndon Johnson tarafından başlatılmış ve sürdürülmüş olmasına rağmen eski savaş karşıtı aktivistlere hitap etmek için) daha güvercin bir tavır benimsediler. Örgütlü emekle olan bağlarını önemsizleştirdiler. Gerçekten de beyaz kırsal kesim ve mavi yakalı işçiler giderek bir varlıktan ziyade bir yükümlülük olarak görülmeye başlandı. Parti içindeki pek çok kişi tarafından cahil, bağnaz, kadın düşmanı ve gerici, partinin daha aydınlanmış geleceği için bir engel olarak tasvir edildiler.
Bu karar alıcılar nezdinde en büyük siyasi ödül sembolik kapitalistleri —hukuk, danışmanlık, medya, eğlence, finans, eğitim, yönetim, bilim ve teknoloji gibi alanlarda çalışan elitleri— kazanmaktı. Bunlar fiziksel mal ya da hizmetler yerine veri, fikir, retorik ve imaj ticareti yapan profesyoneller. Clinton’ın Çalışma Bakanı Robert Reich’ın 1991’de çok satan kitabı The Work of Nations’da (Ulusların Çalışması) savunduğu üzere, gelecek bu profesyonellere aitti. Ancak bu oy blokunu güvence altına almak için Demokratların, siyasi analist Matt Stoller’ın yerinde ifadesiyle “popülist ruhlarını öldürmeleri” gerekiyordu. Yeni bir seçmen tabanına geçiş yapmaya çalışan parti, uzun bir süre boyunca ezici siyasi yenilgilerle karşı karşıya kaldı.
Demokratların 1960’lardan sonra kültürel meseleler ve dış politika konularında sembolik kapitalistlere kur yapma teşebbüslerine rağmen, çoğu cep defteri öncelikleri nedeniyle Cumhuriyetçileri desteklemeye devam etti. Bu arada Cumhuriyetçi Parti, kültürel muhafazakârlığı vurgulayarak Demokratların geride bırakmaya çalıştığı hoşnutsuz kırsal ve mavi yakalı seçmenleri yakalamayı başardı. Sonuç olarak Demokrat Parti, onlarca yılını siyasi çölde geçirdi. Demokratlar 1968 ile 1992 arasındaki çeyrek yüzyılda Beyaz Saray’ı sadece dört yıl ellerinde tutabildiler ve Watergate’in hemen ardından 1976’da kıl payı bir galibiyet elde ettiler. Cumhuriyetçiler ise 1972, 1980, 1984 ve 1988’de ezici zaferler kazandılar. Sonra Bill Clinton oyunu değiştirdi.
Bill Clinton sembolik kapitalistlerin kendilerini nasıl görmek istediklerini somutlaştırdı. Nispeten gençti (özellikle 1992 ve 1996’daki Cumhuriyetçi rakiplerine kıyasla). Zeki ve karizmatikti. Mütevazı bir geçmişten gelen ve elit eğitimi ve zekâsı sayesinde iktidarın üst kademelerine yükselmeyi başaran bir şahsiyetti. Clinton, küreselleşmiş sembolik ekonomide rekabet edebilmenin bir aracı olarak eğitimin önemini vurguladı. Etrafını seçkin kurumlardan gelen demografik çeşitliliğe sahip uzmanlarla çevreledi. Parti içindekilerin ya da tabanının ne istediğine bakmaksızın “gerçekleri” takip eden biri olarak kendisini post-ideolojik bir teknokrat olarak sundu. Gerçekten de bağımsızlığını göstermek için düzenli olarak geleneksel Demokrat tabanın kalan kalıntılarını yabancılaştırma ya da siyasi rakipleriyle aynı hizaya gelme yoluna gitti. Clinton, 1996’daki Birliğin Durumu konuşmasında Demokratların daha önceki Yeni Düzen koalisyonunun ölümünü resmen ilan ederek şöyle dedi: “Büyük devlet dönemi sona ermiştir.” Ve yönetimi boyunca Demokrat Parti yalnızca değerleri değil, aynı zamanda sembolik kapitalistlerin iktisadi önceliklerini de yansıtacak şekilde değişti.
Clinton’ın Amerika’yı sembolik ekonomi etrafında yeniden yönlendirme vizyonunun merkezinde dört konu vardı; sosyal yatırım (becerilere, altyapıya ve araştırmaya), piyasa dinamizminin artırılması (vergi indirimleri, deregülasyon, özelleştirme yoluyla), uluslararası açıklık (ticaret anlaşmaları ve göçmenlik reformu şeklinde) ve makroekonomik istikrar (küresel uluslararası düzeni korumak için ABD güçlerini kullanmak da dahil olmak üzere); yani bugün “neoliberalizm” olarak adlandırılan zemin. Bu fikirlerin versiyonları 1940’lara kadar uzanmasına ve ilk olarak Jimmy Carter ve Ronald Reagan döneminde uygulanmasına rağmen Clinton, Demokrat Parti’yi bu vizyon etrafında yeniden yönlendirerek Washington’da şu anda alaycı bir şekilde “neoliberal konsensüs” olarak adlandırılan ve ABD siyasetini tanımlamaya devam eden pek çok fay hattının ortaya çıkmasına neden oldu.
Örneğin, kent-kır ayrımı 90’lı yılların başında Demokrat Parti’nin sembolik ekonomi etrafında yeniden yönlenmesine paralel olarak yoğunlaştı. Yeni bir kentli profesyonel sınıfın yükselişini kolaylaştırmak amacıyla Demokrat Parti, NAACP ve Kongre Siyahlar Grubu’nun bu politikaların Afro-Amerikalılar ve diğer azınlıklar üzerinde yaratacağı orantısız ve olumsuz etkilere ilişkin önemli endişelerine rağmen, kendisini suça karşı sıfır taviz politikalarına adadı. Eş zamanlı olarak, parti kendisini küreselleşme ve serbest ticarete adadı ve bu, Çin’in iktisadi ve siyasi nüfuzunu artıran bir dizi uluslararası anlaşmayla sonuçlandı.
Clinton’ın “bildiğimiz refahı sona erdirme” yönündeki kampanya taahhüdünü yerine getiren Demokratlar, yardım programlarını yeniden yapılandırarak, çoğu kadın milyonlarca Amerikalıyı devlet yardımına hak kazanmaya devam edebilmek için düşük ücretli ve kötü sosyal haklara sahip çıkmaz ve istikrarsız işlere girmeye zorladı. Düşük gelirli anneleri evden çıkarıp işgücüne itmek, çocuklara kötü muamele olaylarında ve çocukların “sisteme” terk edilmesinde ciddi artışlara yol açtı. Ancak bu, aynı zamanda hizmet ekonomisindeki işçi havuzunun genişlemesine yardımcı oldu ve artan işgücü arzının bir sonucu olarak ücretlerini düşük tuttu. Aynı zamanda Clinton, bütçeyi dengelemek için federal hükümeti “küçültmeye” (ve işlevlerini özelleştirmeye) zorladığından, devlet yardımlarının kalitesi ve erişilebilirliği kayda değer ölçüde azaltıldı. Bu reformların bir sonucu olarak, düşük gelirli pek çok Amerikalı daha fazla çalışmalarına rağmen daha az hane gelirine sahip oldu ve derin yoksulluk içindeki Amerikalıların oranı önemli ölçüde arttı. Fakat yeni ve aydınlanmış Demokrat Parti’ye göre bütçeyi nispeten varlıklı olanları vergilendirmektense yoksulları sıkıştırarak dengelemek çok daha iyiydi.
Parti, işçiler için endişelenmek yerine teknoloji ve finans sektörleriyle sıkı bir iş birliği içine girdi. Clinton yönetimi, bu sektörlerle ilgili pek çok düzenlemeyi kaldırdı ve kalan kuralların uygulanmasını azalttı. Bu hamleler, 2000 yılında patlayan dot-com balonuna ve 2008’de doruğa çıkan konut ve finans krizine ciddi ölçüde katkıda bulundu (ikincisi özellikle siyah ailelerin serveti üzerinde zararlı ve kalıcı bir etki yaratmıştı). Sahiden de yukarıda açıklanan politikaların neredeyse tamamı, sembolik ekonomiye bağlı olanların çıkarlarını ve önceliklerini diğerlerinin aleyhine olacak şekilde geliştirmişti. Bu reformların etkileri özellikle kadınlar ve azınlıklar üzerinde ağır oldu. Clinton ve partisi yine de bu hamleleri yaptı, kadın ve azınlık seçmenleri ellerinde tutabileceklerinden emindiler, zira Cumhuriyetçiler daha da kötü olarak algılanıyordu. Ve bir süreliğine de olsa bu bahis tuttu.
Clinton döneminde Demokratlar düşük gelirli ve azınlık seçmenler arasında aşağı yukarı aynı marjlara sahip olmaya devam ettiler ama sembolik ekonomiye sahip profesyoneller arasında da önemli kazanımlar elde etmeyi başardılar. Edison çıkış anketine göre, 1992’de Bill Clinton on yıllardır lisansüstü eğitim almış olanların çoğunluğunu kazanan ilk Demokrat oldu. Daha sonraki yarışlarda Cumhuriyetçi Parti’ye doğru kaymaya başlamışlardı: Demokratlar yüksek lisans mezunlarını 1992’de 14 puan, 1996’da sekiz puan ve 2000’de altı puan farkla kazandı. Ancak Demokratlar 2000 yılından bu yana her seçimde bu seçmenler arasında çift haneli bir üstünlük elde etti ve 2020’de lisansüstü seçmenleri yaklaşık 18 puanlık bir farkla kazandı. Barack Obama sembolik kapitalistleri Demokrat Parti içinde daha da konsolide edecekti. Obama, 2008’de on yıllardır üniversite mezunları arasında (dar bir farkla) çoğunluğu kazanan ilk Demokrat oldu. 2012’de bu seçmenler tekrar Cumhuriyetçi Parti’ye kaymaya başladı. Ancak Trump’ın seçim sahnesine girmesiyle birlikte üniversite mezunları bir kez daha sola kaydı ve Demokratlar 2016 ve 2020’de bu seçmenleri rahatlıkla kazandı.
Amerikan Ulusal Seçim Çalışması da benzer bir hikâye anlatıyor. Demokrat Parti, 1992’den bu yana üniversite eğitimi almamış beyazlar arasında keskin düşüşler yaşarken, üniversite eğitimi almış beyazlar arasında önemli bir büyüme kaydetti. İlginç bir şekilde, siyaset bilimciler Matt Grossman ve David Hopkins’in de gözlemlediği gibi, üniversite eğitimi almamış beyazlar Cumhuriyetçi koalisyonda 1992’de olduğu gibi aşağı yukarı aynı paya sahipti. Cumhuriyetçi Parti, üniversite eğitimli beyazlar arasında önemli düşüşler yaşadı ama bu durum beyaz olmayan seçmenler arasındaki kazanımlarla dengelendi ve sonuçta üniversite eğitimli olmayan beyazlar, son 30 yılda partinin yaklaşık olarak aynı payını oluşturdu. Her iki partinin de beyaz olmayan seçmenler arasında önemli bir büyüme kaydettiği göz önüne alındığında (her ne kadar Cumhuriyetçiler 2010’dan bu yana beyaz olmayan pek çok grup için genel seçim oy payında ilerleme kaydetmiş olsa da), siyasi mücadeleler giderek artan bir şekilde üniversite eğitimli beyazları üniversite eğitimli olmayan beyazlardan ayıran konular etrafında dönüyor. Kültürel meseleler bu mücadelelerde özellikle önemli bir rol oynadı.
Sembolik kapitalistler Demokratlara kaydıkça, aynı zamanda “kültürel” olarak daha liberal hale geldiler. Pew Research’ün tahminlerine göre, 1994 yılında (Clinton döneminin başlangıcında) yüksek lisans mezunlarının sadece yüzde 7’si aşağıdan liberal görüşlere sahipti. Bu oran 2015 yılına gelindiğinde dört kattan fazla artarak yüzde 31’e ulaştı. Tek tip liberal görüşlere sahip üniversite mezunlarının oranı 1994’te yüzde 5 iken 2015’te yüzde 24’e yükselerek neredeyse beş kat arttı ve bugün de kayda değer ölçüde daha yüksek.
Bill Clinton’ın partiyi sembolik kapitalistler etrafında dönüştürmesi, Hillary Clinton’ın başkanlık kampanyası sırasında meydana gelen ikinci dönüşüme zemin hazırladı. Demokrat Parti platformunun Obama’nın yeniden seçilme kampanyası sırasında, bugün “Büyük Uyanış” olarak bilinen sürecin başlangıcında “sola” kaydığı doğru ama Obama’nın kendisi büyük ölçüde Mitt Romney’i şirket kârlarını çok fazla önemseyen ve sıradan Amerikalıların mücadelelerini yeterince önemsemeyen, dokunulmaz bir akbaba kapitalist olarak resmetmeye odaklanmıştı. Clinton farklı bir yol izledi. Demokrat Parti’nin kendi kanadı tarafından benimsenen neoliberal programa hem solundaki Bernie Sanders’tan hem de sağındaki Donald Trump’tan gelen eleştirilerle karşılaşan Hillary, konuyu değiştirmek için kültürel meseleleri kullandı.
Çarpıcı bir örnekte Hillary Clinton şöyle sordu: “Yarın büyük bankaları lağvetsek... Bu ırkçılığı sona erdirir mi? Bu cinsiyetçiliği sona erdirir mi? Bu LGBT topluluğuna karşı ayrımcılığı sona erdirir mi? Bu insanların bir gecede göçmenlere daha sıcak bakmasını sağlar mı?” Kalabalık “Hayır!” diye kükredi. Ve elbette ki kesinlikle haklıydılar.
Bununla birlikte, Hillary ve destekçileri büyük bir sorunla karşı karşıya kaldılar; elit olmayanların uygunsuz görüşleri. Üniversite derslerindeki teorisyenleri biraz fazla ciddiye alan bazı kişiler hariç, Siyah ve Hispanik Amerikalıların çoğu “ırkçılığın sona erdirilmesi” gibi konuları siyasi öncelikleri arasında en alt sıralarda değerlendirirken, ekonomi ve kamu güvenliği gibi konular endişe listelerinin başında yer alıyor. Belirli bir önlem “ırkçılığı sona erdirmeyecek” olsa bile, beyaz olmayanların çoğu, seçilmiş yetkililerinin, ilericilerin kendilerinin de sık sık bu ülkenin başlangıcından beri var olduğunu ve muhtemelen asla üstesinden gelinemeyeceğini iddia ettikleri soyutlamalara karşı kozmik savaşlar yürütmek yerine, maddi beklentilerini ve koşullarını iyileştirecek politikalar izlemesini tercih edecektir. O halde, Hillary Clinton’ın Demokrat kurumlarda “woke’luğu” yaygınlaştırmasına rağmen, partinin 2016’da son derece düşük bir katılım ve tam da kendilerini şampiyon ilan ettikleri insanlardan, yani kadınlar ve beyaz olmayanlardan alışılmadık derecede zayıf bir destek görmesi belki de şaşırtıcı olmamalıydı.
Fakat Clinton’ın yenilgisi Demokratlara yanlış yolda olduklarını göstermeye yetmedi. Bunun yerine, takip eden yıllarda “sosyal adalet” jestlerini ikiye katladılar. Trump’ın yemin ederek göreve başlamasının ardından sembolik kapitalistler Başkan’ın kadın düşmanı söz ve davranışlarına atfen pembe “pussyhat”1 takarak ülke çapında protestolar düzenlerken, Demokrat kadın milletvekilleri de süfrajet hareketini çağrıştırmak için beyaz giymeye başladılar. Joe Biden ve Kamala Harris gibi eski güvenlikçi Demokratlar “sistemsel ırkçılıktan” bahsetmeye başladı. Eski Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ve mevcut Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer, nihayetinde geçirmeyi başaramadıkları bir ceza adaleti reformu tasarısını duyururken kente bezinden cübbeleriyle diz çöktüler.
Bu woke sembolizm ve retorik, son sekiz yılda gerçek anlamda ötekileştirilmiş ve dezavantajlı kesimlerde 2016’da olduğu kadar yankı bulmadı. Tam tersi oldu. Demokratlar mutfak meseleleri pahasına kültür savaşlarına eğildikçe, beyaz olmayan, işçi sınıfı ve düşük gelirli seçmenlerin yanı sıra dini azınlıklar arasındaki kayıpları da hızlandı. Yine de Joe Biden, modern siyasi çağın başlamasına yardımcı olan iki kamusal figüre —Bill ve Hillary Clinton— hitap ederek kampanyasını yeniden canlandırmayı umuyor.
Belki de bu hamlesi işe yarayacaktır. Geçtiğimiz hafta Bill Clinton ve Barack Obama, New York’ta düzenlenen bir bağış toplama etkinliğinde Joe Biden’a katıldı. Birlikte 26 milyon dolar —kayıtlara geçen tek bir siyasi etkinlikte toplanan paradan daha fazla— topladılar. Görünen o ki Clinton büyüsü hala güçlü, en azından sayıları giderek artan derin cepli Demokratlar arasında (ki bunların çoğu sembolik kapitalistler). “Clinton cazibesinin” tabanda hala işe yarayıp yaramadığını ise zaman gösterecek.
Pussyhat, ABD’de 2017 Kadın Yürüyüşü’ne katılan kadınlar tarafından çok sayıda üretilen pembe renkli, kenarsız bir şapka ya da kep. (ç.n.)