Amerika'nın Orta Doğu'dan çıkış stratejisinin sonu
"Kabullenme niyetinde olan herkes için sona eren şey ise, ABD'nin son yarım yüzyıldır Amerikan ulusal güvenlik gündemine hâkim olan bir bölgeden kendini kurtarabileceği yanılsaması."
Çevirmenin notu: Hamas’ın Gazze Şeridi’nden başlattığı Aksa Tufanı saldırısı zamanlama ve pratik açısından fevkaladeydi. Ve son yıllarda “düşmanlarının” eskisinden çok daha güçlenmesiyle birlikte İsrail, bundan yirmi yıl öncesi kadar cüretkâr hamleler yapamıyor. Nitekim Alman Le Beck düşünce kuruluşu uzmanları, şunları söylüyor: “Tırmanışın artma potansiyeli olan uzun vadeli bir çatışmayla karşı karşıyayız.” İsrail’in batıda Hamas ile savaşırken ve kuzeyden gelen Lübnan roketlerine karşı kendini savunurken, çatışmanın ‘beş cepheli bir savaşa’ dönüşme tehlikesi olduğunu belirten uzmanlar, tehdidin ‘yıllardır Hamas ve Hizbullah’ı finanse eden’ İran’dan geldiğine vurgu yapıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Suzanne Maloney, ABD’nin Donald Trump döneminde tartışılmaya başlatan Orta Doğu’da çıkış planının akamete uğramasına neden olan koşulları ele almış.
Amerika’nın Orta Doğu’dan çıkış stratejisinin sonu: Hamas’ın saldırısı ve İran’ın bundaki rolü Washington’un yanılsamalarını ortaya çıkarıyor
Suzanne Maloney
10 Ekim 2023
Hamas’ın İsrail’e yönelik şok edici saldırısı Orta Doğu için bir başlangıç ve bir sonun habercisi oldu. Neredeyse kaçınılmaz bir şekilde başlayan şey, kanlı, maliyetli ve ıstırap verici bir şekilde gidişatı ve sonucu öngörülemeyen bir sonraki savaş. Kabullenme niyetinde olan herkes için sona eren şey ise, ABD’nin son yarım yüzyıldır Amerikan ulusal güvenlik gündemine hâkim olan bir bölgeden kendini kurtarabileceği yanılsaması.
Biden yönetimini tam da bunu yapmaya çalıştığı için suçlamak zor. Afganistan ve Irak’ta başarısız ulus inşasının yanı sıra yirmi yıl boyunca teröristlerle savaşmak, Amerikan toplumu ve siyasetine korkunç bir zarar verdi ve ABD bütçesini tüketti. Trump yönetiminin bölgeye yönelik dengesiz yaklaşımının yarattığı karmaşayı devralan Başkan Joe Biden, ABD’nin Orta Doğu’daki karışıklıklarının, yükselen bir büyük güç olan Çin’in ve sönmekte olan inatçı bir güç olan Rusya’nın yarattığı daha acil sorunlardan dikkatini uzaklaştırdığını fark etti.
Beyaz Saray yaratıcı bir çıkış stratejisi geliştirerek Washington’un Orta Doğu’daki varlığını ve buraya olan ilgisini azaltmasına izin verecek ve aynı zamanda Pekin’in boşluğu doldurmamasını sağlayacak yeni bir güç dengesine aracılık etmeye çalıştı. İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri normalleştirmeye dönük tarihi bir teklif, Washington’un en önemli iki bölgesel ortağını, ortak düşmanları İran’a karşı resmen hizaya getirmeyi ve Suudileri Çin’in stratejik yörüngesinin ötesine demirlemeyi vaat ediyordu.
Bu çabaya paralel olarak yönetim, ABD’nin Orta Doğu’da karşı karşıya olduğu en tehlikeli düşman olan İran ile gerilimi azaltmaya da çalıştı. İran’ın nükleer programına yönelik detaylı kısıtlamalar ve gözetim ağıyla 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırmayı deneyen ve başarısız olan Washington, rüşvet ve gayri resmi anlaşmalardan oluşan bir B planını benimsedi. Mütevazı ekonomik ödüller karşılığında Tahran’ın nükleer program çalışmalarını yavaşlatmaya ve bölgedeki provokasyonlarından geri adım atmaya ikna edilebileceği umuluyordu. Birinci aşama eylül ayında, haksız yere tutuklu bulunan beş Amerikalının İran hapishanelerinden serbest bırakılmasını ve Tahran’ın daha önce dondurulmuş olan 6 milyar dolarlık petrol gelirlerine erişimini sağlayan bir anlaşmayla geldi. İran’ın, Washington’un kendi yaptırımlarını uygulamak yerine gözlerini kaçırmasıyla mümkün hale gelen rekor düzeydeki petrol ihracatının diplomasinin çarklarını yağlamasıyla her iki taraf da Umman’da devam müzakereleri nihayete erdirmeye hazırlanıyordu.
İddialı politika hamleleri söz konusu olduğunda, bu hamlenin makul gösterilebilecek pek çok yanı vardı; özellikle de İsrailli ve Suudi liderler arasındaki çıkarların gerçek anlamda kesişmesi, güvenlik ve ekonomi konularında kamuoyuna daha fazla dönük ikili işbirliğine yönelik somut bir ivme yarattı. Başarılı olsaydı, bölgenin iki büyük aktörü arasındaki yeni bir uyum, geniş Orta Doğu’daki güvenlik ve ekonomi ortamı üzerinde sahiden de dönüştürücü bir etkiye sahip olabilirdi.
Yanlış giden neydi?
Ne yazık ki, bu söz onun felaketi olmuş olabilir. Biden’ın Orta Doğu’dan hızlı kaçış teşebbüsünün ölümcül bir kusuru vardı: sahnedeki en yıkıcı aktör olan İran’a dönük teşvikleri çılgınca yanlış algıladı. Gayri resmi anlaşmaların ve yaptırımların hafifletilmesinin, stratejik ve iktisadi çıkarlarını ilerletmek için gerilimi tırmandırmanın faydasını çok iyi bilen İslam Cumhuriyeti’ni ve vekillerini yatıştırmaya yeteceği asla düşünülemezdi. İranlı liderler İsrail-Suudi anlaşmasını, özellikle de ABD’nin Riyad’a sunduğu güvenlik garantilerini genişletecek ve Suudilerin sivil bir nükleer enerji programı geliştirmesine imkân sağlayacak bir anlaşmayı engellemeye çalışmak için her türlü motivasyona sahipti.
Şu anda İran’ın İsrail’deki katliamda özel bir rolü olup olmadığı bilinmiyor. Bu hafta başında The Wall Street Journal, Hamas ve Lübnanlı militan örgüt Hizbullah’ın ismi açıklanmayan üst düzey mensuplarına dayandırdığı haberinde, Tahran’ın saldırının planlanmasında doğrudan rol oynadığını iddia etti. Bu haber İsrailli ya da ABD’li yetkililer tarafından doğrulanmadı, yalnızca ulusal güvenlik danışman yardımcısı Jon Finer’in ifadesiyle İran’ın “geniş ölçüde suç ortağı” olduğunu öne sürdüler. En azından Washington Post’un eski ve mevcut üst düzey İsrailli ve ABD’li yetkililere dayandırdığı haberde belirtildiği gibi, operasyon “İran’ın desteğinin izlerini taşıyordu”. Tetiği İslam Cumhuriyeti çekmemiş olsa bile elleri pek temiz sayılmaz. İran, Hamas’ı ve diğer Filistinli militan grupları finanse etti, eğitti, donattı ve özellikle son on yılda operasyonların yanı sıra strateji konusunda da yakın koordinasyon içinde oldu. Hamas’ın bu büyüklükte ve karmaşıklıktaki bir saldırıyı İran’ın liderliğinin ön bilgisi ve pozitif desteği olmadan gerçekleştirmiş olması düşünülemez. Ve şimdi İran yetkilileri ve medyası İsrailli sivillere uygulanan vahşetten keyif alıyor ve Hamas saldırısının İsrail’in sonunu getireceği beklentisini benimsiyor.
Bu Tahran’ın ne işine yarayacak?
İran’ın tutumu ilk bakışta paradoksal görünebilir. Ne de olsa Biden yönetimi işbirliği için iktisadi teşvikler önerirken, İran’ın İsrailliler ile Filistinliler arasında Washington ile Tahran arasındaki herhangi bir çözülme olasılığını şüphesiz ortadan kaldıracak bir patlamayı kışkırtması akıllıca görünmeyebilir. Fakat 1979’daki İran Devrimi’nden bu yana İslam Cumhuriyeti gerilimi tırmandırmayı tercih ettiği bir politika aracı olarak kullanıyor. Rejim baskı altında kaldığında, devrimci oyun kitabı düşmanlarını tedirgin etme ve taktiksel bir avantaj elde etme amaçlı karşı saldırıya geçilmesini gerektiriyor. Gazze’deki savaş, İslam Cumhuriyeti liderliğinin uzun zamandır arzuladığı, en zorlu bölgesel düşmanını felce uğratma hedefini ilerletiyor. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, İsrail ve ABD’ye yönelik ateşli düşmanlığında hiçbir zaman tereddüt etmemişti. O ve etrafındakiler Amerika’nın ahlaksızlığına, açgözlülüğüne ve kötülüğüne derinden inanıyor; İsrail’i aşağılıyor ve İslam dünyasının gerileyen Batı ve gayri meşru “Siyonist varlık” olarak gördükleri şeye karşı nihai zaferinin bir parçası olarak onun yok edilmesi için yaygara koparıyorlar.
Buna ilave olarak, Biden yönetiminin yalvarışları ve uzlaşmacı tavrı —Washington’ın bedeli yüksek olsa da 11 Eylül döneminden kalma yükünden kurtulma çaresizliği— Tahran’a zayıflık kokusu verdi. Hem ABD hem de İsrail’deki iç karışıklıklar, Batı’nın uzun zamandır içten içe çürüdüğüne inanan İranlı liderlerin de iştahını kabartmış olabilir. Bu nedenle Tahran, Çin ve Rusya ile ilişkilerine daha güçlü bir şekilde bağlanıyor. Bu ilişkilerin temelinde fırsatçılık ve Washington’a duyulan ortak kızgınlık yatıyor. Ancak İran için iç siyasi bir unsur da söz konusu: İran elitinin daha ılımlı kesimleri kenara itildikçe, rejimin iktisadi ve diplomatik yönelimi Doğu’ya kaydı, zira güç simsarları artık Batı’yı tercih edilebilir ve hatta orayı uygulanabilir bir iktisadi ve diplomatik fırsat kaynağı olarak görmüyor. Çin, İran ve Rusya arasındaki yakın bağlar İran’ın daha agresif bir tutum sergilemesini teşvik etti, zira Orta Doğu’da Washington ve Avrupa başkentlerinin dikkatini dağıtan bir kriz Moskova ve Pekin açısından bazı stratejik ve iktisadi artılar getirecektir.
Son olarak, İsrail-Suudi ittifakının aleni hale gelmesi ihtimali, bölgesel dengeleri Washington’un lehine çevireceği için İran’a ek bir ivme kazandırdı. Hamas saldırısından birkaç gün önce yaptığı konuşmada Hamaney, şu uyarıda bulunmuştu: “İslam Cumhuriyeti’nin mutlak görüşü, Siyonist rejimle ilişkileri normalleştirmeye oynayan devletlerin zarar göreceğidir. Onları yenilgi bekliyor. Hata yapıyorlar.”
Peki ya bundan sonrası?
İsrail’in Gazze’deki kara harekâtı başlarken, çatışmanın orada kalması pek olası değil; tek mesele savaşın genişlemesinin kapsamı ve hızı. Şimdilik İsrailliler yakın tehdide odaklanmış durumda ve çatışmayı genişletme konusunda isteksizler. Fakat bu seçim onlara ait olmayabilir. İran’ın en önemli müttefiki olan Hizbullah, İsrail’in kuzey sınırında en az dört savaşçısının öldüğü bir ateş teatisinde yer aldı bile. Hizbullah için Hamas’ın başarısının şokunu ikinci bir cephe açarak atlatmanın cazibesi yüksek olacaktır. Ancak Hizbullah liderleri 2006’da İsrail’le girdikleri savaşın ağır bedelini öngöremediklerini kabul ediyorlar. Bu kez daha ihtiyatlı davranabilirler. Tahran’ın da İsrail’in İran’ın nükleer programına yönelik olası saldırısına karşı sigorta olarak Hizbullah’ı bir bütün olarak tutmakta çıkarı var.
Dolayısıyla şimdilik daha geniş çaplı bir savaş tehdidi gerçekliğini korusa da bu sonucun kaçınılmaz olduğu söylenemez. İran hükümeti, İsrail ile doğrudan çatışmadan kaçınmayı bir sanat haline getirdi ve ateşi yakıp alevlerden uzak durmak Tahran’ın olduğu kadar bölgedeki vekillerinin ve Moskova’daki hamilerinin de işine geliyor. İsrail’de bazıları sadece bir sinyal göndermek için bile olsa İran hedeflerinin vurulmasını savunabilir ama ülkenin güvenlik güçlerinin şu anda elleri dolu ve üst düzey yetkililer eldeki mücadeleye odaklanmaya kararlı görünüyor. Büyük olasılıkla çatışma geliştikçe İsrail bir noktada İran’ın Suriye’deki varlıklarını vuracak ama İran’ın kendisini vurmayacak. Tahran bugüne dek Suriye’deki bu tür saldırıları doğrudan misilleme yapma ihtiyacı hissetmeden karşılamıştı.
Petrol piyasaları Orta Doğu risk priminin geri dönüşüne tepki verirken Tahran, Basra Körfezi’ndeki gemilere dönük saldırı ve tacizlerini sürdürme eğilimine girebilir. ABD Genelkurmay Başkanı Genelkurmay Başkanlığına yeni atanan Q. Brown, Tahran’ı kenarda durması ve “bu işe karışmaması” konusunda uyarmakta haklıydı. Ancak seçtiği kelimeler ne yazık ki İranlıların halihazırda derinden ve ayrılmaz bir şekilde işin içinde olduğunu anlamadığını gösteriyor.
Biden yönetimi için, İran’a yönelik önceki diplomasiyi şekillendiren zihniyeti —İslam Cumhuriyeti’nin, ülkesinin çıkarlarına hizmet eden pragmatik uzlaşıları kabul etmeye ikna edilebileceği inancını— bir kenara bırakmanın zamanı çoktan geldi. Bir zamanlar bu inandırıcı olabilirdi. Fakat İran rejimi temel önermesine —ne pahasına olursa olsun bölgesel düzeni altüst etme kararlılığı— geri döndü. Washington, İran’ın teokratik oligarkları ile ateşkes hayallerinden vazgeçmeli.
Diğer tüm jeopolitik sorunlarda Biden’ın tutumu Obama dönemindeki yaklaşımdan kayda değer ölçüde farklılaştı. Sadece ABD’nin İran’a dair politikası on yıl öncesinin demode varsayımlarına saplanıp kaldı. Mevcut ortamda Amerika’nın Körfez başkentlerinde İranlı yetkililerle diplomatik temaslarda bulunması Tahran’ın kalıcı bir itidal göstermesini sağlamayacaktır. Washington’un İran’a karşı, ABD’nin Rusya ve Çin’e dönük son dönem politikalarına yön veren aynı sert gerçekçiliği kullanması gerekiyor; bunların başında baskıyı arttırmak ve İran’ın ulus ötesi terör şebekesini çökertmeye istekli koalisyonlar kurmak, İran ekonomisine yönelik ABD yaptırımlarını anlamlı bir şekilde yeniden uygulamaya koymak ve diplomasi, güçlü duruş ve İran’ın provokasyonlarını önleme veya bunlara yanıt verme eylemleri yoluyla ABD’nin İran’ın bölgesel saldırganlığını ve nükleer ilerlemelerini caydırmaya hazır olduğunu açıkça ifade etmek geliyor. Orta Doğu’nun her başkanın gündeminin üst sıralarında yer almaya zorlayan bir yönü var; bu yıkıcı saldırının ardından Beyaz Saray bu zorluğun üstesinden gelmeli.
İsrail'in istihbarat faciası
"Hamas'ın böylesine geniş ölçekli ve karmaşık bir operasyonu dünyanın en iyi istihbarat teşkilatlarından birinden nasıl gizli tutabildiğini tespit etmeleri gerekecek."