Yeşil kapitalizm üçkağıtçılıktır
"Batılı uluslar, kapitalizmi sürdürülebilir kılma kisvesi altında Küresel Güney'i yağmalamaya devam ediyor."
Çevirmenin notu: Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına uyguladığı ambargo nedeniyle içinden geçtiği enerji krizi, bu kışın ılık geçmesi nedeniyle beklenen şiddette yaşanmadı. Kıta, bu seneyi çıkarabilecek ve önümüzdeki kışı da kurtarabilecek düzeyde yeterli gaz rezervine sahip. Ayrıca son bir yılda Avrupa’nın tüketim alışkanlığı da tümden değişti. Diğer yandan “iklim değişikliğiyle mücadelenin” Amerikan oligarkları açısından başka bir avantajı daha var: Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler daha az fosil yakıt tüketmeye razı olursa, bu onların iktisadi kalkınmasının altını oyacak, zira “alternatif enerji kaynakları” denilen şeyler çok daha pahalı.
Yeşil kapitalizm üçkağıtçılıktır
Kohei Saito
9 Ocak 2024
Karl Marx döneminde kitlelerin afyonu din idiyse, bugünün uyuşturucusu da yeşil kapitalizm kültü. Batı, fütüristik yeşil teknolojiler ve yeşil büyüme kombinasyonunun beşeriyeti iklim krizinden kurtaracağını düşünerek kandırıldı. Brokoli saplarımızı yediğimiz ve plastik poşetleri reddettiğimiz sürece, şu hakikati görmezden gelmeye devam edebiliriz: iklim değişikliğinin temel nedeni kapitalizmdir ve mevcut yaşam biçimimiz yalnızca ekolojik çöküşe yol açmakla kalmayacak, aynı zamanda yoksul Küresel Güney’in emeğini ve toprağını da sömürecektir.
Yine de Batılı liderler yeşil kapitalizmin bir peri masalı olduğu hakikatine uyanmak yerine, yeşil büyüme taahhütlerini ikiye katlıyorlar. Başkan Joe Biden’dan Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis’e ve İngiliz İşçi Partisi lideri Keir Starmer’a kadar hem Avrupa’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde tanınmış şahsiyetler, sürdürülebilir yeşil ekonomiye geçişi teşvik edeceği varsayılan mucizevi bir yenilenebilir enerji ve elektrikli otomobil yatırım programı olan Yeni Yeşil Mutabakat’ın siren çağrısına boyun eğdiler.
Sorun şu ki, en radikal Yeni Yeşil Mutabakat bile amaçlarına asla ulaşamayacaktır. Sonuçta, yeşil bir devrim sadece elektrikli araçlara, hidrojenli uçaklara ve yenilenebilir enerjiye geçişi değil, maddi dünyamızın tamamen elden geçirilmesini gerektirecektir. Tarım makineleri ve kimyasal gübrelerden inşaat için demir ve çimentoya kadar bağımlı olduğumuz her bir kaynağın daha yeni, daha yeşil bir versiyonla değiştirilmesi gerekecektir. Dolayısıyla uygulanabilir herhangi bir Yeni Yeşil Mutabakat, 2050’den önce karbondioksit emisyonlarını mutlak olarak değil, sadece GSYİH’ye oranla azaltacaktır. Başka bir deyişle, karbondioksit seviyeleri daha yavaş bir oranda da olsa yükselmeye devam edecektir.
Ancak Yeni Yeşil Mutabakat vizyonu, kısmen çevre konusunda endişelenmeden tüketim çılgınlığımıza devam etmemize imkân sağladığı için —suçluluk duygumuzu hafifletmek için tek yapmamız gereken bir Tesla satın almak— ve kısmen de iktisadi eşitsizliğe sihirli bir çözüm olarak selamlandığı için caziptir. Yeşil dönüşümün, özellikle Amerika ve Avrupa’nın eski sanayi merkezlerinde işçi sınıfı açısından daha istikrarlı ve daha iyi ücretli işler yaratacağı düşünülüyor. Fakat Batı’nın istihdam patlamasının bedelini dünyanın en yoksulları ödeyecek. Halihazırda, dünyanın en zengin yüzde 10’luk kesimi —çoğunlukla Küresel Kuzey’de— dünya çapındaki emisyonların yarısından sorumlu olsa da iklim değişikliğinin etkilerinden ilk zarar görecek olan daha yoksul kesim olacaktır. Yeni Yeşil Mutabakat, yükün daha da büyük bir kısmını Küresel Güney’e kaydıracaktır. Küresel yoksulluk için arzu edilen bir çözüm değildir.
Örneğin elektrikli araçları ele alalım. Lityum-iyon bataryaları Şili’nin Atacama Tuz Düzlüklerinde bulunan nadir metallerden üretiliyor. Ancak lityum çıkarma işlemi oldukça su yoğun bir işlemdir, tek bir şirket saniyede 1700 litre yeraltı suyu çıkarabilir. Bu durum daha şimdiden ülkenin ekolojisine zarar vermeye başladı ve yerli halk temiz içme suyuna erişemez hale geldi. Bir diğer önemli metal olan kobaltın dünya arzının neredeyse yüzde 60’ı Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde çıkarılıyor. Kongo’daki kobalt madenlerinde kayıt dışı olarak çalışan yaklaşık 40 bin çocuk var; bunların bazıları altı-yedi yaşlarında ve bir kısmı da tünellere diri diri gömülmüş durumda. Fakat bu tür yeni kolonyalist sömürüler Batı’da gözden ırak kaldığı sürece gönülden de uzak: Batılı uluslar, kapitalizmi sürdürülebilir kılma kisvesi altında Küresel Güney’i yağmalamaya devam ediyor.
Bazı tekno-iyimserler, henüz icat edilmemiş fantastik karbon yakalama teknolojilerinin iklim değişikliği sorununu çözeceğine inanıyor. Oysa bu Negatif Emisyon Teknolojileri (NET) çevreye ve Küresel Güney’e daha da fazla zarar verebilir. Önde gelen model olan Karbon Yakalama ve Depolama ile Biyo-Enerji (BECCS), karbon emisyonlarını düşük tutmaya yetecek kadar biyokütle enerjisi üretmek için Hindistan’ın iki katı büyüklüğünde tarım arazisi gerektirecektir. Bu araziyi gıda yetiştirmek için ihtiyacı olan Hintlilerden ya da Brezilyalılardan çalacak mıyız? Yoksa Amazon yağmur ormanlarını daha fazla mı keseceğiz? Bu arada, teknoloji muazzam miktarda su da gerektirecektir: Esasında 400 milyon metrik ton su, ABD’ye bir yıl yetecek kadar elektrik üretmek için yeterli. Ve bu mümkün olsa bile dünya yüzeyinin altında depolanan karbondioksitin tekrar dışarı sızma ihtimali yüksek. O zamana kadar daha iyi bir çözüm bulmak için çok geç olacaktır.
O halde Yeni Yeşil Mutabakat, kapitalizmin yüzyıllardır yaptığı gibi, kaynak çıkarmanın kirli işlerini küresel çeperlere kaydıracaktır. Daha 19. yüzyılın ortalarında Marx, kapitalizmin kötü etkilerini başka yerlere kaydırarak görünmez kılma becerisine sahip olduğunu fark etmişti. Üç tür yerinden edilme tanımlamıştı: teknolojik, mekansal ve zamansal, bunların tamamı çöküşe karşı savunmasızdı. Ve bunların hiçbiri Yeni Yeşil Mutabakat açısından iyiye işaret değil. Teknolojik ilerlemenin çevresel krizin üstesinden gelebileceği şeklindeki ilk fikrin tekno-iyimser bir fantezi olduğunu gösterdik. İkincisi, çevresel ve sosyal sorunlarımızı Küresel Güney’e ihraç edebileceğimiz fikri, ekolojik emperyalizmin acımasız bir biçimidir. Üçüncüsü ise, sorunlarımızı gelecek nesillerin sırtına yükleyebileceğimiz fikri, insan ahmaklığının ve bencilliğinin özüdür.
Ama eğer çözüm yeşil kapitalizm değilse ne? Bence bu sorunun yanıtı Marx’ın çoğu basılmamış olan son yazılarında bulunabilir. Soldakiler de dahil olmak üzere pek çok kişinin fark etmediği şey, Marx’ın hayatının sonlarına doğru ciddi bir teorik değişim geçirdiğidir, nihayet teknolojik ilerleme ve üretimciliğin, ortak iyiliğe yönelik güçler olmaktan uzak, aslında dünyayı yok ettiğini fark etmiştir. Marx, 1883’teki ölümünden önceki beş yıl boyunca kendini doğa bilimlerini incelemeye adamış ve nihayetinde kapitalizmin değer biriktirme arayışının insanlar ve doğa arasındaki metabolik ilişkiyi bozarak küresel ölçekte “onarılamaz bir yarık” yarattığı kanaatine varmıştı. O andan itibaren, kapitalizmin hem işçileri hem de gezegeni sömürmesine son verecek ve üretimi doğanın daha yavaş döngüleriyle yeniden senkronize hale getirecek bir komünizm tarzını savunmuştu.
Marx, küçülmeci1 komünist manifestosunu Das Kapital benzeri tek bir eserde ortaya koyamadan ölmüş olsa da onun vizyonu kapitalizme yönelik dağınık ekolojik eleştirilerinden çıkarılabilir. Kapitalizmin “insan ile toprak arasındaki metabolik etkileşimi” bozduğunu, “toprağın kalıcı verimliliği için ebedi doğal koşulun işleyişini” engellediğini yazmıştı. Neredeyse bir buçuk asır sonra, onun uyarılarına kulak vermenin zamanı geldi.
Elbette, üretim biçimlerinin zalim tek parti devletleri tarafından kamulaştırıldığı Sovyetler Birliği ya da 20. yüzyıl Çin’inin karanlık komünizmine geri dönülmesini önermiyorum. Zaten Marx hiçbir zaman bu tür bir komünizmi savunmamıştı. Bunun yerine, ABD tarzı neoliberalizm ve Sovyet tarzı kamulaştırma uçları arasında üçüncü bir yol bulmak için onun “müşterekler” (iktisadi koşulların eşitliği) kavramından yararlanmalıyız. Buradaki fikir, su, elektrik, barınma, sağlık ve eğitim gibi belirli kamu mallarının, piyasalardan bağımsız olarak toplumun her üyesi tarafından yönetilmesi ve paylaşılması gerektiğidir. Önemli olan, kapitalistlerin veya sosyalist bürokratların idari tekelinin aksine, etkilenen tüm insanların karar alma sürecine katılması ve ortak serveti demokratik olarak yönetmesidir. Bu, tepeden inmeci bir iklim Maoizmi olmaktan çok uzak, sermayenin gücüne meydan okuyan bir taban hareketidir.
İktidar halka devredildikten sonra ekonomiyi yavaşlatmaya nasıl başlayabiliriz? Marx’ın Das Kapital’ini küçülme merceğinden yeniden okuyarak başlayabiliriz. İlk olarak, Marx’ın talimatlandırdığı gibi, meta değerine dayalı bir ekonomiden toplumsal faydaya [ya da kullanım değerine] dayalı bir ekonomiye geçmeliyiz. Yararsız ve ekolojik olarak yıkıcı olan lüks mallar yerine, iklim krizine yanıt vermek için gerekli olan malların üretimine öncelik vermeliyiz. Bu kadar çok anlamsız ıvır zıvır üretmeyi bıraktığımızda, genel çalışma saatlerini azaltmaya başlayabilir ve tek amacı para kazanmak olan yatırım bankacılığı, pazarlama ve danışmanlık gibi “saçma sapan işlerden” kurtulabiliriz. Aynı gün teslimat ve 24 saat açık süpermarketler gibi diğer kapitalist savurganlıklar da ortadan kaldırılabilir. İnsanları bu şekilde ücretli kölelikten kurtarmak sadece çevreye yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda insanların yaşamlarını da iyileştirecek, çocuk bakımı, bakıcılık, eğitim ve eğlenceye daha fazla zaman ayırmalarını sağlayacaktır. Bu yeni sistemde maddi ihtiyaçların karşılanması ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesi GSYİH’den çok daha önemli bir ölçüt haline gelecektir.
Bunun da ötesinde, çalışanları tekrara sokan, insanlık dışı işlere mahkûm eden yorucu iş bölümünü ortadan kaldırarak Marx’ın çalışmayı yeniden yaratıcı ve “çekici” hale getirme çağrısına kulak vermeliyiz. İdeal bir dünyada, işte geçirdiğimiz zaman işkence değil, tatmin edici olmalıdır; çalışanlar, işlerinin daha az üretken olması anlamına gelse bile, endüstrinin ustaları olma ve görevler arasında rotasyon yapma şansına sahip olmalıdır. Bu arada, bakım işleri gibi duygusal emeğe de daha fazla değer vermeliyiz. Bu yoğun emek gerektiren işler toplumun işleyişi için hayati önem taşısa da iktisadi olarak üretken değildir ve bu nedenle kapitalist sistemde değerinin altında değerlendirilir. Bir çocuğun ya da yaşlının yemesine, içmesine ya da yıkanmasına yardımcı olmak GSYİH’yi artırmaz, ancak son derece insani bir hizmet eylemidir. Sahiden de ekonomimizi bu şekilde yavaşlatmak sadece gezegeni kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda hayatlarımızı daha zengin, daha anlamlı ve daha insancıl hale getirecektir. Ekvador’un yerli halkından gelen ve artık tüm dünyadaki solcular tarafından kullanılan buen vivir (“iyi yaşama”) deyimi, Batı kapitalizminin yozlaşmış değer sistemine meydan okumaya devam etmemizi hatırlatıyor.
Nihayetinde eksik olan tek şey siyasi iradedir. Kapitalizmin yarattığı bir sorunu yine kapitalizmi muhafaza ederek çözemeyiz. Kapitalizmi ve onu kontrol eden yüzde 1 eliti devirmek zor olsa da imkânsız değildir. Harvard’lı siyaset bilimci Erica Chenoweth’e göre, büyük bir siyasi değişim için gereken tek şey nüfusun yüzde 3,5’inin şiddet içermeyen desteğidir; geri kalanlar bunu takip edecektir. Filipinler’de 1984 yılında Marcos rejimini deviren “Halk Gücü Devrimi” ve Gürcistan’da 2003 yılında dönemin Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze’nin istifasıyla sonuçlanan “Gül Devrimi”ni başlatmak için gereken tek şey buydu. Şüphesiz, Batı’da bir isyanı ateşlemek için gezegenin kaderini önemseyen yeterince insan halihazırda var.
Degrowth, üretimin neden olduğu çevresel ve sosyal etkileri en aza indirmek için sürdürülebilir bir şekilde maddi üretimin azaltılmasını savunan görüş. (ç.n.)