Wolfgang Münchau ile mülakat: Alman devrinin sonu
"Almanya, Rus doğalgazının sonsuza dek akmasına ve küreselleşmenin sonsuza dek sürmesine bağımlıydı."
Çevirmenin notu: Avrupa Birliği’nin Rusya yaptırımları, Alman ekonomisinin ve özellikle Doğu Alman sanayicilerinin ipini çekerken gaz ve elektrik maliyetlerindeki artışlar, özellikle Doğu Alman sanayisine ağır bir zarar verdi. Bunun aldığı yanıt AfD’nin anketlerde tepelere tırmanması oldu ve bu yükseliş devam edeceğe benziyor.
Aşağıda tercümesi verilen mülakatta, Unherd portalının yayın yönetmeni Freddie Sayers, FT Deutschland’ın eski eş yayın yönetmeni Wolfgang Münchau’ya akıllıca düşünülmüş sorular yöneltiyor. Münchau, daha önce Almanya’daki sanayisizleşme ve siyaset kurumundaki değişimlere dair çok da farklı şeyler söylemese de analizleri not etmeye değer.
Wolfgang Münchau: Alman devrinin sonu
Freddie Sayers
28 Ağustos 2023
AfD seçmenleri başarısız ekonomiye karşı isyan ediyor
Almanya on yıllar boyunca orta yolcu siyasi istikrarın işaret fişeği oldu. Angela Merkel, 16 yıllık liderliği boyunca, siyasi uçları etkisiz hale getiren büyük koalisyonları peş peşe yönetti ve ülkesini istikrarlı bir ekonomik büyüme dönemine taşıdı.
Bugün bu siyasi uzlaşı dağılmış durumda. Almanya’nın Rus doğalgazına olan bağımlılığı sanayi ekonomisini harap ederken, Merkel döneminin yüzeysel sükuneti uzak bir anı olarak kaldı. Aşırı sağ popülist bir parti olan Alternative für Deutschland (Almanya için Alternatif) bu kaostan faydalandı ve anketlerde yükselerek ülkenin en popüler ikinci partisi haline geldi.
Freddie Sayers, talihin bu şekilde tersine dönmesinin Avrupa ve dünya açısından ne anlama geldiğini anlamak için FT Deutschland’ın eski eş yayın yönetmeni ve Eurointelligence’ın kurucusu ve eş direktörü Wolfgang Münchau ile mülakat gerçekleştirdi. Aşağıda düzenlenmiş bir transkript yer alıyor.
***
Freddie Sayers: AfD’nin yükselişi Almanya’nın aşırı sağcı mazisine bir dönüş mü?
Wolfgang Münchau: Avrupa’daki aşırı sağ partilere baktığınızda AfD’nin oldukça özel olduğunu görürsünüz. Aşırı sağ partilerin çoğu güçlü liderler tarafından yönetiliyor: Le Pen, Meloni ve Hollanda’da Geert Wilders gibi. Liderlerinin imajına göre şekillenirler. AfD’de durum böyle değil. Yani bilhassa Nazilerle tarihsel bir paralellik kurmak isterseniz, bu açıdan epey farklılar. Liderlerin isimlerini sık sık unutuyorum —ortak parti şefleri var— ve sürekli değişiyorlar. Onlara karşı pek çok iç isyan var. Bu, kendi liderlerine karşı epey isyankâr olmuş bir parti.
Fakat aşırı sağdalar: anayasa hukuku ile bağdaşmadığını düşündüğüm hedefleri var. Örneğin, yakın zaman evvel telaffuz ettikleri hedeflerden biri sadece Almanya’nın AB’den çıkması değil (ki bu yasal), aynı zamanda AB’nin lağvedilmesiydi ki bu bir ülkenin öylece yapabileceği bir şey değil. Partinin bazı mensupları açık bir şekilde antisemitistti. Ben partiye resmi olarak antisemitik demezdim; bu antisemitik bir platform değil. Ama bünyesinde neo-Naziler var.
FS: Uç partiler her zaman uç figürleri kendilerine çekerler. Tüm bir partiyi —ya da AfD örneğinde, onları destekleyebileceğini söyleyen genel nüfusun yüzde 20’sini— sadece bu birkaç karaktere göre yargılamak adil mi?
WM: Hayır, bunu yapabileceğinizi sanmıyorum. Herhangi bir partiyi bir kelime ya da sıfatla nitelendirmek faydalı olmaz. Aşırı sağdalar, bu çok bariz. Muhafazakâr bir parti değiller. Onlara faşist diyebilir miyim? Hayır ve Meloni’ye de faşist demem. Kendisinin köklerinin aşırı sağa, İtalya’daki faşist harekete dayandığı belli. Ancak uzaklaştı ve gördüğümüz kadarıyla merkez sağdan yönetiyor. AfD, politikalarının Meloni gibi birinden çok farklı olması açısından —eğer Meloni’yi bir diğer aşırı sağ parti olarak kabul ederseniz— farklı, esasında hükümete girmeyi başaran parti. Almanya’nın NATO’dan çıkmasını, AB’den çıkmasını talep ediyorlar ve tabii ki avrodan da.
FS: AfD’nin asıl enerjisi göç meselesinden, özellikle de Angela Merkel’in bir milyondan fazla mülteciyi kabul ettiği 2015 yılında ortaya çıktı. O zamandan bu yana partinin desteği nasıl gelişti?
WM: 2015, desteğinin ilk arttığı zamandı. Fakat 2021 seçimlerine gelindiğinde bu destek çoktan azalmıştı ve parti çoğunlukla iç çekişmeler ve parti mensupları arasındaki güç mücadeleleriyle meşguldü. Sadece iki yıl önce, 2021 seçimlerinde yüzde 10’da kaldı. 2021 ile bugün arasında olan şey, partinin oylarını Batı Almanya’da çok değil ama Doğu Almanya’da dramatik bir şekilde ikiye katlaması. Tüm Almanya’da yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkmak için Doğu Almanya’da son derece başarılı olması gerekiyordu ve Doğu Almanya’nın bazı bölgelerinde şu anda en büyük parti konumunda. İlk belediye başkanlığı seçimini kazandı. İlk yerel seçimini kazandı. Daha önce nispi temsil sisteminde yüzde 20’de kaldığınızda ve kimse sizinle koalisyon kurmak istemediğinde çok sayıda milletvekiline ve meclis üyesine sahip olabiliyordunuz ama asla iktidar olamıyordunuz. Şimdi bu durum değişmeye başlıyor, artık ilk kez göreve gelenler var.
FS: Daha önce Doğu Almanya’nın ABD, Britanya ve diğer ülkelerde son yıllarda acı çeken sanayi merkezlerinin Almanya’daki paraleli olduğunu yazmıştınız. Bu da AfD’nin cazibesinin büyük bir kısmını ekonominin oluşturduğunu gösteriyor.
WM: AfD’nin şu anda destek kazanmasının nedeni de bu. Almanya’nın iktisadi performansı, ülkenin ekonomi modeliyle ilgili sebeplerden ötürü şu anda zayıf. Genel hikâye, Almanya’nın yakın zamana dek çok iyi gittiği ve şimdi çok kötü gittiği yönünde. Ancak bunun kökleri uzun zaman öncesine dayanıyor. Almanya kendisini Rus doğalgazına bağımlı hale getirdi ve bunun sonucunda da kendisini sanayiye bağımlı hale getirdi, zira en güçlü sektörü buydu. Büyük ihracat fazlaları vardı; Almanya uzun yıllar boyunca GSYİH’nin yüzde 8’i kadar cari fazla verdi ki bu büyük bir sanayi ülkesi için akıl almaz derecede büyük bir rakam.
FS: Bunun Avrupa Birliği tarafından mümkün kılındığını söylemek doğru olur mu?
WM: Bu doğru. Bir iç pazarımız var ve para birimi de Almanya’ya yardımcı oluyor, zira ülkenin diğerleriyle parasal bir birlik içinde olduğunda her zaman yaptığı şey, ücretleri düşürerek rekabet avantajı elde etmeye çalışmaktır, böylece diğerlerine göre maliyetler daha düşük olur ve döviz kuru sabit olduğu için bunu ayarlayamazlar. Sabit döviz kurları, Almanya açısından her zaman bir cazibe merkezi gibi çalıştı. Bir başka büyük faktör de bu dönemin yakıtla çalışan arabaların, dizel arabaların, akaryakıtla çalışan ısıtıcıların ve Almanya’nın iyi yaptığı her şeyin altın çağı olmasıydı. Ayrıca Çin gibi ülkelerin ve diğer gelişmekte olan ülkelerin ekipman, makine ve takım tezgâhlarına ihtiyaç duyduğu muazzam bir küreselleşme dönemiydi. Ve bunları Almanya’dan aldılar. Şimdi iktisadi kalkınmalarının çok daha olgun bir aşamasında olduklarından bunlara daha az ihtiyaç duyuyorlar. Çin şu anda ilk kez ticaret dengesini kendi lehine çevirmiş durumda.
FS: Enerjiden söz ettiniz. Açıkçası Almanya Rus doğalgazına alışmış durumda ve bu arada nükleer enerjisini de tamamen kapatıyor. Bu enerji politikaları AfD’yi ve siyasi istikrarsızlığı ne kadar tetikliyor?
WM: Bu kesinlikle bir faktör. Yeşiller nükleer enerjiden aşamalı olarak vazgeçilmesi konusunda ısrar etti ve diğer partiler de bunun mücadele etmek istedikleri bir şey olmadığını kabul ettiler zira Almanya’da bu tür mücadeleleri kaybetme eğiliminde olursunuz. Hem Merkel hem de SPD, nükleer enerjiden aşamalı olarak vazgeçilmesini destekledi ve bu, bu yıl gerçekleşti. Son elektrik santrali nisan ayında kapatıldı. Ve bu hiç mantıklı değil. Zira şimdi tüm Rus doğalgazı gitti, nükleer enerji kesildi ve Almanya kömürden gelen elektriğin payını artırdı —özellikle de inanılmaz derecede kirli bir versiyon olan kahverengi kömürden— ve karbondioksit emisyonları tekrar artıyor.
FS: Yani bu hesaba göre, seçmenler haklı olarak öfkeli olabilirler; bu onlara kendi kalelerine atılmış bir gol gibi mi geliyor?
WM: Bu yılın başlarında hükümet, evsel ısıtma faturasını çıkardığında durum daha da kötüleşti. Birleşik Krallık’ta da aynı şey —geleneksel gazlı ısınma ve ısıtma sistemlerinden ısı pompalarına geçiş— olacak. Ve ısı pompaları gazlı ısıtıcılardan çok farklı çalışır. Teknoloji ve üretim şekli açısından daha çok klima sistemlerine benziyorlar. Hükümet, önümüzdeki yılın ocak ayından itibaren her ev sahibini bir ısı pompası kurmaya zorlayacak bir yasa çıkardı. Sanırım mevcut evler için 2030 yılı için bir son tarih vardı, gelecek yılın son tarihi sadece yeni evler içindi. O zamandan beri bunu biraz sulandırdılar ama şunu sormak lazım, evinizin ısıtma sistemini değiştirmenin maliyeti nedir? Eve bağlı olarak, 20 bin ila 50 bin pound arasında, ev sahibi tarafından ödenir.
FS: Kimin 20 bin ila 50 bin poundu var ki?
WM: “Çok”, özellikle de evlerinin değeri 50 bin pounddan fazla olmayan Doğu Almanlar. Hükümet bunu çok kötü idare etti. AfD’nin yükselişi dalgalar halinde geldi ve bu —yanlış yönetim— son dalgaydı. Destek oranı yüzde 15 ya da yüzde 16’dan yüzde 20’lere yükseldi.
FS: Bunu, gerçek dünyadaki etkileri hissedilmeye başlanan sol eğilimli, idealist ancak pratik olmayan politikaların reddi olarak mı görüyorsunuz?
WM: Bunun temelde sol ve sağ arasında bir mesele olmadığını söyleyebilirim. Bu, koalisyondaki üç uyumsuz partinin uzlaşmaya çalışması meselesidir; herhangi ikisi bunu daha iyi yönetebilirdi. Örneğin, bu ülke Britanya ya da ABD olsaydı, kronik eksik yatırıma yol açan aynı mali kısıtlamaları kendilerine koymazlardı. Burası benim büyüdüğüm dönemde yüksek teknoloji ülkesi olan bir ülkeydi. Bugün ise düşük teknolojili bir ülke. Dijital teknolojilerle mücadele ediyor, modern endüstrilere yatırım yapmıyor. Bu nedenle eski endüstrilere olan bağımlılığı, eski dizel araçlara olan bağımlılığı da dahil olmak üzere daha da güçlendi.
FS: Bu dev otomobil endüstrisi şu anda özellikle savunmasız durumda, zira elektrikli otomobil üretiminde benzinli otomobillerde olduğu kadar iyi değiller. Çin onları geride bıraktı.
WM: En hafif tabirle. Almanlar Çin’in bir anda ortaya çıktığını ve üç yıl içinde dünyanın en büyük otomobil ihracatçısı haline geldiğini görünce şok oldular. Ve Alman şirketleri otomobillerini Çin’de satmakta zorlanıyorlar. Bu onlar için büyük bir sürpriz oldu. Çinliler aslında kendi arabalarını seviyorlar. Daha ucuzlar ve Almanların sunamadığı özelliklere sahipler. Bunun nedeni de Çin’in elektrikli otomobil endüstrisinde, Almanya’nın tedarik zincirine sahip olduğu eski otomobil endüstrisinde sahip olduğu role sahip olması.
Mesele sadece otomobillerin Almanya’da üretilmesi değildi, bu neredeyse önemsiz bir şeydi. Almanya, aynı zamanda Çek Cumhuriyeti, İspanya ve pek çok Doğu Avrupa ülkesindeki fabrikaların da sahibiydi ve bunları Asya’dan ve ardından ABD’den satın alıyordu. Bu dev bir tedarikçi ağıydı. Tam zamanında üretimi savundular ve her şeyin sahibi oldular. Şimdi ise elektrikli otomobilin tedarik zinciri Çin’in elinde. Bataryalar, nadir toprak mıknatısları ve lityuma —yeni altın— ihtiyaç duyan her şey. Almanlar panikledi ve Intel’e çip fabrikası kurdurdu. Ama hala esas olarak arabalara yönelik. Almanya, dijital dünyada önemli bir aktör olma imkanına ve kabiliyetine sahip olan ve bundan vazgeçen bir ülke.
FS: Peki bunun için suç nerede yatıyor? O on yıllar boyunca tüm anlaşmanın doğası gereği kırılgan olduğunu ve her şeyden önce Almanya’nın sonsuza dek süreceğini düşünmekle saflık ettiğini iddia edebilir miyiz?
WM: Bu doğru ve bunun temelinde neo-merkantilizm sistemi, ihracat için sanayiye bağımlılık ve sanayinin taleplerini kabul eden bir hükümet var. Hile cihazlarının kullanıldığı dizel skandalını hatırlarsınız, bunun AB’de değil de ABD’de ortaya çıkmasının nedeni AB’nin görmezden gelmesiydi. AB’nin otomobil testleri, ABD’ye kıyasla, aslında teşvik almamıştı.
Yani Alman hükümeti şirketlerin —dolaylı olarak, belki de farkında olmadan— suç işlemelerine yardımcı oldu. Ayrıca dış politikasını da şirketlerin ihtiyaçlarına göre ayarladı. Almanya’nın dış politikası iş dünyası güdümlü bir dış politikaydı. Jeopolitik ya da diğer güvenlik çıkarları tarafından yönlendirilmiyordu, iş dünyası tarafından yönlendiriliyordu ve bu hükümetle birlikte bu durum değişti. Almanya’nın modeli küreselleşmeye, 1990’dan 2020’ye kadar sahip olduğumuz küreselleşme türüne bağlıydı ve Kovid’e giden yıllarda bu küreselleşme halihazırda gerilemekteydi. Almanya, Rus doğalgazının sonsuza dek akmasına ve küreselleşmenin sonsuza dek sürmesine bağımlıydı.
FS: Bu popülist tepkiler, AfD gibi partilerin yükselişi, bir şekilde anlaşılabilir, onlarca yıllık naiflik ve beceriksizliğe karşı öfkeli tepkiler.
WS: Aynen öyle. Bu, bir ülkenin ekonomi modelinin yerle bir olmasının sonucu. Eğer otomobil endüstrisine tedarik sağlayan bir sanayi şirketinde çalışıyorsanız, işinizin güvende olmayacağını bilirsiniz. Gelecekle ilgili pek çok korku söz konusu. Ve haklı olarak, eğer mekanik teknisyeni olmak için eğitim aldıysanız, endişelenmekte haklısınız zira ülke bu özel, son derece uzmanlaşmış segmentte yeterli istihdamı destekleyemeyebilir.
FS: Bundan sonra ne olabilir? Zira on yıllardır alıştığımız tüm dünya düzeni Almanya gibi ülkelerin bu rolleri yerine getirmesi üzerine kurulu.
WS: İşin ironik yanı, AfD güçlendikçe hükümetlerin işi daha da zorlaşıyor zira nispi temsil sistemlerinde merkez partilerin klasik sol ya da sağ koalisyonlar kurması oldukça zor. Hiç kimse AfD ile koalisyona girmeyecektir. Yani bir sert sağ var, bir de Sol Parti var ki o da yok olabilir. Fakat özellikle Rusya-Ukrayna savaşına odaklanan, NATO karşıtı, Ukrayna’ya silah sevkiyatı karşıtı başka bir Sol Parti’nin ortaya çıkma ihtimali var. Almanya’da buna büyük destek var. Ülke bu konuda sahiden de ayrışmış durumda.
FS: Ukrayna’daki politikaya ilişkin bu şüpheleri toplumun ne kadarının paylaştığına dair bir fikriniz var mı?
WM: Sanırım yaklaşık yarısı? Yakın zaman önce yapılan bir kamuoyu yoklamasında silahların bir sonraki aşaması, seyir füzelerinin teslimatı soruldu ve büyük bir çoğunluk karşı çıktı. Şimdi bu özel bir soru. Gördüğüm diğer anketler 50/50 aralığında ve zayıflıyordu. Biraz ABD’deki gibi, epey güçlü bir destekle başladı ve destek hala var ama tamamen tersine dönmemiş olsa da zayıflıyor. Ancak bu durum ne kadar uzun sürerse o kadar zorlaşacaktır.
FS: Seçmenlerin bu politikanın etkilerini —enerji fiyatları, dünya ekonomisinin bölünmesi, Rusya ve Çin ile bir tür yeni Soğuk Savaş durumu yaratılması— gördükleri ve buna değmeyeceğini düşündükleri konusunda benzer bir argüman ileri süremez misiniz?
WM: Kesinlikle, nedeni de tam olarak bu. Ukrayna’nın desteklenmesi ile Almanya’nın Çin, Japonya ve Rusya’ya bağımlı olduğu hakikati arasında ilişki kuruyorlar. Ve bunun Almanya’nın lehine olmayan bir politika ya da dünya ortamındaki bir değişiklik olduğunu görüyorlar. Seçmenler tamamen aptal değil. AfD’ye ya da buna karşı çıkan partilere oy verdiklerinde, bu eski yapıya bağımlı olabilirler ya da başka bir şey bilmiyor olabilirler. Şimdi bunun aksadığı, siyaset nedeniyle aksadığı ve hükümetin Ukrayna’yı destekleyerek mantıksız bir şey yaptığı hissiyatı var.
FS: Yani kabul etseniz de etmeseniz de mantıklı.
WM: AfD bunun büyük bir kısmını kapsıyor. Fakat yakında Sol Parti’den ayrılacak ya da ayrılmak üzere olan, başına buyruk bir siyasetçi olan Sahra Wagenknecht’in liderliğinde solda yeni bir parti kurulabilir. Bu parti de kamuoyu yoklamalarında seçmenlerin potansiyel olarak yüzde 20’sini temsil ediyordu.
FS: Yeni bir parti daha geniş bir destek alabilecek hangi programı sunabilir?
WM: Bence en az olası olan program benim önereceğim program: bir geçiş sürecindeyiz ve bu zor olacak. Modern teknolojilere yatırım eksikliğini gidermeliyiz ve geleceğin takım tezgahlarında olmadığını kabul etmeliyiz. Bu nedenle bürokrasimizi serbest bırakmalı ve şirketlerin şirket olmasına izin vermeli, vergilerini serbest bırakmalı ve onlara teşvik sunmasak da kesinlikle gelişmelerine imkân vermeliyiz. Ülkede yeterince yetenek var, dolayısıyla bunu çözebilmeliler. Önerdiğim şey pek çok açıdan çok sıkıcı; işe yarayacağını düşünüyorum ama gerçekleşmeyecek.
Ama sanayi politikasına “Önce Almanya” yaklaşımıyla yaklaşan Trump benzeri bir karakter olsaydı, Gerhard Schröder gibi bir şey olurdu. Ben her zaman onu ve Berlusconi’yi ilk Avrupalı popülistler olarak düşünmüşümdür. Onlar orta yolcuydu ve siyasi görüşleri açısından aşırı bir yanları yoktu. Yalnızca epey iş dünyası yanlısıydılar. Ve bence böyle bazı karakterler yeniden ortaya çıkabilir, şöyle diyebilirler: “Ukrayna’ya verdiğimiz destek, ABD’ye verdiğimiz destek, bunlar birer hataydı.” Bence bu, ABD’ye daha kuşkucu yaklaşmakla başlayacaktır.
Almanlar Trump’tan o kadar nefret ediyorlardı ki ondan sonra gelen herkesin iyi olduğunu düşünüyorlardı. Ve Biden’ın kendileri açısından ne kadar tehlikeli olacağını tam olarak göremediler. Her şeyden evvel, Almanya’nın ekonomik çıkarlarına gerçekten uygun olmayan Çin karşıtı politika var. ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası, şirketlerin Avrupa gibi yerleri terk edip ABD’ye yerleşmelerini sağlayan devasa bir teşvik programı. Bu türden bir program Alman şirketleri açısından son derece büyük zorluklara neden oluyor. Volkswagen, planladıkları gibi Almanya’da büyük bir fabrika yatırımı yapmak yerine, şimdi bunu ABD’de yapıyor. Bunun gibi çok fazla şey yaşanıyor.
Bir karakterin ABD’ye karşı çıktığını görebiliyorum ve bence odak noktası da muhtemelen bu olacaktır: “Biz jeopolitik bir ülke değiliz, bu işlerde iyi değiliz. Ticaret yapalım, her zaman yaptığımız şeyi yapalım, şirketlerimizle dost olalım ve sektörümüzün ihtiyaçlarının politik olarak nerede duracağımızı belirlemesine izin verelim.” Pragmatik bir görüş. Savaş biterse Rusya’yı ya da Çin’i kimin yöneteceği bizi ilgilendirmez.
FS: Almanya’da açıkça şunu söyleyen bir parti popüler olsaydı, bunun dünya için çok büyük sonuçları olurdu: “Hadi pragmatik olalım. Rusya ile yeniden dost olalım. Çin ile yeniden dost olalım. Önce ekonomimiz, enerji fiyatlarımız ve sanayi merkezlerimiz için endişelenelim ve uluslararası maceraları bir tarafa bırakalım.”
WM: Kesinlikle. Bence bunu Trump’ın diliyle değil, muhtemelen sizin ifade ettiğiniz şekilde ifade ederlerdi. Aslında Merkel’in yaptığı gibi olurdu. Temelde farklı değil. Merkel jeopolitikle biraz uğraştı ama nihayetinde uyguladığı politika buydu. Merkel’in tarihsel olarak her şeyden çok hatırlanacağı en büyük eksikliği, Almanya’nın şu anda yaşadığı ekonomik gerilemenin, onun üstlendiği ancak çabuk sonuç vermeyen politikalardan kaynaklanıyor olması. Avro Bölgesi krizi sırasında hep tenekeyi yolda tekmelemekten bahsettik ve bu tür metaforlar kullandık. Ama olan tam olarak buydu. Yaptıkları hiçbir şey hiçbir sorunu çözmedi. Her şey için her zaman uzun bir zaman çizelgesi vardı.
FS: Eğer bu düşüş trendi devam ederse, merkezinde güçlü bir Almanya olmadan Almanya'ya ve Avrupa'ya ne olacağını düşünüyorsunuz?
WM: İnsanlar genellikle Avrupa'nın havaya uçacağını düşünerek hata yapıyor. Avrupa şüphecisi İngiliz medyasından her zaman şu tür sorular alıyorum: "Bu onların ayrılacağı anlamına mı geliyor? Başka bir Brexit mi olacak?" AB için en büyük tehlike patlaması değildir. Patlamayacak; ayrılmanın ne kadar zor olduğunu Birleşik Krallık'ta gördük. Ve eğer para biriminiz Avro ise, ayrılmak 10 kat daha zor olacaktır. Hiçbir ülkenin bunu yapabileceğini sanmıyorum.
AB açısından çok daha büyük tehlike, birliğin dişsiz ve etkisiz hale gelmesi.
FS: Batı’nın gerilemekte olduğundan sık sık bahsediyoruz ama özellikle Avrupa’yı zorlu bir akıbet bekliyor gibi görünüyor.
WM: Zor bir dönem olacak, bu kesin. Bu dönemler sona erer ve ülkeler düşüş dönemlerinden geçtikten sonra toparlanırlar. Britanya yetmişli ve seksenli yıllarda bunun bir örneğiydi. Bir noktada yine şansımızın yaver gitmesini göz ardı edemem. Fakat bu zor bir dönem olacak ve beni özellikle kuşkucu kılan şey, sorunun nasıl çözüleceğine dair bir fikri, parlak bir fikri olan birini görmemem, bu sadece uç bir siyasi figür olsa bile. Siyasi tartışmaların çoğu, sanayiye teşvik sunmak isteyen ve yeşil teknolojileri teşvik etmek isteyen insanlar arasında geçiyor ama bu ekonomi modelini nasıl değiştirebileceğini ve yenileyebileceğini ya da nasıl reforme edebileceğini görmek için düşüşü durdurmaya çalışan hiç kimse yok. Tekrar tekrar, hep aynı şeyler.
Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasında bir gerileme söz konusu. Bunun muhafaza edilmesi için ABD’ye bağımlı olan ve aynı zamanda iktisadi başarısı için küreselleşmeye bağımlı olan AB ise çaresiz bir konumda. Ve bu yeni dünyada hayatta kalmak için ne yapması gerektiğini tartışmaya bile başlamadı.
FS: Avrupa’nın muhtemel gidişatından bahsettiğinizi duyunca Brexit meselesi biraz daha farklı bir renge bürünüyor. Büyük resme bakarsak, en azından Britanya’da, eğer istersek radikal yeni bir iktisadi dönüş yapma özgürlüğüne sahip miyiz?
WM: Yapmazsanız olmaz! Kabul edebileceğim tek bir geçerli ve iyi Brexit argümanı olabilirdi: “Brexit’i yapacağız çünkü ekonomi modelini geliştirebiliriz. Bunu farklı bir şekilde yapabiliriz.” Bu gerçekleşmedi. Bence Brexit’in en büyük trajedisi de bu. Britanya’nın ekonomi modeli seksenli yılların hükümeti tarafından kalkınma bölgeleri ile şekillendirildi ve büyük ölçüde Tek Avrupa Pazarına yönelikti. Thatcher hükümetinden Heseltine’in Britanya’yı Tek Avrupa Pazarına giren uluslararası yatırımcılar açısından birincil konuma oturtmaya çalıştığını muhtemelen hatırlıyorsunuzdur. Blair yönetimi bu Avrupa ticari entegrasyon sürecini devam ettirdi. İş modeli de buydu: Kent, Avro Bölgesi’nin Britanya’daki bankeriydi. Britanya Avra Bölgesi’ne katılmak istemese de başka bir para bölgesinin bankası olmak istiyordu.
Yeni bir çağ, dijital bir model düşünülebilirdi ama Britanya’da hala aynı eski kurallar var, örneğin veri koruma yasaları ve diğer pek çok konuda. Bu da İngiliz hükümetlerinin bu konuya odaklanmamasından kaynaklanıyor; tıpkı Almanya gibi Britanya’nın de bilim ve teknoloji alanında güçlü bir temele sahip olduğu düşünüldüğünde, bu fikirler etrafında yeni bir iş modeli oluşturmak için bu güçlerini kullanabilirlerdi. Bu gerçekleşmedi ve dolayısıyla Brexit’in bir felaket olduğuna dair hikayeler okuyoruz.
FS: Artık çok mu geç?
WM: Çok geç değil, bu yapılabilir. Alman siyasetinde ekonomi modeline sahici biçimde odaklanan birini görmediğimi söyledim ama bunu Britanya siyasetinde de görmüyorum. Enflasyonu düşürebileceğini düşünen bir başbakan ya da aslında hükümetin yaptığının aynısını yapmak isteyen bir muhalefet; ama bu tartışmada yeni bir şey yok. Farklılıklar ne olursa olsun, esasen ekonomi modeliyle ilgili değiller.
FS: Eğer bir bahisçi olsaydınız, 10 yıl sonra Almanya ve Birleşik Britanya’dan hangisinin nispeten daha güçlü bir konumda olacağını düşünürdünüz?
WM: Britanya diyebilirim.