Wolfgang Münchau: Geert Wilders'in zaferi AB için korkunç bir tehdit
"Popülist bir Hollanda'nın işbirliğine yanaşmaması Brüksel'in en önemli yasama projelerini sekteye uğratabilir."
Wolfgang Münchau
29 Kasım 2023
İtalya’nın Giorgia Meloni’si, Macaristan’ın Viktor Orbán’ı, Slovakya’nın Robert Fico’su ve Hollanda’nın da yakında Geert Wilders'i olacak. Avrupa’nın en meşhur ve gösterişli sağcı liderlerinden biri olan Wilders liderliğindeki bir hükümete alternatif görmek zor.
Ülkede 22 Kasım’da yapılan genel seçimlerde Özgürlük Partisi (PVV) 150 sandalyeli parlamentoda 17 olan milletvekili sayısını 37’ye yükseltti. Çeşitli liberal ve muhafazakâr partilerin tamamı beklenenden daha kötü bir performans sergiledi. Teorik olarak Wilders’e karşı birleşebilir ve eski bir Avrupa Komisyonu üyesi olan Frans Timmermans’ın liderliğindeki merkez sol ittifakla bir koalisyon kurabilirlerdi. Ancak bu partilerin hepsi yıllar içinde daha sağcı oldular.
Wilders’in zaferi göçün artmasına indirgenemez. Hollanda; Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık’a kıyasla nispeten düşük bir net göç oranına sahip. Hamas’ın terör saldırısı bunda rol oynamış olabilir. Wilders Avrupa’daki İslam karşıtı sağcıların en kabası. 2008 yılında verdiği bir mülakatta İslam’ı “geri zekalı bir kültür” olarak nitelendirmişti ve 2014 yılında Fas halkına hakaret ettiği gerekçesiyle Hollanda mahkemesi tarafından mahkûm edilmişti. Fakat bu seçim kampanyasında İslamofobik söylemini yumuşattı. Yeşil politikalara olan muhalefeti de Batı toplumlarındaki woke karşıtı karşı devrimle birlikte kazanmasına yardımcı olmuş olabilir.
Wilders’in hükümet etmek için ortaklara ihtiyacı olacak. En önemli müttefik, bu yılın ağustos ayında Yeni Sosyal Sözleşme adında kendi partisini kuran eski bir Hıristiyan Demokrat olan Pieter Omtzigt olacaktır. O da Wilders gibi Avrupa şüphecisi.
Bir diğer önemli ortak ise yeşil politikalara karşı olan Çiftçi-Vatandaş Hareketi olacaktır. Temsil oranını bir milletvekilinden yedi milletvekiline çıkardı. Ancak şimdiye kadarki en büyük siyasi başarısı mart ayında düzenlenen senato seçimlerinde en büyük parti haline gelmesi oldu. Çiftçi-Vatandaş Hareketi’nin o zamanki ana teması, hükümetin 2030 yılına kadar azot emisyonlarını yarı yarıya azaltma planlarına karşı bir protestoydu; bu da hayvan sayısında ve gübre kullanımında büyük bir düşüş gerektirecekti.
Hollanda siyasetindeki sağa kayış hiçbir yerde Brüksel’de olduğundan daha acı bir şekilde hissedilmeyecek. AB, Orbán ya da görevden ayrılan Polonya hükümeti gibi popülistlerle başa çıkma konusunda tecrübeli. Hollanda, AB bütçesine en fazla net katkı yapan üçüncü ülke olduğu için Wilders çok daha güçlü bir tehdit.
Wilders, sahip olduğu 37 sandalye ile Hollanda’nın AB’den çıkışı anlamına gelen “Nexit”i tetikleyemeyecek. Fakat o ve Avrupa’daki diğer sağcı liderler strateji değiştirdi. Artık AB’den ya da avrodan çıkmak için kampanya yürütmüyorlar; AB ile içeriden mücadele etmeyi tercih ediyorlar. Hollanda’nın desteği olmadan AB’nin amiral gemisi projelerini sürdürmesi çok daha zor hale gelecektir.
Bunların en önemlisi, 2050 yılına kadar net sıfır hedefini güvence altına almak için bir yasama paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı. Bu paket, faiz oranlarının düşük olduğu ve paranın yeşil ağaçlarda yetiştiği 2020 yılında kabul edildi. Aynı zamanda hükümetlerin bugün karşılaştıkları bütçe baskılarıyla karşılaşmadıkları bir dönemdi.
O zamandan beri yaşanan şey, insanların maliyeti hesaplamaya başlamış olması. Ev sahipleri, petrol ve doğalgaz ısıtıcılarının maliyetli değişimlerini finanse etmek zorunda. Pek çok çiftçi işsiz kalacak. Bu nedenle Wilders ve Çiftçi-Vatandaş Hareketi arasındaki koalisyon net sıfır politikalarını engellemeye çalışacak. Daha önce Ursula von der Leyen’in iklim değişikliği gündemini destekleyen Avrupa Parlamentosu’ndaki merkez sağ bile artık buna karşı çıkmaya başladı. Bu yılın başlarında blok, 2030 yılına kadar AB'nin kara ve deniz ekosistemlerinin beşte birini restore etme girişimi olan Doğa Restorasyon Yasasına karşı oy kullandı. Önümüzdeki yıl yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yeşil karşıtı bir çoğunluğun ortaya çıkması oldukça muhtemel.
Tehdit altındaki diğer büyük proje ise genişleme. Avrupa Komisyonu kısa bir süre önce Ukrayna, Moldova ve Bosna Hersek ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasını tavsiye etti. Genişleme, AB finansmanında ve oylama usullerinde reform gerektirecektir ama Wilders’in, Hollanda’nın AB bütçesine yaptığı katkıyı artırması halinde genişlemeyi kabul etmesi mümkün değil. İtalya ve Fransa’nın da mali manevra alanı yok. Orbán, AB’nin Ukrayna’ya yönelik son mali yardım paketini veto etmekle tehdit etti bile. Hiçbir üye ülkenin Kiev’i finanse etme kapasitesi ya da isteği yok ve AB fonlarının Polonya, Yunanistan ve Macaristan’ın başını çektiği mevcut net alıcılarının da kendi ülkelerine yönelik büyük akışlardan vazgeçmek isteyeceklerine inanmıyorum.
Haziran 2024’te yapılacak Avrupa seçimleri sağ partiler için büyük bir fırsat olabilir. Hepsinin anketleri iyi gidiyor. Almanya’nın AfD’si, muhtemelen en aşırı olanı, yüzde 22’de. Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri yüzde 29 ile hala ülkedeki en popüler parti. Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i Fransa’da yüzde 24’te. Bu rakamlar, eğer böyle devam ederse, Avrupa Parlamentosu’nda sağ grupların payında büyük bir artışa işaret edecektir.
Wilders ve Meloni, ayrıca Brüksel’e kendi komisyon üyelerini gönderme fırsatına da sahip olacaklar. Geçen sefer her iki ülke de merkez soldan siyasetçiler göndermişti. Popülistler yakında komisyon, konsey ve parlamento olmak üzere AB’nin tüm kademelerini ele geçirecekler.
Yeşil Mutabakat’ın da tıpkı Birleşik Krallık’ta olduğu gibi sulandırılmasını bekliyorum. Ukrayna’nın AB üyesi olması için gereken oybirliğini görmekte zorlanıyoruz. Geçtiğimiz 70 yıl içerisinde Avrupa entegrasyonunun durma noktasına geldiği dönemler oldu. Şimdi ilk kez bu süreç tersine dönme tehlikesiyle karşı karşıya.