Syriza ve avrokomünizmin ölümü
"Syriza 2019'da muhalefete döndüğünde bile neoliberalizme karşı mücadelesine devam etmeyip sosyal demokrat parti Pasok'tan kazandığı siyasi alanı sağlamlaştırmak için çalıştı."
Çevirmenin notu: Muadillerinden halihazırda pek de ayırt edilemeyen Syriza’nın başına Biden’perver, eski bir Goldman Sachs bankeri geçti. Kasselakis, “yıldırım hızıyla” koltuğa pike yapmasının ardından partide “Amerikan formülünü” uygulamaktan, yani burayı Demokrat Parti’nin Yunanistan uzantısı yapmaktan söz etti.
Syriza ve avrokomünizmin ölümü
David Broder
29 Eylül 2023
Stefanos Kasselakis’in Yunan sol partisini ele geçirmesi, partinin siyasi geleneklerinden travmatik bir kopuşa işaret ediyor.
Eski Goldman Sachs yatırım bankacısı olan Stefanos Kasselakis, adı “radikal sol koalisyon” anlamına gelen Yunan siyasi partisi açısından alışılmadık bir lider gibi görünebilir. 35 yaşındaki Kasselakis’in çok az aktivist geçmişi var, daha önce hiç seçimle iş başına gelmedi ve 24 Eylül’de Syriza’nın iç ön seçiminde oyların yüzde 57’sini aldığı kampanyasında politikalarını açıklamak adına çok az şey yaptı. Ancak bu da Syriza’nın sol parti örgütlenmesinin eski biçimlerinden uzaklaştığına işaret ediyordu. Programdan çok kişiliğe odaklanan sosyal medya temelli bir kampanyada Yunan asıllı Amerikalı iş insanı, Syriza’yı ABD Demokratlarına benzer bir “büyük çadır” gücü haline getirmekten, “ABD siyasi formülünü mümkün olan en kısa sürede kopya etmekten” söz etti. Syriza’nın ön seçimi, çoğu Kasselakis seçmeni olduğu anlaşılan 40 bin yeni destekçinin kayıt yaptırmasını sağladı ama Kasselakis’in zafer marjı, daha eski üyelerin de onun bayrağı altında toplandığını gösteriyor.
Bu bir anlamda Syriza’nın yakın geçmişinin mantıksal sonucu. Eski Komünist Gençlik lideri Aleksis Çipras yönetimindeki Syriza, 2015 yılında Avro Bölgesinde kalırken kemer sıkmaya direnme sözü veren bir hükümet kurmuştu. Fakat Troyka’nın uzlaşmazlığı karşısında Çipras, partisi içindeki muhaliflerin savunduğu AB kurumlarıyla çatışmayı sürdürmek yerine yıkıcı kesintileri dayatmayı seçti. Bu savaş kaybedildiğinde —ve Çipras’ın sol kanat eleştirmenleri tasfiye edildiğinde— Syriza’nın sınır kontrollerinden dış politikaya kadar her şeye yaklaşımı Üçüncü Yol tarzı merkez soldan neredeyse ayırt edilemez hale geldi. Syriza 2019’da muhalefete döndüğünde bile neoliberalizme karşı mücadelesine devam etmeyip sosyal demokrat parti Pasok’tan kazandığı siyasi alanı sağlamlaştırmak için çalıştı. Şimdi Kasselakis “siyasi merkezi kesin olarak kucaklama” sözü veriyor.
Ancak Syriza’nın ön seçiminde kaybeden taraf için Kasselakis’in yönetimi devralması siyasi geleneklerinden travmatik bir kopuşa işaret ediyor. Syriza’nın kökleri Yunanistan’ın askeri diktatörlüğüne karşı yeraltı muhalefetine ve aynı zamanda avrokomünizme (1970’lerde esas olarak Güney Avrupa komünist partilerinde inşa edilen ve hem Sovyet tarzı komuta ekonomilerine hem de reformist sosyal demokrasiye alternatif vaat eden eğilim) dayanıyor. 2015’te seçilmeden önce Çipras’ın avrokomünist geleneğe olan yakınlığı ona Avrupa solunda pek çok hayran kazandırdı. 1970’lerin İtalyan Komünist lideri Enrico Berlinguer gibi avrokomünistlerden aldığı entelektüel ilhamı mitinglerinde ve mülakatlarında dile getirdi. 2014 AB seçimlerinde İtalyan solcular “Çipras’lı Öteki Avrupa” adlı bir seçim listesi hazırlayarak ona olan hayranlıklarının karşılığını verdiler.
Çipras’ın geçmişte İtalyan Marksizmine yaptığı atıflar, Kasselakis’in ABD Demokratlarındaki kendi referans noktasıyla çok az karşılaştırılabilir. Avrokomünizm programın, beşeriyetin geleceğine dair ufukların, siyasi kararları gerekçelendiren somut koşulların teorileştirilmesinin dilini konuşuyordu. Syriza’nın Gramscici devlet teorileriyle haşır neşir olmasının, hükümetteki büyüsü neoliberal hegemonyayı bu kadar iyi yansıtırken pratikte pek bir fark yaratmadığı aşikâr. Ancak avrokomünist gelenek için bu entelektüel kültür, önceki ortodoksilerden ayrılışlarını rasyonalize etmenin bir yolu olarak da dahil, önemliydi. Günümüz siyasi kararlarını miras alınan gelenekler ve umut edilen bir nihai hedef açısından meşrulaştırma kaygısı genel olarak Marksist siyasetin tipik bir özelliği. Fakat pek çok Avrupa komünisti nihai hedeflerini değiştirdi.
Bu tür bir dönüşümün çarpıcı örneklerinden biri, geçtiğimiz cuma günü hayatını kaybeden eski avrokomünist ve uzun süredir İtalya Cumhurbaşkanı olan Giorgio Napolitano’ydu. 1960’lardan itibaren İtalyan komünistlerinin reformist kanadının lideri olan Napolitano’nun 1977’de Eric Hobsbawm ile yaptığı söyleşinin kitabı Britanya’daki avrokomünistler için önemli bir metin oldu; Hobsbawm, 1978’de partisinin ABD’yi ziyaret etmesine izin verilen ilk önde gelen üyesi olmuştu. Bir Atlantikçi ve Avrupa projesi tutkunu olan Napolitano, müttefiklerini giderek Brejnevizm ya da Bennizm’de değil, Neil Kinnock ve Willy Brandt gibi sosyal demokratlarda buldu. Napolitano, Berlinguer’in komünist kimliğe bağlılığını sık sık eleştiriyor ve partinin doğal “son noktasının Avrupa damgalı demokratik bir sosyalizm” olduğunda ısrar ediyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte parti 1991 yılında “Demokratik Sol Parti” adını alarak bu dönüşümü gerçekleştirdi.
Doğu Bloku’ndaki hadiseler Avrupa entegrasyonunu yeniden canlandırdıysa, bu aynı zamanda pek çok solcuya yeni bir siyasi kimlik sundu. Napolitano’nun daha sonra ifade ettiği üzere, komünizm ütopyasının tam tersine dönüştüğü yerde, Avrupa Birliği “hürriyetin ve ilerlemenin taşıyıcısı olan nazik, şiddet içermeyen bir ütopya” idi. 2006 ile 2015 yılları arasında İtalya Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Napolitano, bu görevi üstlenen ilk eski komünistti ve siyasi tercihleri onun “komünist” olmaktan ziyade “eski” olduğunu gösteriyordu. Hem merkez sol hem de sağ partilerin AB’ye bağlılığını sürdürmeye kararlı olan Napolitano, hükümetlerin Brüksel’e uyumunu sağlamak adına alışılmadık derecede müdahaleci hamleler yaptı. Hem 2011’de Mario Monti’nin teknokrat kabinesinin kurulmasını hem de 2013 seçimlerinden sonra merkez solu Silvio Berlusconi ile birleştiren kısa ömürlü hükümetin bütçe kesintilerine devam etmesini organize etti.
Avrupa’da bu türden mali disiplini sağlamaya dönük çabalar kesinlikle avrokomünistlerin asıl gündeminden uzaktı: Avrupa entegrasyonundan bir alternatif olarak değil, solun sosyal misyonunu gerçekleştirmesinin bir aracı olarak bahsetmişlerdi. Çipras ve Napolitano, farklı kariyerlerinde, avrokomünist geleneğin başlangıçtaki taban demokrasisi vurgusunu terk ettiler; bu nedenle avrokomünistler onların önde gelen eleştirmenleri arasında yer aldılar. Yine de her iki durumda da siyasi merkeze giden yol, ulus devletlerin azalan gücü, Avrupa Birliği’nin demirden gerekliliği ve işçi sınıfının maddi çıkarlarının bu genel gündeme tabi kılınması hakkındaki ortak varsayımlar üzerine inşa edildi.
Hobsbawm’ın 1977’de, dünya pazarının tektonik plakaları kaymaya başladığında verdiği mülakatta Napolitano, solun değişen önceliklerinden söz ediyordu. Partisi artık sadece işçilerin taleplerinden söz edemezdi; “İtalyan ekonomisinin sürekli, organik, dengeli gelişimi perspektifini” ve “dış pazar için üretimin perakendeciliğini” ele alan bir ekonomik büyüme programı ortaya koymak zorundaydı. Bugün merkez solda sıkça duyduğumuz gibi, ekonomileri yeni bir çağa uyarlama diliyle konuştu. Hobsbawm, Napolitano’nun sözünü keserek bunun komünistlerin genel siyasi stratejisine nasıl uyduğunu sordu:
Hobsbawm: Bütün bunlar epey faydalı ve olumlu...
Napolitano: Ama bunun sosyalizmin ilerlemesiyle ne ilgisi var?
Hobsbawm: Ben de tam olarak bunu sormak istiyordum.
Napolitano: Bu, cevabı göründüğünden daha az basit olan bir soru.
Hobsbawm’ın sorusuna doğrudan yanıt veremeyen Napolitano, işçi sınıfının ekonominin kontrolünü kademeli olarak ele geçirmesi gerektiğinde ısrar etti. Gerçekte ise bunun tam tersi oldu ve Syriza’nın görevde olduğu dönemde de görüldüğü üzere, Avro Bölgesi kurumları bu aşağıdan yukarıya kontrolü engellemede kayda değer bir rol oynadı. Çipras, Yunanlıların kemer sıkmaya “hayır” dediği bir referandum düzenledi ama daha sonra onlara başka çare olmadığını söyledi.
Syriza lideri olarak onun yerine geçen Kasselakis bu tür vaatlerden kaçınmaya özen gösterdi. Yunanistan en yoğun kemer sıkma politikalarından çıkarken bile çok az kişi ütopyalara ve güneşli geleceklere inanacaktır. Avrupa’nın radikal solunda hala AB kurumlarında reform yapmaktan bahsedenler var. Asıl zor olan bunun gerçekleşebileceği mekanizmaları tanımlamak ya da AB’yi bir ilerleme feneri olarak görmeye devam etmek.
Bir Syriza'lının gözünden Yunanistan'da muhalefetin seçim mağlubiyeti
"Seçmenler, bilinmeyen sulara yelken açtığını düşündükleri Syriza yerine, tabiri caizse 'bildikleri şeytan' olarak Miçotakis'i tercih ettiler."