"Savaş karşıtı" solun sahtekârlığı
"Emperyalizmle her türlü uzlaşıyı yapmış olan sol, konu Trump'ın anti-emperyalizm karnesini değerlendirmeye gelince birdenbire aşırı ilkeli hale geliyor."
Çevirmenin notu: Yazarın Trump hakkındaki değerlendirmeleri pek de haklı değil ama Biden müridi sahtekâr sola dair söyledikleri son derece doğru.
“Savaş karşıtı” solun sahtekârlığı
Sohrab Ahmari — The American Conservative
11 Nisan 2023
Sol düşüncenin bir koluna göre ilericiler ABD’nin küresel hakimiyetini küresel kurtuluş için bir araç olarak benimsemeli. Bu kulağa çılgınca geliyor çünkü öyle. Günümüzde sadece çok az sayıda, nispeten marjinal figür bunu açıkça savunsa da — Christopher Hitchens muhtemelen son meşhur ve utanmaz savunucusuydu — teori aslında ana akım solda, kabul edilmemiş bir şekilde de olsa, fazlasıyla canlı ve faal durumda.
Kurtuluş olarak emperyalizm reçetesinin, ABD’nin Ukrayna’daki dolu dizgin tırmanışına ve Washington’un bu ihtilafı Avrupa üzerinde mutlak bir hegemonya kurmak için kullanmasına karşı ölçülebilir bir ilerici muhalefetin olmamasını açıkladığına giderek daha fazla inanıyorum. Bu aynı zamanda soldaki çoğu şahsiyetin şu namünasip hakikati kabul etmemesini de açıklıyor: Donald J. Trump iki nesildir en savaş karşıtı, en emperyalizm karşıtı ABD başkanıydı.
İşte teorinin katı Marksist versiyonu [yine Marksist solda marjinal kalıyor]: Dünyanın çok büyük bir bölümünde hala feodal, ataerkil ve başka türlü geri kalmış sosyal sistemler hâkim. Buralar, şu ya da bu nedenle kapitalist kalkınmanın fazla ilerleme kaydedemediği ya da olağan seyrini izleyemediği yerler. Sonuç olarak yerli burjuvazileri zayıf ve burjuva siyasi biçimi — liberal demokrasi — ortaya çıkmadı. Bu bir sorun, zira toplumlar daha radikal eşitlikçi modellere ulaşmadan önce burjuva, liberal-demokratik aşamadan geçmeli.
ABD’ye gelin. Küresel kapitalizmin merkezindeki rakipsiz güç olarak Amerika, tarih tarafından dünyanın hala feodal olan bölgelerini yeniden şekillendirmek ve ezilenlerin kurtuluşuna daha elverişli bir siyasi coğrafya yaratmakla görevlendirildi. Amerikan gücü, daha derin özgürleşmelerin ön koşulu olarak kadınların, cinsel ve etnik azınlıkların ve benzerlerinin özgürleşmesini sağlayabilir ve sağlamalı. Bu anlamda ABD’nin gücü nesnel olarak devrimci bir güç olarak hareket eder [Washington’un komuta kademesini işgal edenler rollerini asla bu şekilde düşünmeyecek olsalar bile].
Bir de “daha yumuşak” bir versiyon mevcut. Buna göre ABD öncülüğündeki küreselleşme tarafından tayin edilen Soğuk Savaş sonrası düzen az ya da çok tatmin edici, yani her halükârda öyle kalmaya devam edecek. Şimdi solun temel görevi, İranlı Ayetullahlar, Sırp milliyetçileri, Rus ve Çinli rövanşistler ve benzerleri tarafından temsil edilen sağın küresel dirilişi olan İslami atavizm ve “faşizm” güçleriyle yüzleşmek. Bu düşmanlara karşı ilericilerin, yeryüzünde onlara hadlerini bildirebilecek tek güç olan Pentagon’dan daha iyi müttefikleri yok.
Yumuşak versiyon 2006 yılında Euston Manifestosu’nun yayımlanmasıyla daha geniş bir dolaşıma girdi. Adını, imzacıların fikirlerini ortaya koymak üzere bir araya geldikleri Londra’nın Euston Yolu’ndan alan bildiri, esas olarak merhum İngiliz Marksist siyaset teorisyeni Norman Geras tarafından kaleme alındı. Euston’cular kendilerini demokrasi, evrensel insan hakları, küreselleşmiş kalkınma ve moderniteden yana ve “tiranlığa” karşı ilan ettiler. Bu sonuncusu, yani tiranlık, Batı’nın herhangi bir yerinde değil, özellikle Irak gibi yerlerde bulunuyordu. İmzacılar şunu söylemişti:
“[…] Bizler… Irak’taki Baas rejiminin gerici, yarı faşist ve cani karakterine dair görüşlerimizde birleşiyoruz ve bu rejimin devrilmesini Irak halkının kurtuluşu olarak görüyoruz. Ayrıca, bunun gerçekleştiği günden bu yana, gerçek liberallerin ve solun mensuplarının asıl kaygısının, müdahale tartışmalarının enkazını kurcalamak yerine Irak’ta demokratik bir siyasi düzen kurmak ve ülkenin altyapısını yeniden inşa etmek, onlarca yıl süren en acımasız baskıdan sonra Iraklılar için demokratik ülkelerde yaşayanların doğal karşıladığı bir yaşam yaratmak için mücadele etmek olması gerektiği görüşünde de birleşiyoruz.”
Euston Manifestosu o dönemde Batı solunda alay konusu olmuş, yazarı ve imzacıları kripto neo-muhafazakârlar olarak addedilip kınanmıştı. Dediğim gibi bu fikir rotaları, hem katı “materyalist” versiyonu hem de daha yumuşak Euston versiyonu, ana akım solda tabu. İtibarlı solcuların Amerikan-NATO imparatorluğu ile özdeşleşmemesi gerekiyor; askerleri LGBT Onur bayrağı altında yürüseler ve Afgan kadınlara Dadaist sanatı öğretmeye yardımcı olsalar bile.
Ama çoğunlukla imparatorluğu destekliyorlar.
Senatör Bernie Sanders, Ukrayna konusunda henüz karşı çıkacağı bir askeri yardım paketine denk gelmedi, Temsilciler Meclisi’ndeki ilericiler Ukrayna’da bir nebze de olsa itidal öneren mektubunu bile geri çekti, ilerici vekiller “trans aleyhtarı” ideolojinin merkez üssü olarak Rusya’ya karşı topyekûn savaş ilan etti, Avangard sanatçılar Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölgeyi desteklemek için Guggenheim’ın balkonlarından kâğıt uçaklar fırlatıyor ve Alman Yeşilleri “Leoparlara Özgürlük” sloganı atıyor [hükümetlerinin ödüllü Leopard tanklarını Kiev hükümetine teslim etmesini alınları açık şekilde talep ediyorlar].
Ayrıca ABD ve küresel sol, benim hayatım boyunca kendini beğenmiş imparatorluğu anlamlı bir şekilde gerileten tek figürden, yani Donald Trump’tan nefret ediyor. Seçim kampanyası esnasında Cumhuriyetçi şahinleri yerden yere vurdu ve Irak savaşının bir felaket olduğunu söyleyecek cüreti gösterdi. Görevdeyken yeni bir çatışma başlatmadı, Taliban ile uzlaşıya vardı [halefinin Afganistan’dan çekilmesine zemin hazırladı] ve düşürülen bir insansız hava aracı yüzünden İran ile savaşa girmeyi reddetti. Görevden ayrılmasından bu yana Ukrayna’da barış görüşmeleri yapılması çağrısında bulunarak Cumhuriyetçi Parti’deki rakiplerinden çok daha fazlasını yaptı.
Emperyalizmle her türlü uzlaşıyı yapmış olan sol, konu Trump’ın anti-emperyalizm karnesini değerlendirmeye gelince birdenbire aşırı ilkeli hale geliyor: “Tam pasifist değildi! ‘Petrollerini almaktan’ söz etti. Peki ya Yemen?” Hadi ama. Hitchens ve Euston’cular en azından dürüsttü. Anti-emperyalistmiş gibi davranmadılar. Sahtekâr sol emperyalistlerle uğraşmak zorunda kalmamızı da son dönemdeki gerilemenin bir başka işareti olarak kenara yazın.