Sağ neden Javier Milei'ye tapıyor?
"Milei'nin gündemi, yetmişli ve seksenli yıllarda Latin Amerika'nın büyük kısmını yöneten ABD destekli askeri cuntalar tarafından uygulanan çok daha aşırı neoliberal rejimlere benziyor."
Çevirmenin notu: Son yirmi yıldaki tüm ABD yönetimleri, devletin ekonomiyi canlandırmada oynaması gereken hayati rolü anlamış görünüyor. Diğer ülkelere ve IMF’ye en az bu kadar akıllı olmalarını yasakladılar mı? Görünüşe göre, Javier Milei örneğine bakılacak olursa öyle. Dünyanın radikal liberalleri gözlerini ve algılarını sımsıkı bağlayıp tıpkı Milei’nin yaptığı gibi yürüyorlar. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta da anımsatılan, Macri’nin IMF’nin desteğiyle başarısız olduğu hakikati, bugün ilgili tarafların hiçbirinin kabullenmek istemediği bir şey. Gidişata bakılırsa Javier Milei sadece siyasi açıdan değil, iktisadi açıdan da başarısız olacak. Dünyanın dört bir yanındaki liberteryenlerin onu alkışlıyor olması tam tersinin olacağını garantilemiyor, zira tüm liberteryen-liberal hareket, tamamen yanlış bir dünya algısından mustarip.
Sağ neden Javier Milei’ye tapıyor?
Thomas Fazi
15 Mart 2024
Arjantin’in kendine “anarko-kapitalist” diyen Devlet Başkanı Javier Milei, heterodoks muhafazakârlar ve Yeniden Büyük Amerika (MAGA) tarzı sağcılar arasında neredeyse bizzat Trump ile eşit bir statüye sahip. Aşık gençler gibi, belli bir muhafazakâr kesim de Milei’nin “liboşlara” ve “komünistlere” karşı aşırıya kaçan tavırları ve “esaslı” açıklamaları karşısında ağzının suyu akıyor.
Ancak bir sorun var: Milei’nin tuhaf saç stili ve bataklığı kurutmaya yönelik söylemi dışında Trump ile çok az ortak noktası var. Tüm hatalarına rağmen Trump, Reagan döneminden bu yana Cumhuriyetçi Parti’yi tanımlayan neoliberal ortodoksiyi reddeden bir zemin üzerinde duruyordu. Buna karşın Trump’ın gündemi belirgin bir şekilde liberteryenliğin karşısındaydı; iktisadi milliyetçiliği ve korumacılığı savunmuş, küreselleşmeyi eleştirmiş, sosyal refah programlarını koruma, yerli sanayileri güçlendirme taahhüdü vermiş ve hatta işçi hareketine kur yapmıştı.
Tüm bu cephelerde başarılı olamasa da Trumpçılık, Avrupa’daki benzer milliyetçi muhafazakâr hareketler gibi, muhafazakârların değer verdiği değerlerin —aile, birlik, din, dayanışma— ancak devletin sınırsız kapitalizmin sosyal olarak yıkıcı etkilerini dizginlemek için müdahale ettiği bir bağlamda gelişebileceğine dair sezgisel bir anlayışı özetlemişti. Trump’ın eski Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer, liberteryenliğin “aptalların felsefesi” olduğunu söylerken yeni muhafazakâr havayı yakalamıştı.
Bu bağlamda Sohrab Ahmari’nin de belirttiği gibi Milei, “MAGA popülistlerinin savunduklarını iddia ettikleri neredeyse her şeyin” reddini temsil ediyor. Kendini ultra-liberteryen ve piyasa yanlısı olarak tanımlayan Milei, “her şeyi serbestleştirme ve özelleştirme” (organ nakli dahil), refah programlarını azaltma, işçi haklarını budama ve Arjantin Merkez Bankası’nı lağvederek ve Amerikan dolarını ulusal para birimi olarak kabul ederek Arjantin ekonomisini kalıcı olarak ABD Merkez Bankası’na bağlama sözü verdi. “Devlet çözüm değildir. Devlet sorunun ta kendisidir,” diyen Milei, Dünya Ekonomi Forumu’nun (WEF) son zirvesinde Reagan’ın ünlü açılış konuşmasını yineledi.
Yine de gündemi Reagan ve Thatcher’ın Batılı neoliberalizmine değil, yetmişli ve seksenli yıllarda Latin Amerika’nın büyük kısmını yöneten ABD destekli askeri cuntalar tarafından uygulanan çok daha aşırı neoliberal rejimlere benziyor. Milei’nin söylemi bile seksenlerin taktik tahtasından fırlamış gibi görünüyor; Arjantin’in ve esasında Batı’nın tüm hastalıklarının kaynağı olmakla suçladığı “komünizme” karşı kutsal bir haçlı seferinde olduğunu iddia ediyor.
Bu hastalıklar arasında hiçbiri sıradan Arjantinliler için enflasyondan —daha doğrusu hiperenflasyondan— daha büyük bir endişe kaynağı değil. Ülke yıllardır yükselen fiyatlardan mustarip. Geçen yılki devlet başkanlığı seçimleri sırasında enflasyon oranı şaşırtıcı bir şekilde yüzde 150’ye ulaşmıştı. Milei’nin elit karşıtı söylemi ve ekonomiye balyoz indireceğine dair vaatlerinin pek çok Arjantinlide yankı bulmasına şaşmamalı. Fakat ne yazık ki Milei’nin aşırı yıkıcı politikaları kötü olan durumu daha da kötüleştirecek.
Milei henüz birkaç aydır iktidarda olmasına rağmen, uyguladığı yakıcı iktisadi yaklaşımın sonuçları şimdiden hissedilmeye başladı. İlk kararı, ülkenin sorunlarını çözmek için gerekli olduğunu iddia ettiği “iktisadi şok terapisinin” bir parçası olarak Arjantin pesosunu yüzde 50 oranında devalüe etmek oldu. Ancak bekleneceği üzere, pesonun sert bir şekilde devalüe edilmesi enflasyonun daha da fırlamasına neden oldu ve Milei’nin aralık ayında göreve gelmesinden bu yana enflasyon neredeyse iki katına çıkarak yüzde 250’ye ulaştı. Resmi hükümet verilerine göre, o tarihten bu yana doğalgaz fiyatı iki katına çıkarken, gıda fiyatları ve sağlık giderleri de yaklaşık yüzde 50 oranında arttı. Bu arada maaşlar ve emekli maaşları da aynı oranda artmadı ve emekçilerin alım gücünde on yıllardır görülen en büyük daralmaya yol açtı.
Daha da kötüsü Milei, kamu harcamalarına mecazi bir “elektrikli testere” kullanma sözüne sadık kalarak, ülkedeki bakanlıkların yarısını kapatmanın yanı sıra, ulaşımdan kamu hizmetlerine kadar çok çeşitli sektörlerdeki teşvikleri kesti. Bunun etkileri, sıradan vatandaşlar açısından yıkıcı oldu. Arjantin Katolik Üniversitesi tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, yoksulluk seviyeleri yüzde 57’ye yükseldi; bu, son 20 yılın en yüksek seviyesi ve Milei’nin görevi devraldığı geçen yılın sonundan bu yana neredeyse yüzde 10’luk bir artış.
Milei bunun, işler yoluna girmeden önce ülkenin katlanması gereken bir acı olduğunu söylüyor. Fakat bunun hiçbir kanıtı yok. Bilakis Milei’nin uyguladığı sert mali kemer sıkma politikalarının halihazırda durgun olan büyümenin daha da daralmasına yol açacağı düşünüldüğünde, muhtemelen en kötüsü henüz gelmedi. IMF’nin Arjantin’in 2024 yılı için büyüme tahminini şimdiden düşürmesine şaşmamalı.
Peki, Milei’yi savunanlar neden yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasının Arjantinlilerin çoğunluğunun onu desteklemeye devam ettiğini gösterdiğini sorgulayabilir? Zira Arjantinli gazeteci Lautaro Grinspan’ın açıkladığı üzere Milei, “hane halkının artan iktisadi güçlüklerin sorumluluğunu Peronist seleflerinden aldığı ‘mirasa’ yükledi ve suçlama oyunu işe yarıyor gibi görünüyor”. Ama nereye kadar? Ne de olsa, işçilerin çeşitli sektörlerde greve gitmesi ve sokakları dolduran Milei karşıtı eylemlerle direniş halihazırda artıyor. Politikaları kısa sürede sonuç vermeye başlamazsa Milei, kendini 2001’de ülkeyi sarsan ayaklanmaya benzer bir toplumsal ayaklanmayla karşı karşıya bulabilir.
Böylesi bir kargaşayla karşı karşıya kalan Milei, protestocuları tespit edip güvenlik güçlerini harekete geçirme masraflarını onlara fatura etme ve hatta onları sosyal yardım listelerinden çıkarma önerileri de dahil olmak üzere protesto hakkını kısıtlamaya başladı bile. Bazıları baskının daha da sertleşmesinden korkuyor. Milei’nin koalisyonundaki bir milletvekiline göre protestoculara ya “hapis ya da kurşunla” müdahale edilmeli.
Bu tehdit, her şeyden öte, Milei gibi neoliberallerin genelde liberteryen ve devlet karşıtı olduklarını iddia etmelerine rağmen pratikte neoliberalizmin kendi mantığını topluma dayatmak ve egemen düzene dönük her türlü meydan okumayı bastırmak için güçlü, hatta otoriter devlet aygıtlarına ihtiyaç duyduğunu anımsattı. Latin Amerika’da 20. yüzyılın sonlarında izlenen aşırı serbest piyasa deneylerinin kapsamlı bir devlet terörüne dayanması tesadüf değil. Milei’nin 1976-1983 yılları arasında Arjantin’i yöneten ve tahminen 30 bin kişinin ölümünden ve “kaybolmasından” sorumlu olan askeri cuntanın suçlarını defalarca tali göstermeye çalışması da şaşırtıcı değil ama bu durum, devlet başkanının “hürriyete” olan bağlılığını kesinlikle sorgulatıyor.
Dahası, Milei’nin iddialarının aksine Arjantin’in karşılaştığı iktisadi sorunların çoğu “komünizm” ya da devletçilikten değil, bu politikaların mirasından ileri geliyor. Askeri yönetimin sona ermesinden sonra bile pek çok Arjantin hükümeti “piyasa yanlısı” neoliberal politikalar denedi. 1989’dan 1999’a kadar ülkeyi yöneten Carlos Menem döneminde Arjantin işgücü piyasasını “esnekleştirmiş”, ekonominin neredeyse her sektörünü serbestleştirmiş, devlete ait pek çok şirketi özelleştirmiş, uluslararası ticareti serbestleştirmiş, pesoyu dolara sabitlemiş ve büyük miktarlarda dolar cinsinden borç almıştı. Bu politikalar ülkenin rekabet gücüne ciddi bir darbe vurmuş ve nihayetinde hükümetin üstesinden gelemediği derin bir durgunluğa neden olmuştu. Bu deney, 2001 yılındaki mali çöküşle feci bir şekilde sona erdi.
Bunu, güçlü bir şekilde yeniden dağıtımcı politikalarla desteklenen on yıllık bir iktisadi toparlanma ve patlama izledi. Ardından gelen yavaşlama, muhafazakâr Mauricio Macri’nin bir kez daha piyasa odaklı reformları benimseyerek ve daha fazla dolar cinsinden borç alarak ekonomiyi yeniden canlandırmaya çalışmasına yol açtı. Ülkenin dış borç yükümlülükleri sürdürülemez seviyelere ulaştığında ve peso 2018’de Amerikan doları karşısında çöktüğünde Macri, IMF’den 50 milyar dolarlık bir kredi —şimdiye kadarki en büyük kredi paketi— daha almak gibi tartışmalı bir karara imza attı.
Son yıllarda pandeminin iktisadi etkisi, emtia fiyatlarındaki artış ve ardından ABD Merkez Bankası’nın pandemi sonrası faiz artırımlarının hepsi enflasyondaki büyük artışa katkıda bulundu. Böylece Arjantin’in sorunlarının yalnızca “aşırı hükümet harcamaları” ve “para basma” kaynaklı olmadığını görebiliyoruz; aslında Arjantin’in mali dengesi, 2022’ye kadarki on yıl boyunca bölgesel ortalamayla uyumluydu ve geçen yıl ABD’ninkinden daha küçüktü, ancak bu, daha spesifik olarak ülkenin dolar cinsinden borca ve dışa dönük bir kalkınma modeline aşırı bağımlılığından kaynaklanıyor. Tam anlamıyla dolarizasyona giderek Arjantin ekonomisini Amerikan ekonomisine daha fazla bağlamanın işleri daha da kötüleştireceğini söylemeye gerek yok. Bu, Arjantin’i Amerikan parasal yönetimine tamamen teslim etmek anlamına gelecektir ve tabii ki ülkeyi bir kez daha küresel sermaye açısından “güvenli” hale getirecektir.
Peki bu doğruysa, neden bu kadar çok MAGA muhafazakârı Milei’ye ilgi duyuyor? Bu kısmen, insanların siyasi görüşlerinin oluşumunda kültür savaşı konularının artan öneminden kaynaklanıyor: Milei’nin aşılar ve iklim değişikliği gibi konulardaki konformist olmayan tavrı, iktisadi politikaları ne olursa olsun onu otomatik olarak “esaslı” yapıyor.
Fakat daha katı siyasal iktisadi terimlerle, özellikle ABD’de muhafazakârların hala Reaganizm’in gölgesinde yaşadıklarını gösteriyor; devletin tüm kötülüklerin ve baskının kaynağı olduğu, kendi kendini düzenleyen piyasanın —ya da “gerçek kapitalizmin” — özgürlük ve refah sağlayabilecek vaat edilmiş topraklar olarak çerçevelendiği karikatürize bir liberteryanizm biçimine bağlılar.
Bu trajik derecede naif bir yaklaşım. Muhafazakârlar, bugün karşı karşıya olduğumuz aşırı devlet müdahalesi ve bunun insan özgürlüğü ve özerkliğine yönelik tehdidine ilişkin tüm sorunlara rağmen, bunun alternatifinin —toplumsal yaşamı piyasa mantığına tabi kılmanın— aynı derecede toksik sonuçlara yol açtığı hakikati üzerinde düşünseler iyi ederler; bu, toplumsal ve toplulukçu bağları yıkar, kolektif kimlik biçimlerini zayıflatır, atomize ve yabancılaşmış bireyler üretir. Bu anlamda, bu bir alternatif değildir; otoriter devletlerin aynı derecede otoriter, toplumsal olarak yıkıcı piyasa temelli mantıklarla bir arada var olduğu, zaten içinde yaşadığımız dünyadır. Buna karşılık, Karl Polanyi’nin gözlemlediği gibi gerçek “muhafazakâr” alternatif, ekonomiyi toplumun içine “gömmek”, onu yurttaşların maddi ihtiyaçlarına, inançlarına, değerlerine, gelenek ve göreneklerine tabi kılmaktan ibarettir, yani başka bir deyişle, Milei’nin otoriter liberteryenizminin tam tersidir.