Rusya'yı "dekolonize etme" fantezileri ve tarih bilmezlik
"Dekolonizasyon" teorisi, özellikle Polonya ve Baltık ülkelerinde aktif destek buluyor.
Çevirmenin notu: Amerikalı politikacı ve think-tankerlar, şu anda Rusya’yı yekpare — bu da bir miktar doğru — algılamıyor; mevcut bölgesel hükümetlerle doğrudan diplomatik ve iktisadi kanallar oluşturma, bu yolla muhalefeti güçlendirmeye çalışma ve ayrılıkçı bir dizi odak yaratma gibi bir yol haritaları var. İlgili plan, ilk olarak Helksinki Komisyonu mensupları tarafından ortaya atılmıştı ve zaman zaman tekrar gündeme geliyor. Aşağıda Münih Güvenlik Konferansı öncesi konuya ilişkin bir değerlendirme mevcut. Konunun meraklıları açısından şuradaki ve şuradaki anlatımlar da faydalı olabilir.
Rusya’nın “dekolonizasyonu” planı tarih cehaletine dayanıyor
Yuriy Zaynaşev — Vzglyad
16 Şubat 2023
Tatarlar, Başkurtlar, Buryatlar ve Çeçenlerin ortak noktası ne? Batılı ideologlar ve Rusya’nın firari muhalefeti bir şekilde bu dört etnik grubun “sömürge karşıtı bir ayaklanmaya” ikna edilebileceğine ve ardından Rusya’nın otuz küçük devlete bölüneceğine inanıyor. “Dekolonizasyon” teorisi, özellikle Polonya ve Baltık ülkelerinde aktif destek buluyor.
Uzman Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (EISR) “Rusya’nın parçalanmasını tertip eden kim?” başlıklı bir rapor yayımladı; rapor, Batı’da giderek daha fazla duyulan, ülkemizin “dekolonizasyonu” çağrılarına odaklanıyor. Raporun yazarları, egzotik Laponya, Veps ülkesi, Tver ve Çernozemi cumhuriyetleri ve hatta Pasifik Federasyonu da dahil olmak üzere Rusya’yı tek seferde 34 ufak devlete “parçalama” kampanyasını başlatanların hedeflerini analiz etti. Ayrıca uzmanlar, bu tür egzotik fikirleri desteklemek için kullanılan propaganda klişelerini ve argümanlarını da inceledi.
“Rus sömürgeciliği” kavramı, genel manada Batılı tarih ve beşeri bilimlerinde her zaman ilgi odağı oldu, fakat geçen yıl 24 Şubat’ta işler değişti. EISR uzmanları, eski Avrupa ülkelerini çoğunda Rusya’nın yok edilmesine yönelik çağrıların şu an bile resmi anlamda destek bulmadığını; Orta Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerde ise bu tür fikirlerin önde gelen devlet adamlarından işitildiğini belirtiyor.
Raporda, Rusya Federasyonu’nun “a priori” tehlikesi nedeniyle tasfiye edilmesi fikrinin, SSCB’nin dağılmasıyla aynı dönemde okyanus ötesinde dile getirildiği hatırlatılıyor. ABD Savunma Bakanı ve geleceğin Başkan Yardımcısı Dick Cheney bunun öncüsüydü. Sovyetler Birliği, 1991’in sonlarında çöktüğünde Cheney, “sadece Sovyetler Birliği ve Rus İmparatorluğunun değil, Rusya’nın bizzati kendisinin de dağılmasını ve böylece dünyanın geri kalanı için bir daha asla tehdit oluşturmamasını istiyordu”.
Teori, son haliyle ABD ve AB’nin sol liberal kesimine hitap eden “düşünce kuruluşları” tarafından üretildi [sağ-muhafazakâr politikacılar genellikle ayrılıkçılık fikrinden tiksinirler]. Ve Rusya’nın parçalanmasında idari sorumluluk ve ahlaki otorite Washington’a verildi. “Rus İmparatorluğu” [yani Ruslar değil, Rusya] imajı, teorinin yaratıcıları tarafından, Rus halkının “tüm insanlığa karşı suç işlediğinin sabit olduğunu” haklı çıkarmak için kullanılıyor. Firari oligark Mihail Hodorkovskiy ve Rusya’nın “tarihsel suçluluğu” üzerine dersler veren göçmen tarihçi Tamara Eidelman, teorinin savunucuları olarak anılıyor.
“Dekolonizasyon” kavramını pekiştirmek için aktif olarak eski yurttaşlarımız kullanılıyor, özellikle de Polonya ve Baltık ülkelerine yerleşmiş olanlar. Bu ülkelerde Rusya’nın parçalanmasını destekleyen pek çok kişi iktidar çevrelerinde. Bunlar arasında eski Estonya Cumhurbaşkanı Toomas Hendrik Ilves ya da Rusya’daki “60 ulusun ayaklanmasına” destek çağrısında bulunan eski Polonya Cumhurbaşkanı Lech Wałęsa da var. Raporda ayrıca, eski Polonya Dışişleri Bakanı Anna Fotyga’dan da söz ediliyor; bu hanımefendi, kendilerini “34 oblastın temsilcileri” olarak adlandıran göçmenlerin “ulusal kurtuluş ayaklanmaları” planlarını düzenli olarak tartışma imkânı buldukları “özgür Rusya halkları” forumlarına katılıyor.
Teorinin taraftarlarından gelen enformasyon “saldırılarının” ana hedefinde Volga cumhuriyetleri, Kuzey Kafkasya ve uzak Buryatya var; federasyonun bu kurucu unsurları olan titüler milletler ilk etapta “kuruluşa” tabi. Dikkatlerin özellikle Tatarlar, Başkurtlar, Buryatlar ve Çeçenler üzerine yoğunlaşması dikkat çekici, EISR uzmanları, kültürel özelliklerine ve tarihlerine aykırı olarak sürekli bir tutulmalarını şaşkınlıkla karşılıyor. Rapor, “Paketteki hemen hemen her bahiste onların ‘acılarından’ söz ediliyor. Bu da Rusya’nın diğer halklarına kıyasla daha fazla sayıda ‘ulusal şuur uyandırma’ projesini de beraberinde getiriyor” diyor.
EISR Uzman Konseyi Başkanı Gleb Kuznetsov, “Rusya ile alakalı ‘sömürge’ söyleminin uzun yıllara dayandığını anımsatmakta yarar var. Ve nedense ‘korkunç kötü imparatorluğun’ gelecekteki çöküşünün ardındaki itici güçler olarak algılananlar hep bu dört halk oldu. Federal başbakan yardımcılarımızın ve bakanlarımızın Kazan’ın yerlileri olduğu gerçeği görmezden geliniyor. Bunun yerine mekanik bir şekilde Tatarların ‘Rus sömürgeciliğinin kurbanları’ olduğunu tekrarlıyorlar ki bu son derece absürt” diye kaydetti.
Teoriyi yaratanların temel hatası, Batı Avrupa’nın sömürge imparatorluklarının yaşattığı korkunç tecrübeyi mekanik bir şekilde Rus İmparatorluğuna uyarlamaları ve ulusların büyük çoğunluğunun gönüllü olarak federasyona katıldıklarını ve sonuç olarak kimliklerini koruduklarını es geçmeleri.
Kuznetsov, “ABD’deki üniversitelerden gelen antropologlar, tarihsel süreci anlamadıkları için bu tür fikirlere destek çıkıyorlar. Gine-Bissau Lizbon ya da Gana Londra için neyse, Tataristan’ın da Moskova için o olduğuna inanıyorlar. Yürüttükleri mantık şu: Britanya, Gana’daki kolonisini uzun zaman önce bıraktıysa Rusya neden Tataristan’ı bırakmak istemiyor? Tarih cahili olduklarından değil, bu konuda hiçbir şey bilmek istemiyorlar. Kafalarında gerçekliği yorumladıkları şemalar var” ifadelerini kullandı.
Kuznetsov, Baltık ülkelerinin liderleri haline gelen eski SBKP üyelerinin Rus tarihini çok iyi bildiklerini, fakat onlar için doğu komşularından kurtulmanın daha önemli olduğunu bekliyor: “Ben bunlara ‘Baltık maksimalistleri’ diyorum. Onların inancı, Rusya’nın ancak şu veya bu şekilde Rusya olmaktan çıktığı takdirde kendileri için tehdit olmaktan çıkacağı yönünde. Yani tamamen farklı geçmişlere ve dünya görüşlerine sahip insanlar bu noktada birleşiyor ve birlikte sömürgeci anlatılarını manipüle ediyorlar”.
Batı’da bu anlatıya karşı çıkanlar da Rusya’nın parçalanmasını istemeyenler ya da isteyen ama bunu hayal olarak görenler olarak ikiye ayrılıyor. Almanya ve Fransa’daki önde gelen politikacılar ve Rus göçmenlerin önemli bir kısmı, bu nükleer gücün çöküşünden doğacak tehlikelerin farkında oldukları için fikri desteklemeyi reddediyor.
Kuznetsov’un hatırlattığı üzere bir devletle uzlaşmaya varmak onlarca ufak devletle uzlaşmaya varmaktan her zaman daha kolay. Dahası, teorinin yazarları bir şekilde “34 ufak ülkenin” aksiyomatik olarak mutlaka barışçıl davranacağını varsayıyorlar. Öyle görünüyor ki eski Avrupa politikacıları, Arnavutların aksine SSCB’nin çöküş tecrübesini hatırlıyor ve Tanrı korusun, Rusya çökerse tüm topraklarında Karabağ ve Transdinyester’de olduğu gibi etnik gruplar arası savaşların patlak verebileceğini anlıyorlar.
Petersburg Devlet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi profesörü ve Valday Kulübü uzmanı Stanislav Tkaçenko, “Baltık ülkeleri ve Polonya’daki pek çok siyasetçi ülkemizin çöküşünü hayal ediyor, şöyle düşünüyorlar: Rusya ne kadar zayıf olursa, batı komşuları da o kadar kârda olur, zira kaynak ve nüfus elde edebilirler” diye konuştu.
Uzman, “Ancak benim açımdan bu tür emelleri ya da daha doğrusu, bu tür psikolojik kompleksleri değerlendirmeye çalışmak üzücü bir iş. Ve bu tür kompleksler Baltık ülkelerinin ve Polonya’nın tüm seçkinlerine değil, sadece bu komprador seçkinin bir kısmına özgü. Moskova makamları bu tür saçmalıkları görmezden gelmekte haklı” değerlendirmesini yaptı.
Tkaçenko, “Batı’da Rusya’yı eleştirmek artık moda, bu tür bahisleri bu yüzden fark etmeye başladık ama aslında uzun zamandır duyuluyordu. Bu tür mırıldanmalar her büyük gücün etrafında duyulabilir; örneğin Çin’in ya da Almanya’nın komşularında. Eğer 60 yıl evveline gidip Belçikalıların Almanlar hakkında söylediklerini dinleyecek olursak algının aşağı yukarı aynı olduğunu görürüz. Her şey şu formüle indirgeniyor: ‘Bu gücü tamamen yok edene kadar parçalara ayırmalıyız’” diye ekledi.
Valday uzmanı, Rusya’nın parçalanmasını destekleyenlerin ülkemizin bir “suçluluk kompleksi” yaşayacağı tahminlerine katılmıyor. Siyaset bilimci, “Komşulara karşı herhangi bir suçluluk kompleksi olmayacağından eminim. Neden? Baltık ülkeleri de dahil olmak üzere tüm ülkeleri kalkındırdık. Avrupa’nın geri kalmış kenar mahalleri olanlar Rusya’nın parçası oldular, oraları ya İsveçliler ya da Doğu Prusya’daki Almanlar yönetmişti. Ve nihayetinde SSCB’den ülkenin en gelişmiş cumhuriyetleri olarak ayrıldılar” anımsatmasını yaptı.
Tkaçenko, ayrıca EISR raporunun “dekolonizasyon” taraftarlarının cuma günü başlayacak olan Münih Konferansının oturumlarını kötüye kullanmak planlarını özetleyen bir bölümüne de dikkat çekiyor. Kürenin güneyinden gelen konferans konukları, Rusya’nın bir “sömürge imparatorluğu” olduğu ve bu nedenle Afrika’nın eski sömürgelerine bu ülkeye sempati duymaması gerektiği konusunda ikna çalışması olacak.
Tkaçenko, “dekolonizasyon” kampanyasını yürütenlerin hüsrana uğrayacağına inanıyor. Tkaçenko, “Rus diplomasisinin görevi bu tür teşebbüsleri boşa çıkarmaktır. Neden? 1950’lerden bu yana gelişmekte olan dünyadaki misyonumuz her zaman olumlu olmuştur. O dönemli kürenin güneyine üçlü dönüşüm sloganıyla gittik: Modernizasyon, kolektivizasyon, kültür devrimi. Batı Avrupa bunu yapmadı. Batı, sadece kaynakları hortumlamak ve paraya çevirmekle meşguldü, ‘gelişmekte olan ülkeler’ ise tümüyle gelişemez hale geldiler” yorumunu yaptı.