Prabhat Patnaik: İşsizlik belası
"Bir insanın işsiz olması onun suçu değildir; bu, o insanın içinde yaşadığı sosyal düzenlemenin suçudur. Sosyal düzenleme o insana istihdam sağlamaktan aciz kalmıştır."
Çevirmenin notu: İşsizlik o kadar kalıcı bir olgu haline geldi ki, bunun “doğal” bir durum olduğu, bu konuda hiçbir şey yapılamayacağı yönünde yaygın bir his var.
Ancak bu görüş ya cehalete ya da hafıza kaybına dayanıyor; zira yakın zamana dek Sovyetler Birliği’nin başını çektiği bir kısım ülkede işsizliğin tam tersi olan işgücü kıtlığı ile karakterize olan toplumlar vardı ve bu toplumların benzersiz ve dikkate değer çalışma yöntemlerinin anahtarını analiz eden kitaplar yazıldı. Doğu Avrupa sosyalist sisteminin en ünlü eleştirmeni Janos Kornai, bu ekonomileri analiz ederken, esasında tam istihdamın, hatta işgücü kıtlığının bu ekonomilerin temel bir niteliği olduğunu savunmuştu. Bu da neden bizde işsizliğin yaygın olduğu şeklindeki makul soruyu gündeme getiriyor. Bunun sadece kapitalist bir ekonomide olduğumuz için olduğunu söylemek yeterli değil; nedensel bağlantılara dikkatle bakmak lazım geliyor.
İşsizlik belası
Prabhat Patnaik
28 Ocak 2024
İşsizlik durumu bugün bağımsızlık sonrası Hindistan’da hiç olmadığı kadar kötü. Bu duruma katkıda bulunan iki farklı unsur mevcut. Birincisi, pandemiye bağlı karantinanın neden olduğu düşüşten sonra üretimdeki toparlanmaya benzer bir istihdam toparlanmasının eşlik etmemiş olması. Esasında, Hindistan Ekonomisini İzleme Merkezine göre 2023-24’te gayrisafi yurt içi hasılanın 2019-20’den yaklaşık yüzde 18 daha fazla olacağı tahmin edilse de istihdam son beş yılda sıfır büyüme gösterdi. İstihdam yoğunluğundaki bu düşüşün nedeni, üretimdeki toparlanmanın küçük ve orta ölçekli işletmelerde büyük ölçeklilere kıyasla çok daha az belirgin olması ve ilkinin ikincisinden çok daha fazla istihdam yoğun olması.
Ancak ek bir faktör daha var. 2019’a gelindiğinde işsizlik durumu ciddileşmişti; hatta 2019’daki işsizlik oranı, 1973’teki ilk petrol fiyatı artışının ardından gelen enflasyonist durgunluktan bu yana hiç olmadığı kadar yüksekti. Bu ikinci faktörün salgınla ve sektörler arasında eşitsiz toparlanmayla hiçbir ilgisi yok; bundan ziyade neoliberal rejimin içkin eğilimleriyle alakalı. Çarpıcı olan, resmi istatistikler önceki dirijist rejim ile neoliberal rejim arasında GSYİH’nin ortalama büyüme oranının neredeyse iki katına çıktığını gösterse de iki rejim arasında istihdam sayısındaki artış oranının yarı yarıya azalmış olması.
Neoliberal dönem boyunca işgücünün ortalama büyüme oranından bile daha düşük olan istihdam artış oranındaki bu düşüşün nedeni, ekonominin daha açık hale gelmesinin bir sonucu olarak işgücü verimliliğinde meydana gelen çok daha hızlı büyümede yatıyor. Daha fazla dışa açıklık, Hindistan pazarı için ülkeler arasında üreticiler arasındaki rekabeti artırarak daha hızlı teknik değişimin ortaya çıkmasına yol açtı; bu da tipik olarak işgücü verimliliğinde daha hızlı bir artışa neden oluyor. Buna ek olarak, köylü tarımından devlet desteğinin çekilmesi nedeniyle bir tarım krizi ortaya çıkmış ve bu da çok sayıda köylüyü geleneksel uğraşlarından kopararak, hüsrana uğramış iş arayanların sayılarını artırdıkları kentlere göç etmeye zorladı.
Başka bir deyişle, neoliberal rejim Hindistan ekonomisine görece serbest kapitalizmin girmesine hizmet etti ve serbest kapitalizm zorunlu olarak daha büyük işsizlik yaratıyor. Bunun hangi mekanizma aracılığıyla gerçekleştiğine dikkat etmek gerekir. Belirli bir dönemde mevcut sermaye stokunun 100 işçi kullanarak 100 birim çıktı ürettiğini ama emek verimliliğini iki katına çıkaran yeni bir teknolojinin ortaya çıktığını varsayalım; o zaman 100 birim çıktı artık sadece 50 işçi kullanılarak üretilecek ve kalan 50 işçi işsiz kalacaktır. Tam da işsizlikteki bu artış nedeniyle, istihdam edilen işçilerin ücret oranı eskisinden daha yüksek olmayacak, böylece toplam ücret faturasının kendisi emek verimliliğindeki artış nedeniyle yarıya düşecek ve böylece kâr payı yükselecektir. Gelir eşitsizliğindeki bu artış ya da ücretlerden kârlara kayma, tüketimde [ücretlerin kârlardan daha büyük bir yüzdesi tüketime ayrıldığı için] ve dolayısıyla toplam talepte bir azalmaya yol açarak işsizliği daha da artıran bir aşırı üretim krizine neden olur.
Aslında ünlü İngiliz iktisatçı David Ricardo’nun yanıldığı nokta da burası. Makine kullanımının [yani teknolojik değişimin] işsizliğe neden olduğunu kabul etmekle birlikte, bu kullanımdan kaynaklanan daha yüksek kârların yatırımı ve dolayısıyla üretim ve istihdam artış oranını yükselteceğini, bu nedenle istihdamdaki düşüşün sadece geçici olacağını; zaman içinde, makine kullanımından sonraki istihdamın zaman profilinin aslında makine kullanımından önceki istihdamın zaman profilini geçeceğini düşünmüştü. Başka bir deyişle, makine geçici olarak işsizliğe neden olsa da uzun vadede istihdam için daha iyidir. Fakat Ricardo, Say Yasasına inanan biriydi ve hiçbir zaman talep sorununu dikkate almadı, bu nedenle daha yüksek ex ante kârların daha büyük yatırımları beraberinde getirmediğini, bilakis ücretler pahasına daha yüksek kârların daha düşük talebe ve dolayısıyla daha düşük yatırıma yol açtığını asla görmedi. Dolayısıyla, teknolojik değişimin neden olduğu başlangıçtaki işsizlik, sınırsız kapitalizm altında daha büyük bir işsizliğe yol açıyor.
Hakikaten de sınırlandırılmamış kapitalizm, sistemin yedek işgücü ordusunun asgari düzeyi olarak gerektirdiğinden çok daha fazla olan sürekli kitlesel işsizlikle karakterize edilir ve teknolojik değişim mecburi olarak artan işsizlik yarattığı için bundan sorumludur. Buna karşılık sosyalizmde teknolojik değişim, işin angaryasını azaltma ve ücret faturasında herhangi bir azalma olmaksızın işgücünün boş zamanını artırma etkisine sahiptir. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, teknolojik değişimin emek üretkenliğini iki katına çıkardığı sosyalist bir ekonomide bu değişim işsizliğe yol açmaz, aksine istihdam aynı kalırken ve işçiler eskisi gibi aynı ücreti alırken çalışma saatlerinin yarı yarıya azalmasını sağlar. Modern zamanlarda tam istihdam [hatta işgücü kıtlığı] yaşayan tek ülkelerin Sovyetler Birliği ve eski Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri olması şaşırtıcı değil; bunun aksine tüm kapitalist ülkeler her zaman kitlesel işsizlikle boğuşmuştur. Ve neoliberalizm, göreli sınırsız bir kapitalizm getirerek Hindistan’ı pandemi ufukta görünmeden çok önce böyle bir noktaya getirmişti.
Bir insanın işsiz olması onun suçu değildir; bu, o insanın içinde yaşadığı sosyal düzenlemenin suçudur. Sosyal düzenleme o insana istihdam sağlamaktan aciz kalmıştır. O halde şu soru ortaya çıkıyor: İstihdam konusunda demokratik bir talep ne olabilir? Demokratik talepten kastım, sadece sosyalizm talep etmeyen bir talep [zira bu, işsizler için herhangi bir yardımın ertelenmesi anlamına gelecektir]; kastettiğim, işsizlerin yakın ihtiyaçlarına dayanan ama yalnızca sınırsız kapitalizmin izin verebileceği şeylerle sınırlı olmayan bir talep.
Toplumun, bireyleri etkileyen işsizlik [ve bunun sonucunda ortaya çıkan yoksulluk] konusunda sorumluluk alması gerektiği hakikati, herkese “temel asgari gelir” sağlamaktan söz eden Hindistan’daki burjuva siyasi oluşumlar tarafından bile isteksizce kabul edildi. Ancak önerilen temel asgari gelir, son derece yetersiz olmasının yanı sıra, her an çöpe atılabilir; dahası, hükümetin cömertliği, şu ya da bu hükümetin halka yaptığı bir iyilik niteliğindedir. Fakat insanlar dilenci değildir; ülkenin yurttaşları olarak onurlarına layık bir şekilde, bir hak meselesi olarak iş bulmalıdırlar [ya da iş bulamıyorlarsa, değersiz bir işsizlik ödeneği değil, tam bir ücret almalıdırlar].
Halihazırda anayasada güvence altına alınmış olan siyasi ve medeni haklarla aynı düzeyde evrensel, anayasal güvenceye sahip ve adil olması gereken böyle bir istihdam hakkının tanınması, ülkeye GSYİH’nin en fazla yüzde 3’ünden fazlasına mal olmayacaktır. Basit bir hesaplama bile bunu ortaya koyabilir. İşsiz bir işçiye verilecek ağırlıklı ortalama ücret aylık 20 bin rupi olarak kabul edilirse, yüzde 10 işsizlik oranı ya da kabaca 40 bin işsiz varsayıldığında, tüm işsizlere bu ücret oranının ödenmesi halinde mali kaynak ihtiyacı 960 bin rupi olacaktır ki bu da 2023-24 için cari fiyatlarla resmi olarak tahmin edilen GSYİH’nin yüzde 3,2’sine denk geliyor.
Ancak alım gücünün bu kadar çok sayıda işsize devredilmesi, daha fazla üretim ve dolayısıyla istihdam yaratacak mallar için talep yaratacaktır [ekonomi şu anda talep kısıtlı olduğu için], böylece işsizlerin sadece bir kısmına kamu bütçesinden bu ücretin ödenmesi gerekecektir; geri kalanlar faydalanıcıların harcamaları sayesinde iş sahibi olacaktır. Dolayısıyla maliyeye olan talep GSYİH’nin yüzde 3,2’sinden çok daha az olacaktır. Bir insana ücret ödenmesinin bir insana daha istihdam sağlayacak mal talebi yaratacağını varsayarsak, hükümetin harcaması gereken miktar 960 bin rupinin tam yarısı, yani 480 bin rupi, yani GSYİH’nin sadece yüzde 1,6’sı olacaktır. Dahası, 480 bin rupilik ek üretim, hükümet için bir miktar vergi geliri de yaratacaktır ve vergi girişinin de aynı dönemde hükümet tarafından harcanacağı varsayılırsa, GSYİH’nin yüzde 1,6’sının bile tamamen ek vergilendirme yoluyla artırılması gerekmez. Gerekli ek vergilendirme, GSYİH’nin yüzde 1,5’inden bile daha az olacaktır. Bu kadar büyük bir mali kaynak yalnızca Hindistan nüfusunun en üst yüzde 1’lik kesiminin servetine uygulanacak yüzde 0,8’lik bir servet vergisi ile sağlanabilir! Bu yük o kadar küçüktür ki, böyle bir istihdam hakkı sağlamamak [MGNREGS örneğinde olduğu gibi, anayasal bir değişikliğin zor görünmesi durumunda parlamento tarafından çıkarılacak bir kanunla] sorumluluktan kaçmak gibi görünüyor.