Oppenheimer'in aklanışı
"Beşeriyetin geleceği hala tehlikede. Belki de Oppenheimer’in sözlerine kulak vermeye ve onu dinlemeye başlamanın zamanı gelmiştir."
Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen köşe yazısı, Chicago’da yaşayan Amerikalı ödüllü gazeteci ve barış aktivisti Robert C. Koehler’in imzasıyla Common Dreams portalında yayımlandı. “Atom bombasının babasının” Christopher Nolan tarafından sinema ürünü haline getirilen hayat hikayesi yarın gösterime giriyormuş. Kahramanın yaşadığı dönem ve nükleer silahsızlanma konusunda gösterdiği çaba tarihsel bir öneme sahip. Bu çabaları yüzünden Sovyet casusu ilan edilen Oppenheimer’e bugünkü Amerikan yönetimi iade-i itibar yapmış olsa da aynı Amerikan yönetimi, son yıllarda nükleer silah kontrolü üzerine son on yıllarda yapılan tüm sözleşme ve antlaşmalardan tek taraflı olarak birer birer çıkmıştı. Oppenheimer’in öyküsü, bu hakikat göz önünde bulundurularak seyredilse fena olmaz.
Oppenheimer’in ölümünden sonra aklanışı
Robert C. Koehler
16 Temmuz 2023
Ölümünden sadece 55 yıl sonra ABD hükümeti, J. Robert Oppenheimer’in 1954 yılında Atom Enerjisi Komisyonu tarafından elinden alınan yetki belgesini iade etti ve onun sadece bir komünist değil, büyük olasılıkla bir Sovyet casusu olduğunu ilan etti.
Oppenheimer, elbette, atom bombasının babası. [Ve şimdi büyük çaplı bir sinema filminin konusu]. Dünya Savaşı sırasında, ABD’nin Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı ve birkaç yüz bin kişinin ölümüne neden olan Little Boy ve Fat Man bombalarını doğuran Manhattan Projesi’ni yönetmişti.
Ancak daha sonra Soğuk Savaş başladı ve birdenbire Washington’un eski müttefikleri olan komünistler kötülüğün simgesi haline geldiler ve her yerdeydiler. ABD, sonsuz bilgeliğiyle, nükleer silah programına devam etmekten ve barış uğruna dünyayı kıyametin eşiğine getirmekten ve hidrojen bombasının peşine düşmekten başka çaresi olmadığını biliyordu.
Binlerce yıldır dünya devletlerinin yapı taşı olan savaş, insan neslini tükenmenin eşiğine getirmişti. Resmi hükümet politikası bu yöndeydi: Ne olmuş yani?
Oppenheimer bu resmi politikaya meydan okudu ve kariyerini mahvetti. Sahiden de, yeni geliştirilen bomba 16 Temmuz 1945’te New Mexico Alamogordo’da test edilirken, dünya gezegeninin tehlikede olduğunu çabucak fark etmişti.
Fizikçilerden oluşan bir ekip onun nihai kırılganlığını henüz ortaya çıkarmıştı ve mantar bulutuna tanıklık ederken Hindu Bhagavad-Gita’dan sözlerin zihninde yankılandığını belirtti: “Artık ben dünyaların yok edicisi ölüm oldum.”
Manhattan Projesi’ndeki Leo Szilard gibi bazı bilim insanlarının yaptığı gibi Hiroşima ve Nagazaki’ye bomba atılmasına karşı çıkmamıştı. Fakat savaş sona erdiğinde, gelecekteki tüm savaş ihtimallerini ortadan kaldırmaya derinden kararlı hale geldi.
Bombalamalardan bir hafta sonra attığı ilk adımlardan biri, Savaş Bakanı Henry Stimson’a mektup yazarak nükleer silahların daha da geliştirilmesi konusunda sağduyulu davranma çağrısı yapmak oldu. Şöyle yazmıştı:
“Bu ulusun güvenliğinin —düşman bir güce zarar verme kabiliyetinin aksine— tamamen ya da öncelikle bilimsel ya da teknik becerisinde yatamayacağına inanıyoruz. Sadece gelecekteki savaşları imkânsız hale getirmeye dayanabilir. Bu alandaki teknik imkanların şu anda tam olarak kullanılmamasına rağmen, bu amaca yönelik tüm adımların atılması ve gerekli tüm uluslararası düzenlemelerin yapılması konusunda size oybirliğiyle ve acil tavsiyede bulunuyoruz.”
Gelecekteki savaşları imkânsız hale getirmek. Ya Amerikan siyasi güçleri Oppenheimer’i dinleyecek kadar akıl sağlığına sahip olsalardı? Oppenheimer bu mektubu yazdıktan birkaç ay sonra Başkan Harry Truman’ı ziyaret ederek nükleer gelişmenin devamı üzerinde uluslararası kontrolün oturtulması konusunu görüşmeye çalıştı.
Başkan buna izin vermedi. Oppenheimer’i Oval Ofis’ten kovdu.
Oppenheimer, nükleer silahların kullanımını kontrol etmek için Atom Enerjisi Komisyonu (AEC) ile birlikte çalışarak ve hidrojen bombasının yaratılmasına karşı çıkarak savaşın önüne geçme konusundaki kararlılığını sürdürdü.
Bombanın geliştirilmesi ilerledikçe ve nükleer denemeler dünyanın “gözden çıkarılabilir” bölgelerine serpinti yaymaya başladığında bile muhalefetini sürdürdü. Ama sonra McCarthy dönemi ve ona eşlik eden Kızıl Korku geldi.
1954 yılında, 19 gün süren gizli oturumların ardından AEC, Oppenheimer’in yetki belgesini iptal etti. The New York Times’ın belirttiği üzere bu, “kariyerini aşağılayıcı bir sona getirdi. O zamana dek Amerikan biliminin kahramanı olan Oppenheimer, hayatına yıkık bir adam olarak devam etti.” 1967’de 62 yaşında öldü. Times, şunu yazmıştı:
“Oppenheimer’a karşı açılan davanın kilit unsurlarından biri, atom bombasından bin kat daha büyük bir güçle patlayabilen hidrojen bombası üzerindeki ilk çalışmalara karşı çıkmasından kaynaklanıyordu. Fizikçi Edward Teller, uzun süredir bu silahın geliştirilmesine dönük programın hızlandırılmasını savunuyordu ve 1954 yılındaki duruşmada Oppenheimer’in kararlarına güvenmediğini söylemişti. ‘Devlet meseleleri başka ellerde olsaydı kendimi kişisel olarak daha güvende hissederdim,’ diye ifade vermişti.”
“Anti Amerikancı”
Ama elbette Oppenheimer’in hayatının geri kalanında üzerine yapışıp kalan “utanç lekesi”, onun bir “komünist” ve belki de bir casus —başka bir deyişle tamamen anti Amerikancı— olduğuydu.
Bu, Soğuk Savaş’ın ilkelerine meydan okuyanlara karşı kullanılan başat yalandı. Komisyonun gizli oturumları 60 yıl boyunca gizli kaldı.
2014’te gizliliği kaldırıldıktan sonra tarihçiler, Oppenheimer’e karşı neredeyse hiçbir zarar verici delil içermemesine ve ona sempati duyan pek çok ifadeye hayret ettiklerini ifade ettiler. Buradaki ifşaatlar öncelikle hükümetin kendi yalanlarını örtbas etmekteki çıkarını ortaya koyuyor gibi görünüyor.
Geçtiğimiz aralık ayında, Atom Enerjisi Komisyonu’nun dönüştüğü bakanlığın başında olan Enerji Bakanı Jennifer Granholm, 1954 yılındaki duruşmayı “kusurlu bir süreç” olarak ilan ederek Oppenheimer’in yetki belgesinin iptalini geçersiz kıldı.
Hükümetin hatasından dönmesini sağlamak, American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer kitabının yazarları Kai Bird ve Martin J. Sherwin tarafından başlatılan uzun ve zorlu bir süreçti. Bu süreç yaklaşık 16 yıl sürdü. Sonunda onun adını temize çıkarmayı başardılar.
Gösterdikleri muazzam çabayı ve elde ettikleri neticeyi alkışlamakla birlikte, yapılması gereken daha çok şey var. Bu sadece kişisel bir mesele, bir kişiye yapılan bürokratik bir kusurun düzeltilmesinden daha fazlası. Beşeriyetin geleceği hala tehlikede.
ABD hükümeti, yıllar boyunca nükleer silahların geliştirilmesi için trilyonlarca dolar harcadı, binden fazla nükleer test gerçekleştirdi ve şu anda 12 bin 500 civarındaki çılgın küresel toplamın 5 bin 244 nükleer savaş başlığına sahip. Belki de Oppenheimer’in sözlerine kulak vermeye ve onu dinlemeye başlamanın zamanı gelmiştir.