Kısmi seferberlik ve referandumlar: 1945 ateşkesinin ihlali ve birtakım senaryolar
Rusya Devlet Başkanı Putin, 21 Eylül’de kısmi seferberlik ilan etti ve Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, yakın vadede 300 bin yedek askerin göreve çağrılacağını duyurdu.
Batı medyası kısmi seferberlikten memnun, zira manşetlerinden de anlaşılacağı üzere bunu Moskova’nın zayıflığının tezahürü olarak görüyorlar.
Aslında bu kısmen doğru; son birkaç haftadır yaşananlar Rusya’nın askeri harekata tahsis ettiği kuvvetlerin, NATO’nun envanterindeki neredeyse tüm teçhizata sahip Ukrayna’ya karşı ilerlemeyi sürdürmek için yeterli olmadığını göstermişti.
Rusya’nın kısmi seferberlikte çağırdığı askerlerin sayısı, Rus ordusunun hacmine bakılacak olursa çok ufak bir sayı. Ukrayna, genel seferberlik ilanından sonra 700 bin ila 1 milyon askeri göreve çağırmıştı. Ve NATO’nun Almanya gibi birkaç pürüze rağmen tüm imkanlarını seferber ettiği bir vaziyette kazanımları çok düşük kaldı.
Kiev yönetiminin Harkov’da muzaffer olduğu yadsınamaz bir gerçek, ki bunun Moskova açısından da sürpriz olduğuna şüphe yok.
Manzaraya bakılacak olursa Rusların erken zamanda çekildiği ve kayıpları minimum düzeyde tuttuğu da görülebilir.
Ve seferbelik ilanı, Donetsk kent merkezine ve Zaporijya nükleer santraline Ukrayna yönünden saldırıların artmasıyla da ilgiliydi.
NATO ile savaş: Retorik mi hakikat mı?
Pentagon’un Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin yürüttüğü operasyonların planlamasında aktif olarak yer aldığı, gereken özel yapım teçhizatı sağladığı ve keşif operasyonlarıyla istihbarat paylaşımı yaptığı sır değil; bunu 13 Eylül’de New York Times’a konuşan ismi meçhul yetkililer de söylemişti.
Dolayısıyla Rusya Savunma Bakanı Şoygu’nun 21 Eylül’deki beyanında ifade ettiği Moskova’nın ABD ve NATO ile fiilen savaş halinde olduğu iddiası gerçek.
Şoygu, açıklamasında Ukrayna’ya gelen son Batılı eğitmen grubunun NATO ülkelerinden mustafi ya da muvazzaf subayları içerdiğini ve 150 kişiden oluştuğunu belirtti. Batılı subaylar, Şoygu’ya göre Kiev’den operasyonlara yön veriyor.
Öte yandan Alman Federal Meclisi (Bundestag) Bilimsel Hizmetler Dairesi’nin tam da bu konuyu işleyen dikkat çekici bir raporu mevcut. İlk önce rapora ve sonrasında Almanya dahil diğer “büyük baş” NATO üyelerinin mevcut durumda nasıl bir tutum geliştirdiğine ya da hatta savaşın tarafı olup olmadıklarına bakılmalı.
16 Mart’ta Bundestag’daki Bilimsel Hizmetler Dairesi, Rusya-Ukrayna ihtilafında bir ülkenin ne zaman ve ne durumda savaşa taraf olacağı sorusunu ele aldı. Meclis, sorunun yanıtını 12 sayfalık bir raporla verdi.
Rapor bazı gri alanlardan söz etse de içeriği şöyle özetlenebilir:
“Ukrayna’ya yapılan silah teslimatları Berlin’i ya da bir başka devleti savaşın tarafı yapmaz.”
Bununla beraber rapor, şöyle bir şerh düşüyor:
“[…] Fakat silah tedarikine ilave olarak savaşan tarafa talimat verme ya da onu bu tür silahları kullanmak üzere eğitme sorunu da mevcutsa bir devlet, güvenli alanından, tarafsızlıktan kopabilir”.
Sorunlu olan kısım burası. Zira Berlin, uzun süredir Ukrayna askerlerine teslim ettiği silahlar konusunda eğitim veriyor. Bu durumda Almanya, mevcut uluslararası hukuk uyarınca savaşın tarafı ve kararı alan politikacılar da bunun farkındaydı.
NATO üyelerinin Ukrayna’ya asker göndermesi ya da Ukrayna’da uçuşa yasak bölge oluşturmak istemesi de savaşın tarafı olacakları anlamına geliyor. Bunun şimdiye kadar en cevval destekçisi Polonya’daki neo-faşist yönetimdi.
Fakat AB bürokrasisi, Varşova’nın bu talebini, sözgelimi risk faktörünü de gözeterek sürekli reddetti. Ayrıca bu talebi, ilginç şekilde Washington da hiç dile getirmedi; ABD — en azından şimdilik — açık bir askeri müdahaleden kaçınma niyetinde.
Meseledeki bir diğer hassas konu ise istihbarat verilerinin Ukrayna’ya aktarılması. ABD’nin bu verileri müttefik ülkelerle paylaştığı zaten sır değil. Bundestag raporunda şunlar var:
“Burada hayati derecede elzem olan şey reel koşullardır: Destek ne kadar elzem hale gelirse ve desteklenen taraf, yani Ukrayna buna ne kadar bağımlıysa, kırmızı çizgiye o kadar çok yaklaşırsınız. Stratejik olarak ilgili istihbarat verileri doğal olarak ağırlık taşır. Ancak tabiatları gereği gizlidirler ve karşı tarafa ispatlanması zor veya imkansızdır”.
Rapor, çok sayıda gri alana işaret ediyor. Aşağıdaki kısım da önemli:
“NATO Antlaşmasının 5. maddesine göre ittifakın alacağı vaziyet, NATO Konseyi’nin kararıyla NATO üye ülkeleri tarafından belirlenir. Ancak NATO Antlaşmasında bu konuda net bir düzenleme yok. İttifakın alacağı tutumun tespiti ‘otomatik’ bir sürece dayanmamaktadır. NATO ülkeleri, geniş bir siyasi takdir yetkisiyle, oybirliğiyle karar verirler. Şu an saldırıya uğrayan bir NATO ortağının, ittifakın tutum belirlemesi konusunda bir ‘talebi’ yok”.
Bu maddenin izahını Polonya örneğiyle yapmak daha iyi olur. Varşova, bir süre Washington’u Ukrayna’ya “barış gücü” konuşlandırma konusunda ikna etmeye çalıştı. ABD, bu eylemi reddetse de Varşova’nın elbette istediğini yapmakta özgür olduğunu açıkladı. Ancak bu adım Rusya’yla savaşa sürüklenmekle sonuçlanırsa Varşova, NATO’ya güvenmemeli. Polonya’nın bu konuyu hala gündemde tuttuğunu da söylemekte fayda var.
Rapordaki gri alanlardan biri de keşif verileri, Almanya’dan farklı olarak ABD, Ukrayna’ya sahadan aktif olarak veri sağlıyor. 7 Nisan’da Senato’da düzenlenen oturumda ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’e Washington’un Kiev’e Donbass’a veya Kırım’a dönük saldırılar konusunda tavsiyede bulunup bulunmayacağı soruldu. Yanıt olumsuzdu.
Fakat Austin, ABD’nin Ukrayna ile en azından Donbass hakkında istihbarat verilerini paylaştığı, ancak bunun için henüz ayrıntılı bir talimat bulunmadığını belirtti.
13 Nisan’da Wall Street Journal’da yer alan haberde, Pentagon’un istihbarat paylaşımını genişletmeyi planladığı ve Ukrayna ordusuna Kırım’daki askeri hedefler hakkında veri sağlamayı planladığı iddia edildi.
Gazeteye konuşan ismi meçhul kaynak, “Ukraynalı ortaklarımıza detaylı, stratejik, taktik istihbarat ve kendi güvenliklerini sağlamaları için tam manasıyla ihtiyaç duydukları istihbaratı sağlıyoruz” ifadelerini kullandı.
28 Nisan’a gelindiğinde Bloomberg, istihbarat paylaşımının operasyonel hedefleri içerecek şekilde genişletileceğini bildirdi. Yine ismi meçhul bir kaynağın sözünü ettiği “operasyonel hedefler” arasında “Kırım’ın geri alınması” da var.
5 Mayıs’ta New York Times’ta çıkan haberde ise ABD’nin Ukrayna’ya Rus birlikleri ve generallerinin konumu hakkında gerçek zamanlı istihbarat sağladığı ifade edildi.
Haberde, Kiev’in ABD’nin yardımıyla 12 Rus generali öldürmeyi başardığı iddia edilmiş.
Referandumlar
19 Eylül’de önce Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetleri, sonra askeri harekatla birlikte Rus kuvvetlerinin kontrolüne geçen Herson ve Zaporijya oblastları 23-27 Eylül tarihlerinde Rusya’ya bağlanma referandumu yapacaklarını duyurdu.
Buralardan çıkacak sonuç belli, asıl önemli olan Rusya’nın bu saatten sonra daha fazla güç ve farklı silahlarla savaşmaya başlayacağı.
Rusya’nın referandumların sonucunu tanıyacağı ve bölgelerin Rusya ile birleşme başvurularını derhal kabul edeceği aşikar. Bahsedilen bölgelerde yaşayan veya buralardan kaçan herkesin oy kullanma hakkı var, dolayısıyla referandumlardan çok net bir sonuç beklenebilir.
Rusya’nın önümüzdeki hafta, belki 28 Eylül gibi erken bir tarihte, referandumdan sözgelimi oblastları Rus toprağı olarak kabul edeceği gerçek.
Bundan hemen sonra Rusya, en azından hava kuvvetlerini ve füzelerini daha yoğun bir şekilde kullanarak hızını artırabilir.
Önümüzdeki birkaç hafta içinde yaşanacak hadiseler önemli, zira Rusya’da hayat normal şekilde devam eder ve alınan karar askeri başarıyı beraberinde getirirse, belirsizlik hızla ortadan kalkacak. Rus müdahalesinin başlangıcında da aynı durum söz konusuydu.