Kırılgan Leviathan mı?
"Büyük Teknoloji'ye karşı mücadele, mevcut anti-kapitalist mücadelelerle ne kadar ilişkili? Tekno-feodal iktidarın ulusal sınırları aştığı bir çağda enternasyonalizmi nasıl kavramalıyız?"
Son günlerde teknoloji dünyasında yankılanan bir gelişme, yapay zekâ alanındaki rekabetin sadece teoride değil, piyasalarda da nasıl şiddetlendiğini gözler önüne serdi. Çin merkezli DeepSeek adlı yapay zekâ modelinin ortaya çıkışı, özellikle Amerikan teknoloji tekellerinin hisselerinde hissedilir bir düşüşe neden oldu. Bu durum, Batı’da, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde yapay zekâ şirketleri tarafından yaratılan “balonun” patladığı yönündeki iddiaları beraberinde getirdi. Durum belki biraz farklı olabilir.
DeepSeek’in sahneye çıkmasıyla birlikte, ilk bakışta yapay zekâ hisselerinde genel bir satış dalgası yaşandığı düşünüldü. Özellikle Nvidia gibi yapay zekâ yarışının öncüsü konumundaki şirketlerin hisselerindeki düşüş dikkat çekiciydi. Nvidia, 2024 yılının adeta sembol hissesi haline gelmiş, yatırımcı ordularının desteğini arkasına almıştı. Fakat tıpkı suyun akışı gibi, yatırımcılar da bir noktadan sonra, genellikle büyük paralar kazandıktan sonra, rotalarını değiştirirler. Nvidia hisseleri, 21-29 Ocak tarihleri arasında yüzde 11 gibi önemli bir oranda değer kaybetti. Bu düşüş, ilk etapta yapay zekâ balonunun patladığı yönündeki iddiaları haklı çıkarır gibiydi. Fakat, olayın sadece bu yüzüyle sınırlı olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Axios’ta yer alan değerlendirme, meselenin ilk bakışta göründüğünden daha karmaşık olduğunu ortaya koyuyor. Axios’a göre, DeepSeek’in duyurulmasının ardından yaşanan hisse satışları, aslında yapay zekâ kârlarının gelecekte nereye akacağına dair piyasanın daha ölçülü “yeniden ayarlanması” olarak yorumlanmalı. Yani, bu düşüş, yapay zekâ alanındaki potansiyelin azalmasından ziyade, rekabetin artması ve kâr dağılımının değişmesi beklentisiyle ilgiliydi. Nitekim, Nvidia’nın mevcut durumu da bu tezi destekliyor. Hisse düşüşüne rağmen, Nvidia dün kapanışta 3 trilyon doların üzerinde bir piyasa değerine ulaştı. Bu değer, onu dünyanın en değerli ilk üç şirketi arasına yerleştiriyor. Nvidia, şu anda Suudi Aramco’dan yüzde 70, Alphabet veya Amazon’dan ise yüzde 24 daha değerli.
Yapay zekâ ekonomisi üzerine çalışmalarıyla tanınan analist Jeffrey Emanuel’in, geçen hafta yayımladığı ve büyük yankı uyandıran “Nvidia için kısa pozisyon” notuna dikkat çeken Axios, Emanuel’in 12 bin kelimelik tezinin, “DeepSeek tek başına yapay zekâ dünyasını altüst etti” fikrinden çok daha derin ve karmaşık olduğunu vurguluyor. Burada bir parantez açmak gerekirse, hisse satışlarının DeepSeek’in R1 yapay zekâ modelinin lansmanından tam bir hafta sonra ve OpenAI’ın GPT-4’ü ile doğrudan rekabet eden V3 modelinin lansmanından bir aydan fazla bir süre sonra gelmesi de dikkat çekici. Zamanlama, tek başına DeepSeek’in doğrudan bir tetikleyici olmadığını, daha geniş bir piyasa dinamiğinin etkili olduğunu gösteriyor.
Emanuel’in tezi, sadece DeepSeek’in tek başına yıkıcı bir etki yarattığı değil. Aksine, Çin yapay zekâ alanının ne kadar rekabetçi olabileceğini ve geniş bir aktör yelpazesi için “fırsat olduğunu” ortaya koyuyor. Amazon, Apple ve hatta OpenAI gibi pek çok şirket, Nvidia ile rekabet edebilecek çipler geliştirmek için yoğun yatırım yapıyor.
Axios’a göre, Nvidia şu ana kadar olağanüstü güçlü adımlar atmış olsa da zamanla, hatta Nvidia çiplerini kullanarak geliştirilen yapay zekâ araçları tarafından bile aşınacağına inanmak için pek çok neden var. Örneğin, yapay zekâ hisseleri geçen hafta kesinlikle kötü bir hafta geçirmedi. Piyasa hala Meta ve Microsoft gibi şirketlerin bu yıl Nvidia çipleriyle dolu yeni veri merkezlerine rekor miktarda para harcayacağına inanıyor ve şimdi bu çiplerin başlangıçta inanıldığından daha verimli ve güçlü olacağını umuyor. Nitekim, Meta ve Microsoft hisseleri, 21 Ocak sıfır noktasına göre sırasıyla yüzde 10 ve yüzde 3 daha yüksek seviyede bulunuyor: “Eğer yıkım böyle görünüyorsa, yapay zekâ devrimi oldukça sancısız olacak.”
Açık kaynağın tekellere gol atması pozitif bir gelişme; fakat DeepSeek’in piyasaya girişi ve Nvidia hisselerindeki düşüş, yapay zekâ balonunun patlamasından ziyade, piyasanın kendini yeniden ayarlaması olarak görülebilir.
Kırılgan Leviathan mı?
Cédric Durand, New Left Review
Robert Musil’in Niteliksiz Adam (1930) adlı, Birinci Dünya Savaşı arifesinde Viyana’da geçen eserinde, ordu generali Stumm von Bordwehr, ‘Yaşananların doğrudan içinde olanlar, bunun büyük bir olay olup olmayacağını önceden nasıl bilebilir ki?’ diye sorar ve şöyle yanıtlar: ‘Yapabilecekleri tek şey, kendilerine öyle olduğunu söylemek! Bir paradoksa kaçmama izin verilirse, dünya tarihinin olay olmadan önce yazıldığını söyleyebilirim; her zaman bir tür dedikodu olarak başlar.’
Geçtiğimiz hafta, Donald Trump’ın iktidara dönüşüyle, teknoloji endüstrisinin devleri yemin töreninde toplandığında dedikodular yayılıyordu. Ön sıralarda Meta’dan Mark Zuckerberg, Amazon’dan Jeff Bezos, Google’dan Sundar Pichai ve Tesla’dan Elon Musk’a yer ayrılırken, Apple’dan Tim Cook, Open AI’dan Sam Altman ve TikTok’tan Shou Zi Chew daha arkada oturuyordu.
Sadece birkaç yıl önce, bu milyarderlerin büyük çoğunluğu Biden ve Demokratların açık sözlü destekçileriydi. Trump, ‘Hepsi onunlaydı,’ diye hatırlıyor, ‘hepsi ve şimdi hepsi benimle.’
Can alıcı soru, bu yeniden hizalanmanın doğasıyla ilgili: Aynı sistemik parametreler içinde basit bir fırsatçı dönüş mü? Yoksa bu, tarihte büyük bir olay olarak adlandırılmaya değer bir kopuş anı mı? İkinci hipotezi riske atalım.
Bildiğimiz gibi Trump, gösterişli övgülere düşkün. Saray mensupları Mar-a-Lago malikanesine akın ettiğinde, minyatür bir Versay gibi görünmüyor mu? Ancak başkan, XIV. Louis olmak isteyen biri değil. Projesi, otoriteyi devlette merkezileştirmek değil, özel çıkarları kamu kurumları pahasına güçlendirmek. Kurumsal tekellerin yurt içinde ve yurt dışında hareket alanını genişletmek için Biden yönetiminin yeşil sübvansiyonlarını, antitröst politikalarını ve vergilendirme önlemlerini yürürlükten kaldırarak müdahalecilik yönündeki acemi girişimlerini şimdiden tersine çevirmeye çalışıyor.
Göreve başladığı gün imzaladığı iki başkanlık kararnamesi bu eğilimin altını çiziyor. İlki, ‘ABD ulusal güvenliğine, ekonomisine, sağlığına veya kamu güvenliğine risk oluşturan yapay zekâ sistemlerinin geliştiricilerinin, güvenlik testlerinin sonuçlarını ABD hükümetiyle paylaşmasını’ gerektiren Biden dönemi yönergesini iptal etti. Kamu otoritelerinin daha önce yapay zekâ sınırındaki gelişmelerde bir nebze söz hakkı varken, bu asgari gözetim artık kaldırıldı.
İkinci kararname, Musk’ın başkanlığında Hükümet Verimliliği Dairesi’nin (DOGE) kurulduğunu duyurdu. Obama döneminde devletin farklı kolları arasında bilgi sistemlerini entegre etmek için kurulan ABD Dijital Hizmetlerinin yeniden düzenlenmesine dayanan DOGE, tüm devlet kurumlarından sınıflandırılmamış verilere sınırsız erişime sahip olacak. İlk görevi, devlet memurlarının ‘Amerikan ideallerine, değerlerine ve çıkarlarına bağlılığını’ ve ‘Yürütme Erki’ne sadakatle hizmet etmelerini’ sağlayarak ‘federal işe alım sürecini reforme etmek ve liyakati kamu hizmetine geri kazandırmak.’ DOGE, ayrıca bu sürece ‘modern teknolojileri entegre edecek’, yani Musk ve makinelerine federal devlet memurlarının siyasi denetimi sorumluluğu verilecek.
Trump’ın ikinci döneminin ilk saatlerinde, teknoloji girişimcileri en kârlı girişimlerini kamu incelemesinden korumayı başarırken, devlet bürokrasisi üzerinde önemli bir nüfuz elde ettiler. Yeni yönetim, federal devleti hegemonik bir stratejinin parçası olarak egemen sınıfları birleştirmek için kullanmakla ilgilenmiyor. Bilakis, sermayenin en saldırgan kesimini her türlü ciddi federal kısıtlamadan kurtarmaya çalışırken, idari aygıtı Musk’ın algoritmik kontrolüne boyun eğmeye zorluyor.
Tekno-oligarkların elinde artan güç yoğunlaşması kaçınılmaz değil. Çin’de, Büyük Teknoloji sektörü ile devlet arasındaki ilişki değişkendir, ancak ilki genelde ikincisi tarafından belirlenen kalkınma hedeflerine uyum sağlamak zorunda kalır. Batı’da da kamu kurumları zaman zaman kurumsal tekelleşmeye karşı geri adım attılar; Kongre, ABD Hazine Bakanlığı ve Fed, 2021’de Facebook’un kripto para projesi Libra’yı engellemek için bir araya geldi.
Ekonomist Benoît Cœuré’ye göre, ‘tüm siyasi soruların anası, ödemelerin geleceğini ve ilgili verilerin kontrolünü şekillendirmede hükümet ve Büyük Teknoloji arasındaki güç dengesidir.’ Fakat Trump şimdi bu dengeyi Büyük Teknoloji lehine daha da kaydırıyor. Başkanlık kararnamelerini, düzenleyicilere kripto para birimine yatırımı teşvik etmeleri talimatını vererek takip ederken, merkez bankalarının bir dengeleyici görevi görebilecek kendi dijital para birimlerini geliştirmelerini engelledi. Devamında bu türden —deregülasyon, vergi indirimleri, devlet sözleşmeleri ve yasal korumalar— daha fazla politika bekleyebiliriz.
Dünyanın önde gelen gücünün bu radikal projesi, sermaye ve devlet, sınıflar ve ülkeler arasındaki ilişkiyi önümüzdeki yıllarda yeniden şekillendirerek ciddi sonuçlar doğurabilir. Başka bir yerde ‘tekno-feodalizm’ olarak tanımladığım bir süreci hızlandırma tehdidi oluşturuyor. Büyük şirketler bilgi ve verileri tekelleştirdikçe, çalışma pratiklerinden sosyal medya kullanımına ve alışveriş alışkanlıklarına kadar insan faaliyetlerini koordine etmenin algoritmik araçlarını merkezileştiriyorlar. Kamu kurumları toplumu örgütleme konusunda giderek yetersiz kaldıkça, görev daha sonra bireysel ve kolektif davranışı etkileme konusunda olağanüstü bir kapasite kazanan Büyük Teknoloji’ye düşüyor.
Böylece kamusal alan çevrimiçi ağlara dönüşürken, parasal güç kripto para birimlerine kayıyor ve yapay zekâ, Marx’ın ‘genel zekâ’ olarak adlandırdığı şeyi kolonileştirerek siyasi gücün özel çıkarlar tarafından sürekli olarak ele geçirilmesinin habercisi oluyor.
Aracı kurumların zayıflaması, anti-demokratik bir dürtü veya daha doğrusu eşitlikten nefret ile el ele gidiyor. 1994’te tekno-iyimser manifesto ‘Siber Uzay ve Amerikan Rüyası’nın yayınlanmasından bu yana, Silikon Vadisi’nin büyük bir kısmı, yaratıcı öncülerin kolektif kurallarla bağlı olamayacağı Randçı ilkesine bağlı kaldı. Girişimci, kendisini kısıtlamakla tehdit eden daha zayıf varlıkları (işçiler, kadınlar, ırksallaştırılmış ve trans bireyler) çiğneyip geçme hakkına sahip. Bu nedenle Kaliforniyalı liberaller ile aşırı sağ arasındaki hızlı yakınlaşma, Musk ve Zuckerberg’in kendilerini şimdi uyanıklık akımını tersine çevirmek için savaşan kültür savaşçıları olarak göstermesi. Algoritmik yönetim, halka karşı hiçbir sorumluluk taşımadan ‘yenilik yapma’ hakkını kutsallaştırıyor.
Bu ortaya çıkan birikim rejimi aynı zamanda üretim ve tüketim mantığını yağma ve bağımlılık mantığıyla değiştiriyor. Kâr iştahı kapitalizmin önceki dönemlerindeki kadar açgözlü kalırken, Büyük Teknoloji’nin kâr güdüsü benzersiz. Sermaye geleneksel olarak maliyetleri düşürmek veya talebi karşılamak için yatırım yaparken, tekno-feodal sermaye, farklı toplumsal faaliyet alanlarını kontrolü altına almak, bireyleri, işletmeleri ve kurumları aynı şekilde tuzağa düşüren bir bağımlılık dinamiği yaratmak için yatırım yapıyor. Bunun nedeni kısmen Büyük Teknoloji tarafından sunulan hizmetlerin diğer emtialar gibi olmaması. Bunlar genellikle toplumun bağlı olduğu kritik altyapılardır. Microsoft’un 2024 yazındaki devasa elektrik kesintisi, havaalanlarının, hastanelerin, bankaların ve devlet dairelerinin diğer şeylerin yanı sıra artık bu teknolojilere bağımlı olduğunun çarpıcı bir hatırlatıcısıydı; bu da tekelcilere fahiş kiralar talep etme ve sonsuz paraya çevrilebilir veri akışları yaratma olanağı tanıyor.
Sonuç, küresel ekonomide genel bir durgunluk. Diğer sektörlerdeki kârlı işletmeler, bulut ve yapay zekâya giderek daha bağımlı hale geldikçe pazar konumlarının zayıfladığını görürken, daha geniş nüfus da rantçı sermayenin yağmasına maruz kalıyor. Tekno-feodallerin muazzam kaynak ihtiyacı, dünya çapında yeni karbon yoğun veri merkezlerinin ortaya çıkmasıyla ekolojik yıkımın artmasına da yol açıyor. Büyüme yavaşladıkça, siyasi kutuplaşma ve ekonomik eşitsizlik derinleşiyor ve işçiler küçülen bir servet payı için mücadele ediyor.
Bu, sol için bir dizi stratejik soru ortaya çıkarıyor. Büyük Teknoloji’ye karşı mücadele, mevcut anti-kapitalist mücadelelerle ne kadar ilişkili? Tekno-feodal iktidarın ulusal sınırları aştığı bir çağda enternasyonalizmi nasıl kavramalıyız?
Burada, Slavoj Žižek tarafından ustaca özetlenen Mao’nun klasik eseri Çelişki Üzerine’nin (1937) ana ilkelerini akılda tutmakta fayda olabilir:
“Esas [evrensel] çelişki, belirli bir durumda baskın olarak ele alınması gereken çelişkiyle örtüşmez; evrensel boyut tam anlamıyla bu belirli çelişkide bulunur. Her somut durumda, farklı bir ‘belirli’ çelişki baskın olanıdır; tam olarak esas çelişkinin çözümü için mücadeleyi kazanmak için, belirli bir çelişkinin baskın olan olarak ele alınması ve diğer tüm mücadelelerin ona tabi kılınması gerektiği anlamında.”
Bugün evrensel çelişki, sermayeyi yaşayan emeğe karşı karşıya getiren kapitalist sömürü olmaya devam ediyor. Ancak Trump ve Musk tarafından temsil edilen tekno-feodal saldırı bu durumu değiştirebilir ve Amerikan Büyük Teknolojisi ile sömürdükleri arasında yeni bir esas çelişki yaratabilir. O noktaya ulaşırsak, solun görevi önemli ölçüde değişecektir. Mao, Çin’in sömürge savaşlarını örnek göstererek şöyle açıklıyor:
“Emperyalizm böyle bir ülkeye karşı bir saldırı savaşı başlattığında, o ülkedeki çeşitli sınıflar, ulusa ihanet eden küçük bir azınlık dışında, emperyalizme karşı ulusal bir savaşta geçici olarak birleşebilirler. Emperyalizm ile söz konusu ülke arasındaki çelişki o zaman ana çelişki haline gelir ve ülke içindeki çeşitli sınıflar arasındaki tüm çelişkiler [feodal rejim ile halk kitleleri arasındaki ana çelişki de dahil olmak üzere] geçici olarak geri plana ve ikincil bir konuma düşer.”
Mevcut bağlamda bu, solun ötesine geçerek Büyük Teknoloji ile ters düşen çeşitli demokratik güçlere ve sermaye kesimlerine ulaşan bir anti-tekno-feodal cephe oluşturmak anlamına gelecektir. Bu varsayımsal eylem, tekellerin elinden kurtulmuş, alternatif teknolojilerin geliştirilebileceği bir ekonomik alan yaratmayı amaçlayan ‘bağlantısız bir dijital politika’ benimseyebilir. Bu da ABD’li teknoloji şirketlerine erişimi reddetmek ve altyapılarını mümkün olan her yerde ortadan kaldırmanın yanı sıra, insanların teknolojik çözümleri işbirliği temelinde paylaştığı yeni bir dijital enternasyonalizm biçimi anlamına gelecektir; bu bir tür dijital korumacılığı ima eder.
Elbette, böyle bir ittifak çeşitli yapısal engellerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Farklı sektörler ve bölgelerdeki yatırımların birbirine bağlı olması nedeniyle, sermaye çıkarlarının karmaşık bir şekilde iç içe geçmesi nedeniyle, hangi sermaye kesimlerinin Büyük Teknoloji ile daha uyumlu olduğunu ve hangilerinin muhalefete katılmaya zorlanabileceğini belirlemek zordur. Ayrıca, milli burjuvazilerin emperyal çekirdeğin dışındaki kalkınma projeleri söz konusu olduğunda meşhur güvenilmez ortaklar olduğu gerçeği de var; tipik olarak bağımlılığa son verecek yapısal değişimi gerçekleştirmekten ziyade kendi rantçı zenginliklerini artırmakla ilgilenirler. Ve bu güçleri bir araya getirmeyi başarsa bile, anti-tekno-feodal bir cephenin bürokratik ele geçirmeye karşı savunmasız olabileceği (dijital alternatiflerin geliştirilmesini halk kitlelerini aktif olarak dahil etmek yerine uzmanlara emanet etmek) tehlikesi de var.
Yine de teknoloji milyarderlerinin de yüzleşmesi gereken kendi engelleri var. Projeleri (algoritmik kontrole kalan son engelleri yıkmak için Trump ile bir ittifak kullanmak) son derece dar bir sosyal tabana sahip ve ilerleme hızı hem genel nüfustan hem de seçkinlerden direniş yaratacağından emin. Ayrıca DeepSeek gibi rakip şirketlerin Silikon Vadisi’nin yenilmezlik imajını baltalamaya çalıştığı Çin’in dijital kapasitesiyle de mücadele etmek zorunda. Bu nedenle Amerikan tekno-feodalizmi kırılgan bir Leviathan olarak ortaya çıkabilir mi? Trump’ın iktidara dönüşü ‘büyük bir olay’ olarak mı hatırlanacak, yoksa bu sadece boş bir dedikodu mu?