İsrail-İran savaşının ön sonuçları
"İsrail'in lider kadroyu yok etme stratejisinin İran tarafında parçalanma ve felce mi yol açacağı, genç bir Devrim Muhafızları kuşağını mı ön plana çıkaracağı konusunda da ciddi bir belirsizlik var."
York Üniversitesi'nde Orta Doğu'nun Modern Tarihi alanında kıdemli öğretim görevlisi Dr. Eskandar Sadeghi-Boroujerdi, İsrail'in İran'a yönelik son saldırılarının, sadece nükleer programı hedef almadığını, aksine ABD destekli bir rejim değişikliği ve İran'ı bölgesel bir güç olarak etkisizleştirme stratejisinin bir parçası olduğunu ifade ediyor. Sadeghi-Boroujerdi, bu saldırıların aldatıcı bir diplomasi sürecinin ardından geldiğini ve İran'ı gafil avlamak için planlanmış bir manevra olduğunu belirtiyor. Bu durumun, İran içinde beklenmedik bir ulusal birlik yarattığını ve ülkeyi nükleer caydırıcılığı ciddi olarak düşünmeye ittiğini vurguluyor. Sadeghi-Boroujerdi, bu çatışmanın, Orta Doğu'da bağımsız hiçbir güce izin vermemeyi amaçlayan uzun vadeli bir politikanın zirve noktası olduğunu ve gerçek diplomasi ihtimalini ortadan kaldırdığını öne sürüyor.
Sonuç
Eskandar Sadeghi-Boroujerdi
New Left Review
17 Haziran 2025
İsrail'in, Filistin halkına yönelik soykırım sürerken İran'a başlattığı saldırı, son derece tanıdık ve kasvetli bir senaryoyu takip ediyor. İsrail, daha önceki Lübnan ve Gazze operasyonlarında olduğu gibi, "lider kadroyu yok etme" stratejisi izleyerek ülkenin siyasi ve güvenlik kurumlarındaki kilit isimleri ortadan kaldırmayı ve sivil halkı terörize etmeyi amaçlıyor. "Önleyici" ya da "yayılmayı önleme" gibi aldatıcı bir dille çerçevelenmiş olsa da, İsrail'in bu gerilimi tırmandırması çok daha geniş ve iddialı projenin —sadece İran'ın nükleer programını durdurmak değil, aynı zamanda İran'ı ABD-İsrail tahakkümüne direnebilecek egemen bölgesel bir aktör olmaktan çıkarmak— habercisi. Bu rejim değişikliği ajandası, bölgenin yakın tarihini bilen hiç kimse için sürpriz olmamalı. Bu gündem arkasında Irak, Libya, Suriye, Filistin ve Lübnan'da bir yıkım izi bıraktı.
İsrail, tek gecede Devrim Muhafızları Ordusu Başkomutanı Hüseyin Selami, İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri, DMO Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Emir Ali Hacızade, eski İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Feridun Abbasi ve İslami Azad Üniversitesi Rektörü Muhammed Mehdi Tehrani'ye suikast düzenlemeyi başardı. İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi'nin eski başkanı, Dini Lider'in kıdemli danışmanı ve ABD ile son müzakerelerde merkezi rol oynamış olan Ali Şemhani'nin ise ilk başta öldüğü bildirilse de, kendisine yönelik suikast girişiminden kıl payı kurtulduğu düşünülüyor. İsrail, nükleer tesisler ve askeri hedeflere saldırmanın yanı sıra, yoğun nüfuslu bölgelerdeki yerleşim yerlerine bomba yağdırarak ilk üç günde 224 kişinin ölümüne ve tahminen 1200 kişinin de yaralanmasına neden oldu. Böylesine üst düzey operasyonun fark edilmeden ilerleyebilmesi, İran güvenlik kurumları içinde büyük bir istihbarat zafiyetine ve muhtemelen Mossad ile ABD istihbaratının derin sızmasına işaret ediyor.
Saldırılar, Tahran ile Washington arasında nisan ortasında başlayan yenilenmiş nükleer müzakerelerin ardından geldi. İran'ın Ruhani yönetiminin, yaptırımların kaldırılması karşılığında uranyum zenginleştirmeyi sınırlamayı kabul ettiği Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nı (KOEP) imzalamasının üzerinden neredeyse on yıl geçti. Bu anlaşma, Trump'ın tek taraflı olarak çekilip İran halkını sefalete sürüklemek ve iç karışıklığı körüklemek için tasarlanmış yaptırımlar uygulayarak sözde "azami baskı" stratejisine yöneldiği 2018'e kadar geçerliliğini korudu. Bu süre boyunca İran, uluslararası denetim rejimi altında sivil amaçlı zenginleştirme hakkını korumasına olanak tanıyacak diplomatik bir çıkış yolu umudunu sürdürdü. Hem elitlerden hem de geniş halk kitlelerinden, müzakere edilmiş bir çözüm biçimini yeniden tesis etmesi yönünde kayda değer baskıyla karşılaştı. Dolayısıyla Trump bu yıl Beyaz Saray'a dönüp yeni bir anlaşmanın ulaşılabilir olabileceğinin sinyalini verdiğinde, mevcut Pezeşkiyan hükümeti, belki de safça, daha fazla görüşmeye katılmayı kabul etti. Bu diplomasinin hiçbir zaman ciddi olmadığı artık gün gibi ortada. ABD için amaç anlaşmaya varmak değil, teslim olmaya zorlamaktı.
Trump'ın "anlaşma yapma" söyleminin altında maksimalist bir talep —İran'ın sadece sivil nükleer programından vazgeçmesi değil, aynı zamanda füze cephaneliğini ve bölgesel ittifaklarını da dağıtması— yatıyordu. Netanyahu'nun defalarca "Libya seçeneği" olarak adlandırdığı şey de bu. Bir yumuşama veya normalleşme değil, Tahran'ın asla kabul etmeyeceği türden tam bir teslimiyet. Bu minvalde, Trump'ın Netanyahu ile sözde "arasının açılması" tiyatrosu artık gerçek bir politika ayrılığından ziyade stratejik bir manevra —savaş hazırlıkları sürerken İranlıların hedefini şaşırtmanın bir yolu— gibi görünüyor. İsrail'in sadece düşmanın savunma kabiliyetlerini zayıflatmayı değil, aynı zamanda halkı arasında korku ve kafa karışıklığı yaratmayı amaçlayan hava saldırıları, suikastları ve sabotaj eylemleri İran'ı gafil avladı. Liderliği yanıt vermekte yavaş kalsa da, zamanla yeni gerçekliğe uyum sağladı.
Washington ve Tel Aviv'de geliştirilen uzun vadeli strateji, kalkınmayı engelleme aracı olarak hibrit savaşı kullanmak; yani İran devletini ve toplumunu içten çökertmek, diplomatik olarak izole etmek ve askeri müdahaleye karşı savunmasız hâle getirmek, böylece İslam Cumhuriyeti'nin en sonunda devrilebilmesini sağlamaktı. İsrail ayrıca, eski Şah'ın sürgündeki oğlunu hazırlamak gibi çeşitli yumuşak güç yöntemleri de kullandı. Bu şahıs, İran'da pek siyasi ağırlığı olmayan ancak yabancı propaganda için yine de kullanışlı olan, Batı medyasında sık sık boy göstererek İranlıların "rejimi" devirip yerine Batı yanlısı bir rejim getirmek üzere ayaklanmanın eşiğinde olduğunu duyuran bir figür.
Bu fantezi, 2000'lerin başındaki yeni muhafazakarlığın bariz izlerini taşıyor. ABD'nin Irak işgalinin temelini oluşturan aynı sanrıların yeniden ısıtılmış bir versiyonu: Parçalanmış, bölünmüş devletin, halkının rızasıyla ve hatta desteğiyle, özelleştirmeye, varlıkların yağmalanmasına ve jeostratejik güç gösterisine açık, Batı sermayesi için uysal bir karakol olarak yeniden yapılandırılabileceği sanrısı. Ayrıca, Netanyahu'nun İran'ın nükleer silah edinmenin eşiğinde olduğu ve Yemen'deki Ensarullah'a bir tane tedarik etme niyetinde olduğu iddialarında olduğu gibi, savaşa rıza üretmek için dezenformasyon kullanma taktiği de yeniden moda oldu. Öyle fantastik bir alana giriyoruz ki, "şüpheli dosya" ve "45 dakikada kitle imha silahı" iddiaları kıyaslandığında neredeyse şirin kalıyor.
Fakat Netanyahu ve Trump, İran milliyetçiliğinin çeşitli biçimlerindeki direncini hafife almış görünüyor. Saldırıları şimdiden önemli bir bayrak etrafında toplanma etkisi yarattı. Eski siyasi mahkumlar da dahil olmak üzere İslam Cumhuriyeti'nden derin hayal kırıklığına uğramış olanlar arasında bile ulusal birlik ve ülkenin savunulması çağrıları yankı buldu. Bunun sadece İslam Cumhuriyeti'ne değil, İran'ın kendisine yönelik bir savaş; İran'ı, içten bölünmüş ve egemen kalkınmanın keyfini çıkaramayacak kadar zayıf, bırakın bölgesel bir meydan okuma oluşturmayı, etnik bölgelerden oluşan bir yamalı bohçaya çevirme girişimi olduğuna dair artan bir farkındalık var. Saddam Hüseyin de bir zamanlar benzer emeller beslemişti ama bunlar boşa çıkmıştı. Görünüşe göre İsrail, başkalarının başaramadığı yerde başarılı olmayı umuyor.
Sivil can kayıpları arttıkça, ölenlerin görüntüleri geniş çapta yayılıyor: Tekvando elbiseli küçük bir çocuk, kırmızı elbiseli bir balerin, 16 yaşında bir buz patencisi, önde gelen bir dergiyle bağlantılı bir grafik tasarımcı, genç bir kadın şair... İsrail'in harekâtını İran'ın yakıt depoları ve havalimanları da dahil olmak üzere sivil altyapısına genişletmesi ve ulusal yayın kuruluşuna canlı yayın sırasında yapılan saldırı, ülke geneline keder ve öfke yaydı. Hükümet, saldırganlığa Tel Aviv ve Hayfa'ya saldırılar düzenleyerek yanıt verdi ve İsrail için daha önce düşünülemez maliyetler yükleyebilme kapasitesinin sinyalini verdi. Ancak aradaki derin asimetri varlığını koruyor. İran'ın nükleer şemsiyesi, daimi ittifakları ya da NATO'su yok; İsrail ise gelişmiş hava savunma sistemleri, anlık istihbarat paylaşımı ve neredeyse tam diplomatik dokunulmazlıkla ABD tarafından koşulsuz destekleniyor. İran caydırıcılık için savaşırken, İsrail kontrolsüz bir hakimiyet için savaşıyor.
Uzmanlar on yıllardır, diplomasiyi bir tuzak ve müzakereleri baskı için bir kılıf olarak görmenin, İran'ı nükleer caydırıcılığı seçmeye zorlayacağı konusunda uyarılarda bulunuyordu. Şimdi o eşiğe yaklaşıyoruz. Bu yazının yazıldığı esnada, İran'ın nükleer silah peşinde koşmaya karar verdiğine dair hâlâ bir belirti yok ve birçoklarının siyasi olarak taviz verdiğini düşündüğü Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile artan gerilime rağmen işbirliğini sürdürüyor. Yine de, hem siyasi elitler hem de geniş halk kitlelerinden oluşan ve giderek büyüyen bir koro, İran'ın bu adımı çok önceden atmış olsaydı bu kadar tehlikeli bir duruma düşmeyeceğini savunuyor. Kuzey Kore'nin, ABD gücünün mantığını daha iyi anladığını ve buna göre hareket ettiğini gözlemliyorlar. Bu çevrelerde hakim olan görüş, eğer İran hâlâ teknik kapasiteye sahipse, şimdi bunu kullanma zamanının geldiği yönünde.
Bu arada, merkezi bir soru da İran'ın mevcut misilleme kampanyasını sürdürüp sürdüremeyeceği. İsrail'e yeterince yüksek bir bedel ödetmezse, düşmanını cesaretlendirme ve daha sonraki saldırıların şiddetini artırma riskiyle karşı karşıya kalır. İranlı planlamacılar muhtemelen, Rusya'nın oyun kitabını takip ederek mevcut sanayi altyapılarını savaş durumuna geçirip geçiremeyeceklerini değerlendiriyorlar. Bu, uzun süredir yolsuzluk ve kronik kötü yönetimle zayıflamış bir devlet için zorlu bir görev, fakat zorunluluk, icadın anası olabilir. Onlarca yıllık yaptırımlar, İran'ı yeni gelişmekte olan yerli bir savunma sanayii geliştirmeye zorladı; bu sanayii kusursuz olmaktan uzak olsa da, yine de büyük insani maliyetlerle asimetrik caydırıcılık kabiliyetine sahip.
İsrail'in lider kadroyu yok etme stratejisinin İran tarafında parçalanma ve felce mi yol açacağı, yoksa daha az temkinli ve gerilimi tırmandırmaya daha hazır olan daha genç bir Devrim Muhafızları kuşağını mı ön plana çıkaracağı konusunda da ciddi bir belirsizlik var. Topyekun bir rejim değişikliğinin başarılı olması pek mümkün olmasa da, bu büyüklükte bir savaşın İslam Cumhuriyeti'ni neredeyse kesin olarak yeniden şekillendireceği söylenebilir. Devletin ve toplumun militarizasyonunu derinleştirebilir ve DMO'yu siyasi ve iktisadi yaşamının merkezine daha da yerleştirebilir. Charles Tilly'nin ünlü gözleminde olduğu gibi, "savaş devleti, devlet de savaşı yarattı". Böylesi koşullar altında sağlam bir demokratik gücün veya ilerici bir toplumsal hareketin gelişebileceği fikri hayal ürünü gibi görünüyor. Bilakis, bu gelişmelerin sivil haklar ve daha demokratik bir sistem mücadelesini on yıllarca geriye götürmesi muhtemel.
İran'ın kendini savunmak için son çare bir seçeneği daha var, o da küresel petrol tüketiminin yaklaşık yüzde 20'sini ve dünyanın sıvılaştırılmış doğalgazının yaklaşık yüzde 20'sini oluşturan, günde yaklaşık 21 milyon varil petrolün geçtiği stratejik bir darboğaz olan Hürmüz Boğazı'nı kapatmak. Piyasalar şimdiden böyle bir hamle ihtimali karşısında endişeli. Bu, aşırı bir gerilim tırmanışı anlamına gelse de, İran, ABD'nin İsrail adına askeri müdahalede bulunmaya karar vermesi durumunda bunu gerekli görebilir. O noktada, eşi benzeri görülmemiş ve tehlikeli bir alana girmiş oluruz.
İsrail garnizon devleti, ezici bölgesel askeri üstünlükten memnun olmadığını açıkça ortaya koydu; aynı zamanda komşularının kalıcı acizliğini de arzuluyor. İsrail ve onun baş hamisi, eylem özgürlüklerini mütevazı bir şekilde de olsa kısıtlayabilecek egemen, bağımsız bir İran'a tahammül etmeyecektir. Bu diplomatik bir başarısızlık değildir. Bu, diplomasinin hesaplanarak engellenmesidir. Standart politikadan bir sapma değil, Washington ve Tel Aviv'de on yıllardır süren bir fikir birliğinin mantıksal zirvesidir: Orta Doğu'da hiçbir bağımsız güç, tabiyet mimarisinden kaçamamalıdır.