Hollanda'nın Rusya'yı mahkum eden MH17 kararında usulsüzlükler: Bir "false flag" operasyonun yapısökümü
Hollanda yargısı, 17 Temmuz 2014’te Amsterdam—Kuala Lumpur seferini yapan Malezya Hava Yolları’na ait MH17 uçağının Donbass’ta uçaksavar füzeyle düşürülmesi ve 298 yolcu ve mürettebatın hayatını kaybetmesine ilişkin davada Rusya vatandaşları İgor Girkin ve Sergey Dubinskiy ile Ukrayna vatandaşı Leonid Harçenko’ya müebbet hapis cezası verdi. Ayrıca mahkeme, üç sanığın kurbanların yakınlarına 16 milyon euro tazminat ödemesine hükmetti.
Kazada 193’ü Hollandalı ve 38’i Avustralyalı 298 kişi hayatını kaybetmişti.
Davaya bakan Hollandalı yargıç Hendrik Steenhuis, eski bir vergi müfettişi ve şu anda Lahey’deki bir bölge mahkemesinde görev yapıyor.
Steenhuis, Hollanda ve Ukrayna makamları ve onların subayları, istihbarat teşkilatları ve polis birimlerinin sunduğu delillerin makul olduğuna karar verdi. Ve nihayetinde suçlu Moskova oldu.
Karar metninde “delillerde karartma izine rastlanmadığına” ve “tüm telefon kayıtları ve fotoğrafların gerçek olduğu ve manipüle edilmediği” neticesine varılmış.

Yargıç, Rusya makamları tarafından sunulan tüm delilleri “kabul edilemez” bulduğunu söyleyerek reddetti bunların “açık, şeffaf ve tam anlamıyla ikna edici olmadıklarını” iddia etti.
Karara göre hükümlüler Girkin, Dubinskiy ve Harçenko, “Rus devletinin taraf olduğu doğu Ukrayna ihtilafında suç örgütü kurdular”, ancak buna dair delil sunulmadı.
Ayrıca Steenhuis, savaş yasalarının ve silahların konuşlandırılması ve kullanılmasına yönelik muharip dokunulmazlığının Kiev güçlerini yasal olarak koruduğuna ama bunun Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyeti milisleri için geçerli olmadığını ifade etti.
“Muharip dokunulmazlığının olmaması nedeniyle şüpheliler, diğer herhangi bir sivil gibi, savaş uçağı da dahil olmak üzere herhangi bir uçağa ateş etme ve yolcuları öldürme hakkına sahip değildi. Bu nedenle bir uçağın düşürülmesi ve yolcuların öldürülmesi şeklindeki gerçekleştirilmiş suç eylemi, orijinal plana halihazırda dahil edilmişti.
Mahkeme, Buk füzesinin kasten ateşlendiği, ancak bunun yolcu uçağı değil, savaş uçağı sanıldığı görüşünde. Burada bir hata yapılmış olmalı. Ancak böyle bir hata kasıtın ve kasti tavsiyenin göz ardı edilmesine gerekçe olamaz.”
Karar ne anlama geliyor?
Hollanda yargısı ya da daha doğrusu NATO savcıları ve yargıçları, dolaylı yoldan 2014’ün şubat ayında Ukrayna’da yaşanan Maydan darbesini ve devamında Donbass’ta Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin havadan ve karadan başlattığı saldırılara karşı gösterilen meşru müdafaanın gayri meşru olduğunu söylem düzeyinden çıkarak hukuki düzlemde kabul etti.
Steenhuis’e göre Rus devleti suçlu, zira Moskova, 2014’te Donbass’ın “kontrolünü elinde tutuyordu.” Bu bir yargı erki nezdinde ilk defa dile getiriliyor:
“Temmuz 2014’ün başından itibaren Rusya Federasyonu’ndan Ukrayna topraklarına gerçekleştirilen topçu saldırıları tespit edildi. Tanıklar ayrıca, sınırı geçen, bombardıman gerçekleştiren ve ardından geri dönen Rus askerleri hakkında ifade verdi.”
Karar 8 yıldan fazla süren lobi faaliyetinin meyvelerini verdiğini de göstermekte; Steenhuis, 70 sayfadan uzun metinde ne dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko’nun “Bizim çocuklarımız okullara gidecek, onların [Donbasslıların] çocukları bodrumlarda saklanacak” şeklindeki beyanlarına ne de ABD yönetiminin silah ve para yardımlarına değiniyor.
Buna karşılık yargıç, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, danışmanı Vladislav Surkov ve Rusya Federasyonu’ndaki “diğer üst rütbeli isimlerin”, silah tedariki ve Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin “finanse edilmesi ve milislerinin eğitilmesinden sorumlu olduğundan” bahsetmiş:
“Ayrıca, Mayıs 2014’ün ortasından bu yana Rusya Federasyonu, DHC içindeki yüksek mevkilerin doldurulmasında belirleyici bir etkiye sahip oldu, askeri harekatların koordinasyonuna müdahale etti ve ayrıca Ukrayna topraklarında askeri harekatlar gerçekleştirdi.”
Usulsüzlük
Steenhuis, suç aletine ilişkin “kanıtlar” hakkında bir kokpit mürettebatının vücudundan çıkarıldığını söylediği papyon şeklindeki bir füze şarapneline işaret etmiş.
Ukraynalı ve Hollandalı devlet müfettişlerinin yaptığı bu keşif, belgelenmeden kalmıştı. Nedense; Steenhuis’in MH17 kokpitine isabet ettiğini iddia ettiği diğer 2 bin 600 şarapnelin ortadan kaybolmasıyla ilgili herhangi bir açıklaması yok.
Hollanda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 344a maddesine bakılacak olursa buradaki usulsüzlüğü görmek işten bile değil:
“Yargıç, davalının iddianamede isnat edilen suçu işlediğine münhasıran veya kesin bir ölçüde kimliği gizli kişilerin ifadelerinin yer aldığı yazılı materyallere dayanarak delil elde edemez.”
Üç kişiyi mahkum eden ve 16 milyon euro para cezasına çarptıran Steenhuis, Yarbay Oleg Pulatov’un beraatine karar verdi ve “işlevsel işbirliği”nden söz etti.
Anglo-Sakson hukukuna göre bir suçun, gizli bir gözaltı zinciriyle toplanan ve gizlice sınanan delillerle, bilirkişilerin çapraz sorgusu yapılmadan ispat edilemeyeceğini yargıç Steenhuis de biliyor.
Sanıklara vekalet eden Kanadalı avukat Christopher Black, tabloya dair şu yorumu yapmış:
“Ortak cezai sorumluluk, Amerikalıların otuz yıl önce Yugoslav ve Ruanda mahkemelerinde kullanmaya çalıştıkları bir fikirdir; bu düzmece bir yasadır.”
“İşlevsel işbirliği”
Steenhuis, Hollanda hukukunda mahkumiyetlerin temelinin “işlevsel işbirliğine” dayandığını iddia ediyor:
“Mahkeme, sanığın [füze] konuşlandırmaya başkalarının dahli olmasından sorumlu tutulup tutulamayacağını değerlendirdi. İkincisi fonksiyonel taahhüt olarak adlandırılır. Yargıtay içtihadında bu işlevsel sorumluluk için birtakım koşullar geliştirilmiştir. Kısacası, her şeyden önce, şüphelinin suçun işlendiğini kabul ettiğinin veya genellikle kabul ettiğinin tespit edilmesi gerektiği anlamına gelir. İkinci olarak sanığın suçun işlenip işlenmediğine karar verecek durumda olduğunun tespit edilmesi gerekir.”
Yargıca göre Girkin suçluydu zira “çatışmaların durumu hakkında bilgilendirildi ve bu konuda emirler verdi.” Bunlara tankların ikmal ve konuşlandırılmasıyla ilgili emirler dahildi.
Ancak telefon kayıtlarına göre Girkin, Buk füzelerinden veya bunların konuşlandırılmasından hiç söz etmemişti. Bunu yargıç Steenhuis da biliyor.
Bununla beraber Girkin, Buk-TELAR’ların hareketi hakkında karar verme yetkisine sahipti. Ayrıca Buk-TELAR’ın konuşlandırılmasıyla alaklı işlerin ters gittiği, Girkin’in yaptığı telefon görüşmelerinden de anlaşıldı:
“Ayrıca silahlı mücadele, DHC’nin amacına ulaşması için önemli bir araçtı ve tam da en yüksek rütbe sahibi olarak Girkin’in yetkisi altında kullanılan araçlardı. Silahlı mücadelenin bir parçası da uçakların düşürülmesiydi. İnsanların askeri yollarla öldüğü gerçeği, Girkin’in de elbette farkında olduğu bir gerçektir. Bu kesinlikle uçaksavar personelinin uçakları düşürmek için kullanılması durumunda da geçerlidir.
Dosya, Girkin’in 17 Temmuz 2014’te Buk-TELAR’ın mevcudiyetinden haberdar olduğuna dair hiçbir kanıt içermese de o tarihte Buk-TELAR’ın konuşlandırılması gibi ölümlerle sonuçlanacak bir eylemi kesinlikle kabul ettiği söylenebilir.
[…]
Mahkeme, Girkin’in, sonuç olarak birçok uçağın halihazırda düşüren askeri araçların kullanıldığının farkında olduğu, 17 Temmuz 2014 sıralarında koridor etrafındaki askeri operasyona aktif olarak müdahale ettiği ve asla harekete geçmediği sonucuna varmaktadır.”
Daha önce şirket yöneticilerinin çalışanlarının iş güvenliği kurallarını ihlal etmeleri veya dolandırıcılık yapmaları durumunda başvurulan “işlevsel işbirliği”, daha sonra kürtaj vakalarına, gasp, hırsızlık ve cinayet gibi suçlara genişletildi.
Bunun siyasi ve askeri figürlere dönük yargı süreçlerinde uygulanması, tartışma yaratmış gibi görünüyor. Komplo ve şantajlar konusunda uzman olan avukat Christopher Black, gizli delillere dayalı bir kovuşturma ve mahkumiyet olmadığına inanmıyor.
17 Temmuz 2014’te yaşanan hadisenin, NATO müttefikleri ile Rusya arasında halihazırda başlamış olan ve bugün de devam eden savaşın bir parçası olduğu şimdiye kadar hiç bu kadar açık olmamıştı.
MH17’yi kim düşürdü?
11 Temmuz’da Ukrayna hava kuvvetlerine bağlı bir Su-25, Lugansk yakınlarında düşürüldü. Ukrayna’nın 79. Tugayının çoğu Lugansk yakınlarında yok edildi; milisler, bu savaşta belirleyici olan Grad füzelerini nereden aldıklarını söylemediler. Ukrayna’nın 24. Mekanize Taburu da benzer bir akıbet yaşadı.
14 Temmuz’a kadar, Ukrayna’nın güney sınırındaki birlikleri, ki sayıları 3 ila 5 bin arasındaydı, “Güney Kazanı”nda mahsur kaldı. Ukrayna buraya üç ayrı zırhlı birlik gönderdi ancak bunlar da çetin bir direnişle karşılaştı.
Ardından Lugansk yakınlarında Ukrayna’ya bir An-26 nakliye uçağı, milisler tarafından düşürüldü. Kiev, uçağı düşürenin bir Rus jeti olduğunu iddia etti.
Tüm bu olaylar, Malezya Havayollarına ait MH17 uçağının düşürülmesinden 3 gün önce yaşandı.
16 Temmuz sabahı, Kiev’in Güney Kazanı’nda savaşan 5 birliği bulunuyordu: 79. Hava Taarruz Tugayı, Şahtersk Özel Kuvvetler Taburu, 24. Mekanize Tugay, neo-Nazi Azov Taburu ve 72. Mekanize Tugay.
Bölgenin arazisi düz ve tarım arazileriyle dolu olduğundan, büyük grupların saklanabileceği doğru düzgün bir yer yoktu. 16 Temmuz’da milisler, Marinovka’yı da ele geçirdi ve Ukraynalı birlikler tamamen ablukaya alındı. 17 Temmuz’da MH17 uçağı düşürüldü ve 193'ü Hollandalı ve 38'i Avustralyalı 298 kişi hayatını kaybetti.
Bahsi geçen bölge kaza alanı: 25 Temmuz 2014’te De Telegraaf gazetesi, Hollanda ve Avustralya hükümetlerinin ABD ve NATO ile birlikte, iddiaya göre MH17'nin kaza bölgesini, uçağın kara kutularını ve kurbanların cansız bedenlerini koruma altına almak bölgeye 9 bin asker çıkarmayı planladığını yazdı. Fakat plan yürürlüğe konmadı.
Bunun söz edilen bölgedeki Ukraynalı askerleri kurtarmak için NATO’yu devreye sokmak için tasarlanmış bir “false flag” operasyon olduğuna zerre şüphe yok.
Altın yumurtlayan tavuk
MH17 davasında yürütülen soruşturma sürecinde ilginç detaylara rastlamak mümkün. Hollanda polisi, 2020’nin temmuz ayında Maurice Punch adında bir profesör tuttu.
“Tutkulu profesyoneller: Ukrayna’da Malezya Hava Yolları’na ait MH17’nin vurulmasına Hollanda polisinin tepkisi” adlı rapora göre Hollanda polisi başarılı bir iş çıkarmıştı.
Punch, MH17 felaketinin Hollanda yargısı ve polisi için “altın yumurtlayan tavuk” olduğunu görmüştü.
Kamu bütçesinden Hollanda polisine ayrılan meblağ 2012’de 4,53 milyar euro ile zirve yapmıştı. Sonrasında kemer sıkma politikası uygulayan Başbakan Mark Rutte hükümeti, savunma ve güvenlik de dahil olmak üzere kamu harcamalarını kısmaya başladı. 2012’den sonra Hollanda’nın gayri safi milli hasılasında kamu harcamalarının oranı gittikçe düşmeye başlamıştı.
Temmuz 2014’teki MH17 felaketi, Punch’a göre “Hollanda’nın siyasi manzarasında büyük değişikliğin olduğu zamanda geldi” ve “bakanlıklar ve ilgili kurumlar kemer sıkma önlemlerinin eşlik ettiği bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyordu.”
Örneğin silahlı kuvvetler küçülüyordu ve bir keresinde tatbikatlar için cephanesi biten ordu tüm tanklarını satmak zorunda kalmıştı. Üstelik Hollanda polisi 2013’te yeniden yapılandırılmıştı; Lahey’de bir baş komiser ile tüm ülkeye bakan tek bir şube oluşturuldu, Punch şöyle diyor:
“Bu büyük bir yeniden yapılanma operasyonuydu ve yeniden yapılanma çok fazla zaman ve enerji tüketiyordu.”
2016’nın başında yeni amir şunları duyurdu:
“Polis teşkilatı, finansman yetersizliğiyle karşı karşıya. Aynı ay içinde yapılan bir soruşturma, polisin yeniden örgütlenmesini tamamlamak için ek 300 milyon euroya ihtiyacı olacağını ortaya çıkardı.”
Rutte, daha sonra polis ve yargı kurumlarına ayrılan bütçeyi artırmayı kabul etti. Hollanda kabinesinin açıklaması şuydu:
“Kabine, Hollanda’yı daha güvenli hale getirmeye ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmeye kararlıdır. Bu nedenle, güvenlik ve yargı kurumlarının gelecek yıldan itibaren yapısal olarak yılda 450 milyon euro tutarında daha fazla finansman almasına karar verildi. Bakan [Ard] Van der Steur ve Devlet Bakanı [Klaas] Dijkhoff; polis, savcılık ve yargı için ekstra finanasman sağlayan sağlam bir bütçe sundu. Polis 2017’de ek 221 milyon euro alırken, savcılık ve yargı sırasıyla 13 milyon euro ve 35 milyon euro bekleyebilir.
2017 itibariyle savcılık, kabineden yıllık ilave 13 milyon euro alacak, bu miktar suçla daha etkin bir şekilde mücadele etmek, özellikle siber suçların altını oymak ve yüksek etkili suçların mağdurlarına bakım için 2019 ve sonrasında kademeli olarak artarak 19 milyon euroya çıkacak. Yargıyı iyileştirmek için 35 milyon euroluk yapısal bir mali enjeksiyon alacak.”
Yargıç Henrik Steenhuis’in cepleri, MH17 davasıyla birlikte şişmeye başladı; dava Hollanda yargısına hükümetle pazarlık yapmak için müthiş bir fırsat sunmuştu.
O sırada yargıçlar, Lahey’deki uluslararası mahkeme yargıçlarından daha az ücret almaktan şikayetçiydi. Uluslararası mahkemede görev yapanlar vergiye tabi olmadan yıllık 200 bin dolar maaş alıyordu. Lahey Bölge Mahkemesinde kıdemli bir yargıç olan Steenhuis’in maaşı bunun yarısıydı ve ayrıca vergiye tabiydi.
Punch, MH17 felaketi için “İkinci Dünya Savaşı ve doğal felaketleri saymazsak, yakın Hollanda tarihindeki en büyük felaketti” yorumunu yapmış:
“Bu soruşturma, şimdiye dek Savcılık Teşkilatı (PPS) tarafından üstlenilen en büyük soruşturma haline geldi; kurtarma ve tanımlama süreci, şimdiye dek ilgilenilen en zorlu süreçti.”
Raporunu oluştururken Hollanda polisinin “stratejik politika danışmanı” olarak göreve aldığı Auke J. van Dijk ve Frank Hoogewoning’in yardım ettiği Punch, şunları söylüyor:
“Hollandalılar için bu, ülke dışındaki topraklarda yaşansa da 11 Eylül’ün ABD için ya da 7 Temmuz’un [Temmuz 2005’te Londra’da düzenlenen bombalı saldırılar] Birleşik Krallık için yarattığı etkiyi yarattı. Hollanda ulusunu birleştiren o silinmez felaketlerden biriydi. Buna yanıt vermek, birçok düzeyde, birçok kurum ve birçok aktör tarafından hızlı ve uyumlu bir çaba gerektirdi; oldukça yetenekli ve hatta ‘tutkulu’ profesyonelleri içeren uzmanlaşmış bir polis birimi olan LTFO [Landelijk Team Forensische Opsporing — Ulusal Adli Soruşturma Ulusal Ekibi] çok önemli bir rol oynadı.”
LTFO, polisler, askerler ve IT uzmanlarından oluşan bir ekip. Punch’ın raporu, MH17 felaketinin Adalet Bakanlığı, yargı ve emniyet teşkilatının yeniden konsolide olmasında kolaylaştırıcı olduğunu anlatıyor; Adalet Bakanlığı bünyesindeki “savaş odası” bir saat içinde faaliyete geçti ve Ulusal Çekirdek Kriz İletişimi Ekibi [Nationaal Kernteam Crisiscommunicatie — NKC] toplanarak önde gelen bakanları ve yetkilileri hazır bulundu.
MH17 davasıyla ilgili tüm resmi iletişimler, Lahey’deki NKC’den yönlendirildi ve hazırlandı. Ayrıca, polisin önceden planladığı her büyük operasyondan önce veya büyük ölçekli hadiselerden sonra kurulan Büyük Ölçekli İstisnai Operasyon [Staf Grootschalig Bijzonder Optreden — SGBO] tekrar kuruldu ve kısa süre içinde eyleme geçti.
Bu, aşağı yukarı Britanya Başbakanı ve kabinenin Kabine Ofisi Brifing Odası A’yla (COBRA) aynı komuta ve kontrol yapısı. Soruşturma sürecinde, NKC’den LTFO’ya giden emirlerin tamamı siyasi nitelikteydi. Ve Punch, şu kayıtların doğruluğundan hiç şüpheci değil:
“Ukrayna Silahlı Kuvvetleri ile Rusya destekli doğu Ukraynalı ayrılıkçılar arasında bir savaş yaşanıyor. Bu, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesini ve Doğu Ukrayna’nın büyük bir Rus nüfusu ve Kırım ile sınırı olan bölümünde ayrı bir ‘devlet’ ilan etmesini takip etti. Bu, Rusya’nın Ukrayna’da daha Avrupa odaklı bir hükümetin kurulması ve Rusya odaklı devlet başkanın devrilmesi ile gelen rejim değişikliğinin ardından verdiği tepkiydi. Bu felakete bir kaza ya da bir tür hata değil, Rusya’nın bölgedeki yasadışı yayılmacılığı ve Ukrayna’yı istikrarsızlaştırılması neden oldu.”
Kurtarma operasyonu
NKC’nin cenazeleri kurtarma operasyonu işin asıl kısmıydı ve bölgeye NATO harekatı düzenlenmesi adına tertip edilmişti. Buna hiç şüphe yok; Punch şunları aktarıyor:
“Kazanın olduğu ilk gün akşam geç saatlerde LTFO’nun çekirdek üyeleri Schiphol Havalimanı’nda Polis Hava İndirme Birimi binasında buluştu. O noktada çok az bilgi vardı ve sadece olası senaryoları tartışabildiler. Önemli konu, uçağın çatışma bölgesine düşmüş olmasıydı. Bu, iki temel soruya yol açtı; sahaya erişim sağlayabilirler mi ve kimlik tespit çalışmalarını Ukrayna’da güvenli ve profesyonel bir şekilde yürütmek mümkün olur mu? İkinci sorunun cevabı ‘hayır’ ise, cesetlerin Hollanda’ya geri gönderilmesini düşünmek zorunda kalacaklardı. Bu daha önce hiç yapılmamıştı ve karmaşık yasal anlaşmalar ve önemli bir lojistik operasyon gerektirecekti.
Misyonun bir parçası olarak Ukrayna’ya üç heyet gönderildi. Resmi olarak bu, bir çatışma bölgesinde lojistik ve koruma sağladığı için ordunun göreviydi, ancak daha çok silahsız polisle düşük kontrastlı bir görev olarak sunuldu.”
Dönemin Hollanda Dışişleri Bakanı ve şimdiki Avrupa Komisyonu Başkanı Hans Timmermans, 22 Temmuz’da BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmayı şova çevirdi:
“Geçen birkaç gün içinde cesetlerin taşındığına ve eşyalarının yağmalandığına dair çok rahatsız edici haberler aldık. Sadece bir dakikalığına, size ülkelerinizin temsilcileri olarak değil, karı kocalar, babalar ve anneler olarak hitap ediyorum; hayal edin, önce kocanızın öldürüldüğü haberini alıyorsunuz ve iki üç gün sonra, alyansını ellerinden alan bir haydut. Bunun eşiniz olabileceğini hayal edin.
[…]
Kurtarma görevlilerinin zor işlerini yapmalarına izin verilmesinin bu kadar uzun sürmesini ve insan kalıntılarının siyasi bir oyunda kullanılmasını anlamayacağım. Ve masanın etrafında birileri politik bir oyundan bahsediyor; bu, insan kalıntılarıyla oynanan politik bir oyun ve alçakça. Umarım dünya gelecekte buna bir daha tanık olmak zorunda kalmaz.”
Timmermans yalan söylüyordu. En azından DHC milislerince kaza mahalinde herhangi bir yağma olayı yaşanmamıştı. Bunu Punch’ın raporunda okuyoruz:
“Medyada, yerel makamların kazaya kötü tepki vermesi ve yağma iddiaları hakkında çok sayıda olumsuz yorum vardı. Ancak Hollandalı kurtarma ekipleri, SES’in [Donetsk Acil Servisi] ve birçok yerel gönüllünün yaptığı sağlam çalışmalar hakkında övgüler yağdırdı. Cesetleri 35 derecelik bir sıcaklıkta açık alanda bırakmak, teşhis çalışmalarını büyük ölçüde engellerdi. Cesetlerin ilk toplanmasından sonra gönüllüler, ceset kalıntılarının veya olası kalıntıların bulunduğu yerleri işaretlemek için beyaz kurdeleli çubuklar dikmeye devam etti. Bu oldukça yoksul, insan sayısı az olan bölgedeki yerel halk, enkaz ve cesetlerin bazen evlerinin yakınına, hatta üzerine düşmesi acı gerçeğine şahit olmuş ve genellikle ölenlere ve eşyalarına çok saygılı davranmışlardır. Bazıları küçük türbeler kurdu ve ölüler için dua etti. Milislerin enkaz arasından değerli eşya ve alkol topladıklarına dair haberler vardı, ancak alanda günler sonra hala dokunulmamış kıymetli eşyalar vardı, bu da geniş ve dağınık alanın sıkı bir şekilde kontrol edilmemesine rağmen geniş çaplı bir yağma olmadığını gösteriyor. [LTFO şefi Peter] Van Vliet, uluslararası basına, yerli halktan SES afet ekibinin ‘cehennem gibi bir yerde harika bir iş çıkardığını’ söyledi.”
4 Aralık 2015 tarihinde, Hollanda polisi ve savcılarının Lahey’de Avustralyalı ve Ukraynalıların yer aldığı Müşterek Soruşturma Ekibi (JIT) üyeleriyle yaptığı toplantının tutanaklarına göre ekipteki bir polis memuru, MH17 kalıntılarını yağmalayarak sattığını itiraf etti ve açığa alındıktan sonra disiplin cezasına çarptırıldı.
Bunun yanında Van Vliet’in ekibi, alana Donetsk milisleriyle savaş halindeymiş gibi gitti ve uzun namlulu silahlı eskortlarla gezdi. Lahey’de planlanan şey, bölgeye NATO düzeyinde harekat başlatılmasıydı:
“[LTFO ekibinin alana gittiği] İlk günden itibaren beklendiği üzere, özellikle Ukrayna hükümeti ilk gün ayrılıkçıların kulak misafiri olduğu anlaşılan ve yanlışlıkla bir sivil uçağın düşürülmesinden bahsettikleri iletişimleri yayımladığında, kazanın nedenleri hakkında spekülasyonlar yapıldı. Gazeteci kaynakları ayrıca, olaydan çok uzak olmayan bir yerde Rusya sınırını geçen ve hemen ardından hızla sınırdan ayrılan bir Buk karadan havaya mobil füze sisteminin fotoğraf ve görgü tanığı ifadelerini de yayımladı. DSB’nin [Hollanda Güvenlik Kurulu] son raporu, uçağın Doğu Ukrayna’dan ateşlenen bir Buk karadan havaya füzeyle isabet aldığı sonucuna vardı. Bu mobil uçaksavar füze sistemi, Rusya ordusunda ve eski Sovyet uydu ülkelerinde kullanılıyordu. DSB, kimin fail olduğuyla değil, yalnızca vurulmanın teknik nedeniyle ilgilendi. Bu bulgular ikinci bir gayri resmi kaynak tarafından üretildi. Bu, hükümetlerin suistimallerini ortaya çıkarmak için resmi medyayı, sosyal medyayı ve interneti yoğun bir şekilde soruşturan bir grup araştırmacı gazetecinin web sitesi olan Bellingcat’ten gelmişti. Buk sisteminin nereden geldiğini, hangi birime bağlı olduğunu, kimin çalıştırdığını, sınırı nereden geçtiğini, nereden ateş edildiğini ve sınırdan dönüş yolunu izleyebileceklerini iddia ettiler. Diğer kaynaklar, bu iddiayı doğrulayacak kanıtları da sağlayabileceklerini ileri sürdüler.”
Punch, LTFO’nun Ukrayna’daki operasyonlarının zamanlamasının daha iyi olamayacağı sonucuna varıyor ve sonuçlardan biri, polise daha fazla bütçe ayrılması oldu.
Timmermans, Güvenlik Konseyi’de yaptığı ajitasyonla Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcılığı görevine uygun olduğunu gösterebildi. Savunma Bakanı Jeanine Hennis, savaş bölgesine acil personel ve malzeme gönderme zaruretinin doğmasıyla hükümete gemilere, uçaklara, teçhizata ve personele daha fazla yatırım yapılması sinyalini vermiş oldu. Punch şunları yazıyor:
“Göçmen karşıtı bir odak ve daha sıkı bir yasa uygulama programı ile siyasi tartışmayı sağa kaydıran popülist siyasetin yükselişi de vardı: Bu da merkezi hükümet üzerinde baskı oluşturmuştu. Ancak burada başbakan, hükümet, bakanlar, bakanlıklar, diplomatlar ve diğerleri; LTFO, PPS, DSB’nin çalışmalarına yardımcı olmak üzere işlev gördü. Hiyerarşi açısından kraliyet ailesinin kurbanlara ve akrabalarının üzerine düşerek ülkeye duyduğu derin sempatiyi sembolize etmesinde oldukça sembolik bir rol oynadı. PPS’nin kapasitesinin önemli bir miktarını emen JIT soruşturması, zaman ve kaynaklara önemli yatırımlar yapılmasını gerektirdi.”
Yani… Ukraynalıların uydurduğu deliller ve bu delillerin manipüle edilmesi üzerine kurulu MH17 tiyatrosu nihayetinde ve beklendiği üzere Moskova’nın mahkum edilmesiyle son perdesini oynadı. Ve o sırada mali darboğazda olan Hollanda yargısı ve emniyeti kendine can suyu buldu.