Büyük güç rekabeti yanılsaması
"ABD'nin başarısı küçük ve orta ölçekli ülkelerle ortaklık kurma ve uyum sağlama becerisine bağlı olacak."
Çevirmenin notu: Son yıllarda Çin’in küçük ve orta büyüklükteki ülkelerle geliştirdiği iktisadi ve siyasi bağlar, eski formunda olmayan ABD açısından yeni çözümler yaratmayı zorunlu kıldı. Çin’in Afrika, Avrasya ve Latin Amerika bölgelerindeki cömert ve akıllara seza yatırımları, ABD’nin yerini doldurmaya aday bir aktör olarak rüştünü ispatlama çabası olarak görülebilir.
Nihayetinde bunların ne kadar getiri sağladığı tartışmalı olsa da ülkelerin Çin ile geliştirdiği bağlar, ya Washington’un yanında koşulsuz şartsız durmalarına engel oluyor ya da bunu yaparken Çin’e karşı açıktan tavır almalarına mâni oluyor.
Pekin kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyor. Aşağıda tercümesi verilen makalede Center for Strategic and International Studies’ten Jude Blanchette ve Christopher Johnstone, Washington yönetimine “yapıcı ve ihtiyatlı” olmaları yönünde bir dizi öneri sunuyor.
Büyük güç rekabeti yanılsaması: Orta büyüklükteki güçler —ve küçük ülkeler— neden ABD’nin stratejisi için hayati öneme sahip?
Jude Blanchette, Christopher Johnstone
24 Temmuz 2023
Küresel siyasette kafa karıştırıcı ve öngörülemez bir dönemden geçiyor olabiliriz ama önemli gelişmeleri açıklama ya da en azından karakterize etme iddiasında olan çerçeve ve anlatıların sayısı hiç de az değil. Pek çok gözlemciye göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’yı işgal etmesi ve Çin lideri Şi Cinping’in Hint-Pasifik bölgesinde giderek artan saldırganlığı dünyayı bloklara ayırarak ABD ve müttefiklerini Washington ile Pekin ve Moskova’yı karşı karşıya getiren “yeni bir Soğuk Savaş”a sürükledi. Diğerleri ise bunu, ABD ve Çin’in küresel bir mücadelenin baş kahramanları olduğu, büyük güçler arasında bir rekabet dönemi olarak görüyor. ABD’nin son Ulusal Güvenlik Stratejisi de bu görüşü yansıtıyor ve “büyük güçler arasında bundan sonra olacakları şekillendirmeye yönelik bir rekabet yaşandığı” sonucuna varıyor.
Ancak bu çerçeveler aşırı basitleştirilmiş ve modası geçmiş çerçeveler: ABD ve Çin’in tek taraflı gücüne aşırı vurgu yapıyor, her iki ülkenin kendi bağımlılıklarını hafife alıyor ve orta ve küçük ölçekli güçlerin yanı sıra ticari kuruluşlar ve diğer devlet dışı aktörlerin hayati önemini göz ardı ediyor. Her ne kadar Soğuk Savaş’ın, siyasi sistemleri ve ideolojileri son derece farklı iki güçlü ülke arasındaki jeopolitik rekabet gibi bazı yönleri bugün de geçerliliğini korusa da bu yüzyılda uluslararası sistemi karakterize eden entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık, bugünün karar mercilerini yirminci yüzyıldaki seleflerinden çok daha farklı bir manzaraya yerleştiriyor.
ABD’nin karşı karşıya olduğu rekabet, basitçe başka bir büyük güçle ikili bir mücadele değil. Sınırları net bir şekilde çizilmiş otoriter ve demokratik blokları karşı karşıya getiren bir rekabet de değil. Bundan ziyade koalisyonların ve belirli bir meseleyi ya da bir dizi meseleyi ele almak üzere bir araya gelen gayrı resmi ve genelde geçici ortak gruplarının sürekli değişen bir rekabeti. Hal Brands ve Zack Cooper’ın 2020’de belirttiği üzere, bu koalisyonlar eldeki konuya göre farklılık gösteriyorlar; Çin’in Batı Pasifik’te artan askeri gücünün jeopolitik olarak dengelenmesine dahil olan ortaklar, ileri teknolojileri korumak ve teşvik etmek için ortaklık yapanlardan farklı olabilir. Bazı gruplar, istekli ve benzer düşünen ortaklardan müteşekkil biçimde doğalında oluşuyor. Diğerleri ise isteksiz ortakları, zorunluluk ya da kolaylık nedeniyle kurulan ilişkilerde bir araya getiriyor.
Bu geçici gruplaşmalar ve koalisyonlar dünyasında Washington’un bazen ABD’nin bazı çıkarlarını veya değerlerini desteklemeyen, hatta bunlara açıkça düşman olan aktörlerle çalışması gerekebilir. Zaman zaman ABD’nin aktörleri kendi hedefleriyle uyumlu hale getirme yönünde teşvik ve hatta açık baskı kullanması gerekecektir. Fakat bu koalisyonlar, gruplaşmalar ve bireysel ilişkiler ustalıkla ve akılda tutulan net bir hedefle yönetilirse ABD, müttefikleri ve ortakları için refahı sürdüren esnek ve istikrarlı bir uluslararası düzenin kurulmasına yardımcı olurken kendi çıkarlarını da ilerletebilir.
Bu yeni gerçekler ABD’nin taktik ve stratejisinde değişimi ve belki de en önemlisi yeni bir uzun vadeli zihniyeti gerektiriyor. Yeni başlayanlar için, etkili bir Hint-Pasifik stratejisi Washington'un Pekin'in gelişen yeteneklerine yanıt vermede önemli bir rol oynayacak olan orta ve küçük güçlere (Avrupa, Güneydoğu Asya ve Afrika kıtasında) daha fazla dikkat etmesini gerektirecektir. Daha geniş anlamda, sadece yakın ortakların ve müttefiklerin değil, aynı zamanda uygun ikili ilişkilerin ve istikrarsız geçici koalisyonların olduğu bir dünyada büyük bir strateji yürütmek için, ABD'nin karşılıklı bağımlılık ile özerklik, çok kutupluluk ile bloklara bölünme arasındaki bulanık ortada ve Washington'a katılma istekleri sorundan soruna değişecek ortaklarla rahat bir şekilde çalışması gerekecektir.
Koalisyon merkezli yaklaşım, basitçe en düşük ortak paydaya hitap etmek anlamına gelmez, bunun yerine bir dizi net hedefe odaklanan uyumlu aktörlerden oluşan sağlam bir ağı devam ettirmek adına kilit ortaklarla koordinasyon ve kalibrasyona odaklanmak anlamına gelir. Biden yönetimi, genel manada bu yaklaşımın etkili bir uygulayıcısı oldu ama bazı seslerin ABD’nin ortaklarının taraf seçmesini talep eden Çin ile daha tek taraflı, sıfır toplamlı bir rekabeti savunduğu günümüz Washington’unda bu yaklaşım tartışmalı. Ancak bu tavır, Pekin’e ABD’nin ortakları arasında ve etrafında dolaşma alanı sağlayacak ve böylece ABD’yi daha izole ve nihayetinde daha az güvende bırakacaktır.
Dünya geneli
Yeni bir zihniyete duyulan bu ihtiyaç hiçbir yerde Tayvan’da olduğu kadar açık değil. Çin’i aday olası bir saldırıdan daha iyi caydırabilmek ve nihayetinde adayı savunabilmek için ABD ordusu, Amerikan üslerinin Çin füzelerinin menzilinde rahatsız edici bir şekilde yer aldığı Japonya ve Güney Kore’nin ötesine bakmalı. ABD askeri varlığının genişlediği ve savunma işbirliğinin derinleştiği Avustralya dışında, Washington’un yeni fırsatlar arayabileceği diğer bölgeler Güneydoğu Asya ve Pasifik Adaları. Son on yılda, beş milyon nüfuslu bir şehir devleti olan Singapur, bu konuda sükunetle önemli bir ortak haline geldi. Resmen ABD’nin müttefiki olmasa da bugün ABD’nin Güneydoğu Asya’daki askeri varlığına demir atmış durumda ve kıyı muharebe gemilerinin, keşif uçaklarının ve belki de yakında insansız hava araçlarının rotasyonel konuşlandırılmasını destekliyor. Singapur aynı zamanda bir lojistik ve yakıt ikmal merkezi olarak da hizmet veriyor. Filipinler ile erişimi, tatbikatları ve eğitimi genişletme ve Papua Yeni Gine ile savunma işbirliğini derinleştirme konusunda yapılan son sözleşmeler de ABD’nin gerekli çeşitlendirme çabasını yansıtıyor.
İktisadi açıdan ileri teknolojilerin geliştirilmesi ve üretiminin temelini oluşturan karmaşık tedarik zincirleri ve inovasyon ekosistemleri, küçük ölçekli ekonomilerin genelde kilit endüstrilerde kritik roller oynamasıyla birlikte, benzeri görülmemiş bir sınır ötesi entegrasyonu beraberinde getiriyor. Yarı iletken endüstrisinde daha güvenli tedarik zincirleri geliştirmek için Washington Hollanda, Japonya, Güney Kore ve Tayvan ile daha derin bir koordinasyon arayışında. Kritik mineraller konusunda Çin’e olan bağımlılığı azaltmak için Avustralya ve Endonezya, ABD’nin Güney Amerika ve Afrika’daki diğer potansiyel ortaklarıyla birlikte kendilerini kilit alternatif tedarik kaynakları olarak konumlandırıyor. Sahiden de Pekin’in Avrupa ve küresel Güney’e yaranmak için bu kadar çok çalışmasının nedenlerinden biri, Çin’in bu bölgedeki aktörlerin daha büyük stratejik rekabeti şekillendirmede ne kadar hayati olduğunu anlaması.
Bunların hiçbiri ABD’nin hala sahip olduğu ciddi avantajları ve gücü azaltmıyor. Fakat yirmi birinci yüzyılın koalisyonlar rekabetinde küçüklerin rolü büyük. Nüfusu 20 milyondan az olan ve küresel yarı iletken üretimi için hayati önem taşıyan tek bir firmaya, ASML’ye ev sahipliği yapan Hollanda örneğini ele alalım. ASML, son teknoloji bilgisayar yongalarının üretimi açısından kritik öneme sahip olan en yeni nesil fotolitografi tarayıcı ekipmanlarının tek küresel tedarikçisi. Bu nedenle, yarı iletken üretim ekipmanlarının bir diğer önemli tedarikçisi olan Japonya’nın yanı sıra Hollanda ile uyum, Biden yönetiminin Ekim 2022’de uygulamaya koyduğu ve Çin’in yarı iletken endüstrisine sunulan malzeme ve teknolojiyi sınırlayan kapsamlı ihracat kontrollerinin başarısı açısından kritik öneme sahipti. Washington’un Çin’in bu kritik teknolojideki kabiliyetlerini kısıtlamaya dönük çığır açan çabası, dünyanın en büyük on sekizinci ekonomisinin desteğine ve tek bir özel şirketin eşgüdümüne bağlıydı.
Elbette, uzun süredir anlaşmaya dayalı müttefikler ve dünyanın büyük ekonomileri ABD’nin stratejisi için kilit birer dayanak olmaya devam edecek. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana, G7 forumu dramatik bir canlanma geçirdi ve bugün Moskova’ya karşı koyma ve Ukrayna’ya yardım etme politikasının koordine edilmesi için başat mekân olarak hizmet ediyor. Çin ile stratejik rekabetle ilgili pek çok konuda —örneğin Çin’de yüksek teknoloji sektörlerine yatırım yapılmasına sınırlama getirilmesi söz konusu olduğunda— G7 ile koordinasyon ABD için bir başlangıç noktası olmayı sürdürecek. Bu tür tedbirler ancak diğer ülkeler de aynı sektörlerde benzer tedbirler uygularsa etkili olacak ve Amerikan firmalarının zarar görmesini önleyecektir ve koalisyon oluşturma süreci G7 ile başlayacaktır. Savunma alanında, ABD’nin askeri varlığı ve faaliyetleri için sağlam bir yasal çerçeve sağlayan NATO ve ABD’nin Asya’daki anlaşma ittifakları, ABD stratejisinin temeli olmaya devam edecek.
Ancak ABD’nin etkili ve sürdürülebilir bir Çin politikası ve Hint-Pasifik stratejisi oluşturmak için her büyüklükteki ve bileşimdeki ülkelere ve ticari ortaklara bağımlı olduğu daha büyük dinamik, dünya genelinde ve stratejik rekabetin tüm kritik alanlarında tekrar tekrar ortaya çıkacaktır. ABD ister standart belirleyici kurumlarda etki yaratmaya çalışıyor olsun, ister Çin’in saldırganlığını caydıracak etkili bir savunma pozisyonu tesis etmeye çalışıyor olsun, başarı Washington’un küçük ve orta ölçekli aktörler de dahil olmak üzere çeşitli aktörlerle ortaklık kurma ve uyum sağlama becerisine bağlı olacaktır.
Fakat başarılı bir koalisyon kurma stratejisi, bu ortakların karşı karşıya olduğu işlevsel ve yapısal gerçekliklerin üstesinden gelmeyi ve bunu nüans ve sabırla yapmayı gerektirecektir. Belki de en önemlisi, herhangi bir koalisyonun ya da gruplaşmanın mensuplarının Çin ile derin iktisadi ve diplomatik bağları olması ve açıkça Çin aleyhtarı bir bloka katılmaya çok az ilgi duymaları ve iç siyasi gerçekler göz önüne alındığında bunu yapma kabiliyetlerinin çok az olması. Bu durum hem büyük hem de küçük ölçekli ülkeler için geçerli; Asya’da Çin’in artan gücünden en çok endişe duyan ülke olan Japonya bile kendi refahı için Çin ekonomisine son derece bağımlı. Aynı şey Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği ülkeleri için de geçerli; bu ülkelerin tamamının Çin ile derin ve büyüyen iktisadi bağları var. Dolayısıyla ABD, Çin ile olan karşılıklı bağımlılıklarına ilave olarak, koalisyon ortaklarının karşılıklı bağımlılıklarından da etkilenecek ve Çin’e karşı ileri gidebilme konusunda kısıtlanacaktır. Bölgedeki pek çok ülke Çin’in hırsları konusunda derin endişeler taşısa da hiçbiri Çin’e karşı açıktan cephe almaya istekli değil ve hatta çoğu Pekin’e doğrudan ne ölçüde karşı çıkabileceklerine dair temkinli; bu ortaklar dış güçler arasındaki angajmanı dengelemeye çalışan kaçamak stratejiler izlemeye devam edecekler. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre Asya’daki insanların çoğunluğu ABD ile Çin arasındaki stratejik rekabetin sonuçlarının olumsuz olacağına inanıyor, yüzde 60’tan fazlası ülkelerinin ulusal güvenliğinin riske gireceğini düşünüyor. Çin’e yakın ülkeler için ise çatışma ihtimali varoluşsal. Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr, yakın zaman önce verdiği bir mülakatta Tayvan konusundaki ABD-Çin gerilimi hakkında şunları söyledi: “Bir Afrika deyişi öğrendim: Filler tepişir, çimenler ezilir. Biz bu durumda çimen konumundayız. Ezilmek istemiyoruz.”
Çin de kendi adına benzer şekilde karmaşık bir jeopolitik zeminle karşı karşıya. Tüm iktisadi ve askeri gücüne rağmen Pekin, ekonomisini güçlendirmek ve ordusunu modernize etmek için önemli ikili ve ticari ilişkilere bağımlı. Çin net enerji ithalatçısı, ABD kontrolündeki küresel finans sistemine daimî erişime muhtaç ve gelişmiş yarı iletkenlerin tasarım ve üretiminde Japonya, Güney Kore, Tayvan, ABD ve önemli Avrupa ülkelerinin çok gerisinde. Pekin’in siyasi sisteminin üstünlüğü konusundaki tüm kurusıkı atmalarına ve kendi kendine yeterlilik konusundaki iddialarına rağmen Çin Komünist Partisi, öngörülebilir gelecekte ortadan kalkamayacak kritik bağımlılıklarla karşı karşıya. Bu durum, Çin’in (en büyük ticaret ve teknoloji ortaklarından bazıları olan) Avrupa ülkeleri ve (kilit bir güvenlik ve enerji ortağı olan) Moskova ile olan ilişkilerinin birincisiyle olan ilişkilerini tehdit etmesine rağmen tuhaf bir şekilde iyi ilişkiler peşinde koşmasını açıklamaya yardımcı oluyor. Pekin de Washington gibi tavizler dünyasında sıkışmış durumda.
Gerçekçi olalım
ABD akışkan bir uluslararası sistemle boğuşurken birkaç temel ilkeyi izlemeli. İlk olarak, çok az ülkenin Çin’e karşı açıktan ittifak kurmaya istekli olduğu bir dünyada, ABD’nin ortaklarına sıfır toplamlı seçenekler sunarken dikkatli olması ve bu anları ABD’nin hayati çıkarlarını korumak için Çin’e karşı açıktan ittifak yapmanın kesinlikle gerekli olduğu durumlarla sınırlandırması gerekecektir. Çin’le stratejik rekabetin diğerlerinin işbirliğini en çok gerektiren unsurlarını dar bir şekilde tanımlamalı ve bu durumlarda ABD diplomasisinin ve iknasının tüm ağırlığını ortaya koymalı. Ancak bunun dışında Washington, ortak hükümetlere Çin ile ilişkilerini kendi çıkarlarına ve yerel gerçeklere uygun bir şekilde tanımlamaları için alan tanımalı. Bu noktada, Biden yönetiminin teknoloji rekabetine yönelik ifade ettiği yaklaşım —askeri uygulamaları olan ileri teknolojilerden oluşan “küçük bir avlu” etrafında “yüksek bir çit” inşa etmek— güçlü bir şekilde uygulandığı takdirde mantıklı. Fakat Washington, kontrol altındaki teknolojiler listesini ve Çin’in ilerlemesini engellemek amacıyla tasarlanan diğer tedbirleri durmaksızın genişletme yönündeki baskılara direnmeli, zira çit ne kadar yüksek olursa, bir koalisyon kurmak ve sürdürmek o kadar zor olacaktır. Yarı iletkenler gibi bazı kilit teknolojilerde, ortak ülkelere ve ticari aktörlere ABD’nin liderliğini takip etmeleri yönünde ağır baskılar yapılmaya değer ama Washington’un daha büyük koalisyonun bütünlüğünü ve etkinliğini sürdürmek ve Amerikan ticari aktörlerinin çıkarlarına zarar vermekten kaçınmak için yaklaşımını ihtiyatlı bir şekilde kalibre etmesi gerekebilecek başka teknolojiler ve eylemler (giden yatırım taraması gibi) olacaktır.
Tayvan ile ilgili konulara da benzer bir özen gösterilmeli. Her ne kadar ülkeler Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarı destekleme konusunda giderek daha fazla konuşmaya istekli olsalar da (Marcos ve ABD Başkanı Joe Biden’ın mayıs ayında yayımladıkları ortak bildiride görüldüğü gibi), Tayvan’ın kendisine yönelik siyasi veya maddi destek —coğrafi yakınlığı göz önüne alındığında boğazlar arası bir çatışmadan büyük ölçüde etkilenecek olan Japonya gibi bir ülke için bile— başka konu. Washington’un bu konuda liderlik yapmaya devam etmesi ve Çin’in baskılarına karşı koyma, Tayvan’ın uluslararası alanını genişletme ve iktisadi entegrasyon ve dayanıklılığı artırma konularında Tayvan’a desteğini artırması gerekiyor. Ancak Tayvan’ın refahını ve güvenliğini destekleyen aktörler koalisyonunu genişletmek için ABD, Pekin’in saldırganlığı karşısında kararlı bir şekilde harekete geçme zaruretini, pek çok orta ve küçük ölçekli gücün Washington ile Pekin arasında Tayvan konusunda bir çatışmanın içine çekilme konusundaki anlaşılabilir isteksizliği ile dengelemeli. Washington, Pekin’i gerçekten caydırmak istiyorsa Pekin’e Tayvan Boğazı’nda askeri bir saldırı gerçekleştirmesi halinde ödeyeceği ciddi diplomatik, iktisadi ve askeri bedelleri kendi yöntemleriyle anlatabilecek geniş, tutarlı ve inandırıcı bir ortaklar koalisyonuna ihtiyaç duyacaktır. Ve en önemlisi, Washington’un boğazlar arası meselelere yaklaşımı ne kadar istikrarlı ve öngörülebilir olursa, mevcut ve müstakbel koalisyon üyelerine ABD’nin çabalarına uyum sağlamaları için o kadar fazla güven ve siyasi alan sağlayacaktır.
ABD ile yakın ilişkiler bölgedeki çoğu ülke açısından öncelik olmaya devam etse de çoğu ülke Pekin ile işbirliğinde kayda değer maddi faydalar da görüyor. Çin ekonomisi çökmeye devam ederse, bu tablo on yıl sonra farklı görünebilir. Fakat şimdilik bu, ABD’nin kaçınamayacağı bir gerçek. Bu nedenle Washington’un, liderlik ettiği koalisyonlara katılımı ABD’nin ortaklarının ulusal çıkarlarını ilerletecek olumlu teşviklerle özendirmesi gerekecektir. ABD’nin bu alandaki politikası son zamanlarda yetersiz kaldı: Bölgedeki pek çok ülke ABD’nin Hint-Pasifik’e yenilenen güvenlik odağını takdir etse de —Avustralya, Japonya, Filipinler ve Güney Kore ile ittifakların güçlendirilmesi de dahil olmak üzere— zorlayıcı bir bölgesel ekonomik ajandanın olmaması ABD’nin etkisini zayıflatıyor. ABD tarafından başlatılan Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi, Çin’in sunduğu kapsamlı yatırım ve ticaret bağlantılarına karşı zayıf bir rakip. Yasal olarak bağlayıcı ticaret anlaşmaları yoluyla ABD pazarına daha fazla erişim vaadi, Washington’un işbirliğini teşvik etmek ve ortakları aksi takdirde kaçınacakları kararları kendi ülkelerinde almaya teşvik etmek için elindeki en ikna edici araç olmaya devam ediyor. ABD stratejisinin kilit unsurlarından biri, çok taraflı ticaret sistemine dönük taahhütlerin yenilenmesi ve anlamlı pazar erişim anlaşmalarının müzakere edilmesine yönelik isteklilik olmalı. Elbette yakın vadede bu yaklaşım iç politikada sert engellerle karşılaşacaktır, ancak ABD kendi somut teşviklerini sunmadan ortaklarının Çin’deki iktisadi ve ticari fırsatları feda etmelerini sağlayamaz.
Washington’un ayrıca ortaklarının karşı karşıya olduğu iç siyasi durumlara dair daha fazla farkındalık göstermesi gerekiyor. Bazı koalisyonların ve bireysel ortakların özelde bir şey söylerken kamuoyu önünde başka bir şey söylemesi çoğu zaman korkaklığın bir göstergesi olmaktan ziyade açıktan Çin karşıtı eylemleri kısıtlayan siyasi ve iktisadi gerçeklerin birer yansıması. Hint-Pasifik bölgesindeki yetkililer, özel olarak Çin’in niyetleri ve tavırları konusunda derin endişelerini dile getiriyor ve ABD’nin Pekin’in bölgesel düzen üzerindeki hasmane etkisine karşı koyma çabalarını memnuniyetle karşılıyor. Fakat bu endişelerin kamuoyu önünde dile getirilmesi Pekin’den siyasi, diplomatik ve iktisadi geri tepmelere davetiye çıkarıyor. Her ne kadar iktisadi ve askeri bir süper güç olan ABD, Çin’in uygulayabileceği hemen her türlü baskıya karşı koyabilecek güçte olsa da diğer ülkelerin çoğu böyle bir özgüvenle hareket etmeyi göze alamaz. ABD, Pekin’in iktisadi baskısıyla karşı karşıya kalan koalisyon üyelerinin dayanıklılığını artırmaya yardımcı olmalı. Ancak böyle bir araç seti oluşturulana kadar, daha küçük ekonomilerin karşılaştığı pratik risklere karşı duyarlı kalmalı.
Washington, kendi söylem ve eylemlerini ortaklarının iç gerçeklerini yansıtacak şekilde ayarlayarak mevcut ve müstakbel koalisyon üyelerinin liderlerine yardımcı olabilir. ABD’nin Hint-Pasifik’teki eylemlerini yalnızca Çin ile stratejik rekabet bağlamında ele almak, bölgede ivme kazanmayı kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’nu oluşturan ülkelerin —Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD— liderleri tarafından kısa bir süre önce yayımlanan ortak bildiri, bu daha kalibreli yaklaşımın etkili bir tezahürünü temsil ediyor. Yaklaşık 3 bin kelimelik metin, Dörtlü’nün Hint-Pasifik’te işbirliğini derinleştirme planlarını anlatıyor ve Çin’den hiç bahsedilmiyor. Washington’un Çin revizyonizmini geri püskürtmek ve özgür ve açık bir düzeni desteklemek için pek çok farklı koalisyonu çevik bir şekilde inşa etmesi gereken bir dünyada, sessiz kısmı yüksek sesle söylememek çoğu zaman akıllıca olacaktır.