Polonya-AB kavgası: "Polexit" mümkün mü ya da neden değil?
Avrupa Birliği, Polonya yargısının yerel kanunları AB kanunlarının üzerine koyan kararını protesto ediyor. Meselenin kökeni ne ve AB'nin iddiaları ne kadar doğru?
Geçen seneden bu yana Belarus’u hedef alan neoliberal rejim değişikliği girişiminin ileri karakolu olan Varşova, son dönemde AB bünyesindeki “skeptik” hizbin başını çekiyor.
AB’nin Polonya’ya dönük iddialarının ne kadar haklı olduğunu görmek için maziye dönmek ve AB’nin benzer meselelerde nasıl refleks gösterdiğine bakmak gerekiyor.
Belki de AB’nin lokomotifi olan Almanya’nın kendi kanunlarına ve yargı teşkilatlanmasına da değinmek gerekebilir.
AB, Polonya’yı iktidar partisinin [Hukuk ve Adalet Partisi —PiS] Anayasa Mahkemesi yargıçlarının seçilmesi sürecinde haddinden fazla etkisi olduğunu ve dolayısıyla mahkemenin aldığı kararların hukuka değil, hükümetin siyasi iradesine dayandığı gerekçesiyle Varşova’yı “hukukun üstünlüğünün altını oymakla” suçluyor.
Anayasa Mahkemesi yargıçlarının hükümet tarafından atanabildiği ya da görevden alınabildiği bir ortamda “hukukun üstünlüğü”nün tehlikede olması gayet doğal bir netice.
Ancak esasasında konu, AB’nin Polonya örneğinde olduğu gibi tüm üye devletlere aynı katı standartları uygulayıp uygulamadığıyla alakalı.
Almanya örneği bu konuda çok şey sunuyor. Anayasa Mahkemesi yargıçlarını Almanya’da da hükümet seçiyor.
Üstüne bu yargıçların çoğunluğunun önceden siyasi partilerde aktif olması göz önüne alınırsa Almanya’yı bu konuda Polonya’dan farklı kılan pek bir şey yok.
Harbarth’ın Anayasa Mahkemesi Başkanlığına atanması
Alman Anayasa Mahkemesi’nin mevcut başkanı Stephan Harbarth, aslında bir iş hukuku avukatı, anayasa hukukçusu değil. Hiçbir dönemde de yargıç olarak görev yapmadı.
Harbarth’ın adı, Cum-Ex yolsuzluğunda geçiyor. Harbarth, yolsuzlukla suçlanan bankalarla ve emisyon skandalında da Volkswagen’e vekalet eden hukuk firmalarıyla çalışıyordu.
Harbarth, ayrıca CDU mensubuydu, 2018’de Anayasa Mahkemesi Yargıçlığına atanmadan evvel 9 yıl milletvekili olarak görev yaptı ve görevdeyken de avukatlığa devam edip birkaç milyon euro’yu cebe indirdi.
Daha önce çalıştığı hukuk firmalarının vekalet ettiği şirketler adına lobi faaliyeti yürütüyordu.
2018’de göreve getirilirken gerekli şartları sağlamıyordu; Anayasa Mahkemesi Yargıçlığına getirilecek ismin daha önce yargıç olarak görev yapmış olması gerekiyor. Harbarth, hayatı boyunca avukatlık mesleği yaptı.
Burada bir hileye başvuruldu; göreve gelmek için daha önce yargıçlık yapmış olmanın dışında bir üniversiteden fahri profesörlük unvanı almak da yeterli sayılıyor.
Şans eseri Harbarth, 2018’in mart ayında Heidelberg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde fahri profesör oldu ve kasım ayında atandı.
Bu konuya dair yaşanan tartışmada üniversiteden herhangi bir ses çıkmadı.
Dönemin Federal Anayasa Mahkemesi Başkanı Andreas Vosskuhle’nin görev süresi 2020’de sona erdi ve Harbarth, 15 Mayıs 2020’de koltuğa oturdu.
Tüm bunların yanında vekil olarak görev yaparken aynı zamanda avukatlığa devam ederek [her ay yaklaşık 100 bin euroluk bir meblağ kazanıyordu] aslında suç işlemişti. Almanya’nın Milletvekilleri Kanunu, vekillerin mesailerini kendi görevlerinde harcamalarını şart koşuyor ve başka bir işle uğraşmalarını yasaklıyor.
Harbarth’ın atanışı fırtınalı bir süreçti; göreve gelmesine karşı geri çevrilmiş 4 şikayet dilekçesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan bir ihbar ve göreve atanmaması çağrısında bulunan bir de bildiri mevcut.
Harbarth’ın atanma sürecinin, Polonya’dakine benzer türden bir infiale neden olması gerekiyordu.
Şu durumda Hartbarth, Federal Anayasa Mahkemesi’nin AB’nin ajandasına uygun kararlar alabilmesinin bir tür sigortası.
Federal hükümetin anayasayla çelişen Kovid politikasına dair mahkemeye ulaşan tüm şikayetleri geri çevirmişti. Salgının başladığı sırada göreve başlaması da CDU-CSU açısından bir şans. Kaderin cilvesi.
Harbarth’ın hükümetin Kovid tedbirlerine dair medyaya verdiği demeçler de vardı.
“Federal Anayasa Mahkemesi Başkanı Stephan Harbarth, Almanya’nın korona politikasına yönelik artan eleştiriler karşısında anlayış gösterilmesini talep etti. ‘[…] Zaman baskısı ve belirsizlik durumunda karar vermek zorundaysanız, hata yapma riskiniz her zaman vardır. Sorumluların kararlarını bugünün bilgisiyle vermesi gerekir. Bu kararlar daha sonra, ki genellikle birkaç hafta sonra, tamamen farklı bir bilgi düzeyi temelinde değerlendirilir.’”
Aceleyle alınan kararlarda hataların mümkün ve kabul edilebilir olduğu yönündeki ifadeye katılmak mümkün olsa bile, sonradan yanlış çıkan bir kararın Anayasa Mahkemesi tarafından düzeltilmesi gerekirdi.
Bu olmadı.
Hartbarth olaya buradan bakmıyor, zira adına “zaman baskısı” dediği şeyle başkan, hükümetin tüm kararlarını haklı çıkarıp bunlara yönelik şikayetleri de savuşturuyor.
Ki bu, AB’nin da ajandasına oldukça uygun.
Varşova, Brüksel’in hoş görmediği kararlar çıkarınca da sahaya ağır silahlar sürülüyor, bunun başında da AB fonlarının kesilmesi tehdidi var.
“Polexit” mi?
7 Ekim'de Polonya Anayasa Mahkemesi, AB’nin hiç hazzetmeyeceği bir karar çıkardı:
Der Spiegel’de çıkan haber:
“Polonya Anayasa Mahkemesi, Avrupa Birliği’nin bazı yasalarının Polonya Anayasası ile çeliştiğine karar verdi. […] Mahkeme, gerekçeli kararda, artık ülkenin AB üyeliğinin ve imzalanan anlaşmaların, en yüksek hukuki yetkinin AB mahkemelerine devredilmesi gerektiği anlamına gelmediğini belirtti. ‘Anlaşmaların imzalanması, Polonya’nın kendi egemenliğini AB’ye teslim edeceği gelmiyor’ denildi.”
AB üye devletlerinin, öyledir ya, seçilmiş parlamentoları, Brüksel’den farklı bir görüşe sahiplerse yüzler buruşur.
7 Ekim tarihli haber:
“AB Komisyonu’nun Adaletten Sorumlu Üyesi Didier Reynders, ‘Brüksel, Polonya’da AB hukukuna saygı gösterilmesini sağlamak için tüm araçları kullanacaktır. AB hukukunun ulusal hukuktan önce gelmesi ilkesi ve AB yargısı tarafından alınan kararların bağlayıcı niteliği, devletler konfederasyonunun merkezinde yer alır’ dedi.”
Bir gün sonra:
“Varşova’da kararın açıklanmasından 3 saatten az bir süre sonra AB Komisyonu, ‘AB, bir hukuk ve değerler topluluğudur. Birlik hukukunun bütünlüğünü ve tek tip biçimde uygulanmasını sağlamak için sözleşmeden doğan yetkilerini kullanmakta tereddüt etmeyecektir’ ilanın yaptı. Brüksel makamı bunun ne anlama geldiğini henüz açıklamadı. Ancak Komisyon’un sert tepki göstermesi yönündeki baskı artıyor.”
Medya, şu aralar Polonya’nın AB’den çıkmasının mümkün olduğunu öne sürüyor.
Ne AB fonlarını kaybetmek istemeyen Varşova, ne de Brexit’i gören AB, Polonya’nın AB’den ayrılmasını istiyor.
Bununla beraber Brüksel’in Minsk’e yönelik müdahalenin merkez üssü olan Polonya’dan bu kadar kolay vazgeçeceğini düşünmek zor.
Bundan sonra AB’nin Polonya’ya dönük tacizleri artabilir. Ya da epey antrenmanlı oldukları bir konu; STK’lar devreye sokulur.
Polonya’da bir sonraki seçimler 2023’te yapılacak. AB’nin Polonya’da memnuniyetsizliği kışkırtmak ve Polonyalıların 2023’te mevcut hükümeti göndermelerine vesile olmak için bolca zamanı var.
Şu an AB ajandasına en baştan beri sadık olan eski Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Polonya’da muhalefet lideri olarak hazırda bekliyor: Anayasa Mahkemesi’nin kararının açıklandığı gün halkı Varşova’nın Saray Meydanı’nda protestoya çağırmıştı.