BRICS'in genişlemesinin arka planı
"BRICS'in popülaritesi krizin bir tezahürü, şimdiye dek krizle başa çıkma işleviyle var olan emperyal düzene duyulan güvensizliğin bir ifadesi."
Çevirmenin notu: Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkenti Johannesburg’da düzenlenen 15. BRICS zirvesi, sözgelimi teşkilatlanmanın genişlemesiyle sona erdi. BRICS’in varlık gerekçesi, hedefi ya da ülkelerin gruba dahil olma konusundaki birbirinden farklı motivasyonları tartışmaya değer; özellikle de BRICS’in NATO’nun karşısına dikilmiş, anti-emperyalist bir güç olduğu iddiası son derece cüretkâr bir şekilde dile getirilirken.
Bu iddia gülünç olmaktan da öte ve BRICS, farklı amaçlarla bir araya gelen ülkelerden oluşan bir konsorsiyum. Yorumcuların BRICS’i oluşturan unsurların öznel durumlarını gözetmesi çok daha faydalı olacaktır.
BRICS’in genişlemesinin arka planı
Prabhat Patnaik
3 Eylül 2023
BRICS ülkelerinin Johannesburg zirvesinde, grubun Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan beşli yapısının ötesine geçerek altı ülkeyi daha kapsayacak şekilde genişletilmesinde karar kılındı. Bunlar: Arjantin, Mısır, İran, Etiyopya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE). Görünüşe göre bu altı ülke BRICS grubuna katılmak isteyen yirmi iki ülkeden oluşan bir listeden seçildi. Dahası, şu anda BRICS’e başkanlık eden Güney Afrika’daki hükümet kaynakları 40 kadar ülkenin daha gruba katılmaya ilgi duyduğunu açıkladı. Doğal olarak şu soru ortaya çıkıyor: BRICS neden birdenbire bu kadar popüler oldu?
Pek çokları BRICS’i, emperyalist ülkelerin “büyük masasından” dışlanan bazı büyük ülkelerin kendilerini gösterme ve dünya meselelerinde daha önemli bir rol oynama, hak ettiklerini düşündükleri bir rol oynama teşebbüsü olarak gördü. Fakat BRICS oldukça farklı bir yapı: Rusya ve Çin, halihazırda BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip daimî üyeleri ve bunlardan biri şu anda “büyük masa” ülkeleriyle savaş halinde, diğeri ise “baş düşman” olarak kötüleniyor; bu nedenle “dışlanmış” hissetmeleri sorunu basitçe ortaya çıkmış olmaz. Geri kalan üyelere gelince, BRICS bir yapı olarak kuruluşundan bu yana dünyadaki hiçbir durumda kilit bir rol oynamadı; dolayısıyla, bu geri kalan üyeler de dünya meselelerinde daha büyük bir rol için sadece talip olarak görülemezler (zira öyle olsalardı daha proaktif olurlardı). Aynı şekilde, bu kadar çok ülkenin BRICS’e katılmak istemesinin ardında yatan gerekçe tek başına daha fazla önem kazanmak olamaz.
Bu izahın sorunu, muhafazakâr ve ana akım iktisatçıların bile “seküler stagnasyon” olarak nitelendirdiği, dünyanın, küresel kapitalizmin iktisadi krizinin damgasını vurduğu mevcut durumunun altında yatan politik ekonomiden oldukça habersiz olması.
Bu kriz durumunda, eski uluslararası kurumlar tek başına yetersiz görünüyor ve emperyalist ülkeler bu durumla başa çıkmak için onları değiştirmek ya da yeni kurumsal yenilikler yapmak konusunda son derece aciz görünüyor. BRICS bu bağlamda umut vaat eden bir yenilik olarak ortaya çıkıyor. Başka bir deyişle BRICS’in popülaritesi krizin bir tezahürü, şimdiye dek krizle başa çıkma işleviyle var olan emperyal düzene duyulan güvensizliğin bir ifadesi. Bu durum BRICS’i “anti-emperyalist” bir gruplaşma yapmaz: içindeki bazı ülkeler şüphesiz anti-emperyalist ama Mısır, Etiyopya, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin BRICS’e katılarak emperyalizme karşı isyan ettikleri söylenemez. Anti-emperyalist olmasalar da önümüzdeki günlerde kendilerine önemli bir destek sağlayabileceğini düşündükleri alternatif bir vaat düzenlemesine bakıyorlar.
Şu anda var olan genişletilmiş BRICS’te üç farklı ülke türü var (bunlar birbirini dışlamıyor): emperyalizmin tek taraflı “yaptırımlar” ya da cezalandırıcı korumacı tedbirler uyguladığı ülkeler, petrol ve doğalgaz üreticisi ülkeler ve mevcut küresel krizin ortasında halihazırda zorluklar yaşayan ya da önümüzdeki günlerde yaşaması muhtemel ülkeler. Çin, Rusya ve İran ilk kategoriye; Rusya, İran, Suudi Arabistan ve BAE ikinci kategoriye; Mısır, Etiyopya ve Arjantin ise üçüncü kategoriye örnek teşkil ediyor (Brezilya ve Hindistan gelişmekte olan krizden endişe duyuyor ve alternatif düzenlemeler konusunda istekli).
BRICS, Güvenlik Konseyi onayı olmadan da uygulanan tek taraflı emperyalist yaptırımlara maruz kalan ülkeler için bu yaptırımların by-pass edilmesi konusunda potansiyel bir düzenleme sunuyor. Bu anlamda İran’ın BRICS’e dahil edilmesi belki de Johannesburg zirvesinde kabul edilen diğer tüm tedbirlerden daha önemli. İran sadece ağır yaptırımlara maruz kalmakla kalmadı, aynı zamanda emperyalist ülkeler tarafından geliştirilen kapitalist oyun kurallarına bariz biçimde aykırı olarak metropol bankalarında tutulan kendi döviz rezervlerine erişim hakkı elinden alınan ilk ülke oldu. O zamandan beri bu tür uluslararası “haydutluk” eylemleri oldukça yaygın hale geldi ve Ukrayna savaşının ardından en son kurban Rusya oldu: Rusya’nın da yabancı bankalarda tutulan kendi döviz rezervlerine erişmesine izin verilmedi. BRICS’e katılmak, bu “yaptırım uygulanan” ülkelerin emperyalizmin onları hapsetmek istediği mengeneden kurtulmalarını sağlayacaktır.
Petrol ve doğalgaz üreticileri, küresel resesyon nedeniyle ürünlerinin fiyatlarının düştüğünü görüyor ve azalan talebe karşılık üretimi kısarak bu fiyatları güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu durum ABD’nin açık isteklerine aykırı. Nitekim bir keresinde ABD, aralarında bizzat Biden’ın da bulunduğu çok sayıda temsilcisini Suudi Arabistan’a göndererek bu ülkeden o dönemde yapılacak olan OPEC+ toplantısında üretim kesintisine karşı çıkmasını talep etmişti; fakat ABD’nin bu baskısı işe yaramamıştı. O zamandan bu yana OPEC+’ın üretim kesintilerini duyurduğu başka durumlar da oldu. Eğer petrol üreticileri gelecekte ABD’nin taleplerine rağmen petrol üretimine karar verme konusunda yeterli özerkliğe sahip olacaklarsa, o halde ilişkilerini ABD’ye olan münhasır bağımlılıktan ayrı tutarak, bu ülkeye karşı hasmane bir tavır takınmaksızın çeşitlendirmeleri elzem görünüyor. BRICS’e katılmak onlar için bu çeşitlendirmenin bir aracı.
Üçüncü grup ülkeler, yani ekonomileri ciddi şekilde kötü durumda olan Mısır, Arjantin ve Etiyopya ile yine kötü durumda olmakla birlikte ekonomileri daha az kötü durumda olan Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika için BRICS’in cazibesi başka bir yerde, yani doları by-pass eden yerel para birimi ticareti ihtimalinde yatıyor. Brezilya ve Çin, kısa bir süre önce Hindistan ve BAE gibi bu tür bir yerel para birimi ticareti düzenlemesine girdi ve önümüzdeki günlerde BRICS üyeleri arasında bu tür düzenlemelerin yapılması muhtemel ki bu da BRICS’e katılmak adına kayda değer bir cazibe teşkil ediyor.
Bu düzenlemelere katılan ülkeler arasındaki göreli para değerleri sabit olacak ve bu ülkeler arasındaki ticarette ne hesap birimi ne de dolaşım aracı olarak dolara ihtiyaç duyulmayacak. Bu tür düzenlemeler, bu ülkeler arasında dolaşım aracının mevcudiyetini etkin bir şekilde genişleterek ve bu genişlemeyi ülkelerin kendileri tarafından alınan kararların sonucu haline getirerek (para arzlarını istedikleri zaman artırabilirler), artık herhangi bir dolar kıtlığıyla kısıtlanmayarak ticareti kolaylaştıracak.
Fakat bu, sorunun sadece yarısına yanıt veriyor; buna ilave olarak gerekli olan, bu ülkeler arasındaki ticaret dengesinin, fazla veren ülkenin açık veren ülkeden mal ve hizmet satın almasıyla, derhal olmasa bile en azından belirli bir süre içinde çözülmesi. Başka bir deyişle, yerel para cinsinden ticaret dünya ekonomisindeki likidite stokunu genişletecek ancak bu tür bir düzenlemeye giren ülkeler arasındaki ticaretten kaynaklanan dış borç sorununu ortadan kaldırmayacak.
BRICS, dengelerin açık veren ülkelerin borçlanmasıyla değil, bu ülkelerden daha fazla mal satın alınmasıyla sağlandığı bu tür ikili ticaret düzenlemelerini teşvik ettiğinde, küresel ekonominin işleyişinin iyileştirilmesine önemli bir katkıda bulunmuş olacaktır; ancak o zaman emperyalistlerin egemenliğindeki küresel iktisadi düzene sahici bir alternatif olacaktır.
BRICS Bankası’nın yeni direktörü, Brezilya’nın eski devlet başkanı Dilma Rousseff, bankanın ne genel olarak üçüncü dünyaya ne de üye ülkelere borç ödeme ya da borç servisi için kredi verme niyetinde olmadığını açıkça belirtmişti; bu yüzden üçüncü dünyanın bu amaçla IMF’ye gitme ve onun dayattığı “kemer sıkmaya” maruz kalma ihtiyacını azaltmayacaktır. Ancak banka, yerel para cinsinden ticaretin genişletilmesi ve üçüncü dünya ülkelerine altyapı kredisi sağlanması konusunda istekli; bu da emperyalistlerin egemenliğindeki kurumların elini bir nebze olsun gevşetecektir.
Üye ülkelerdeki sol çevreler arasında BRICS’in emperyalizm için tam olarak ne anlama geldiği konusunda pek çok tartışma yaşandı. Bazıları BRICS’in anti-emperyalist olmakla birlikte anti-kapitalist olmadığını savunuyor ama BRICS’e anti-emperyalist demek bile abartılı bir ifade olur. Modi, MbS (Suudi Arabistan) ve Sisi (Mısır) gibi liderlerin yer aldığı bir gruplaşmaya anti-emperyalist demek mümkün değil. Fakat emperyalist kurumların küresel ekonomi üzerindeki tekelci hakimiyetini en azından bir ölçüde zayıflattığı söylenebilir ki bu da kesinlikle olumlu bir gelişme. BRICS, kendi başına emperyalizme karşı bir darbe oluşturmayacak ama dünya emekçilerinin emperyalizme karşı darbe vurması için daha elverişli bir ortam yaracaktır.