Bir kara tablo: Ukrayna'daki savaş, Blinken-Nuland çetesi ve Galiçya fraksiyonuna rağmen biter mi?
1945’ten beri ABD’nin tetiklediği savaşlarda Amerikan liderleriyle cephedeki ülkelerin liderlerinin söyledikleri hiç birbirini tutmadı. Haftalardır Ukrayna arazisinde çetin bir muharebe verilmekte; Biden, geçen hafta Varşova’da kürsüden Rusya’da rejim değişikliği çağrısı yapıp, Brüksel’e de yaptırımlar konusunda “bu kadarcık mı?” diye sormaktan hiç çekinmedi. Zelenskiy ise, sıra sıra Batılı ülkelerin parlamentolarına verdiği hitaplarda, Moskova ile müzakere yürütmeye dönük isteğini her seferinde belirtti.
Bu absürt durumun belli nedenleri var.
Rusya’yı savaşa çekip çekmeme konusunda başta Washington’da da ihtilaflar vardı. Eğer dönüp geçmişteki haberlere bakılırsa, Biden’ın Savunma Bakanı Lloyd Austin ve Genelkurmay Başkanı Mark Milley’in, aralık ayından Rus harekatına kadar geçen süreçte “Rusya Ukrayna’yı işgal edecek” açıklamalarına katılmadığı, daha ihtiyatlı bir tutum sergilediği rahatlıkla görülür.
2014 Maydan darbesinin kilit aktörlerinden olan Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Müsteşar Victoria Nuland’ın bulunduğu Amerikan hariciyesi, bu savaşın asıl sorumlusu. Ki yüce bir tesadüf olarak, bugünkü ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken da Nuland da Ukrayna kökenli. Blinken-Nuland çetesi, şu an Rusya’nın yok olması ya da teslim olması için son Ukraynalı kalana kadar savaşmak niyetinde.
Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, bir yandan savaşı sona erdirmek için müzakerelerden yana olduğunu söyleyip, diğer yandan Kremlin’in savaş başlamadan aylar önce açıkça sunduğu şartlara itiraz ediyor. Hatta geçen hafta pazartesi günü, ateşkesin ardından Kırım ve Donbass’ın statüsünü tartışmaya ve güvenlik garantileri sağlamaya yönelik adımlar atmaya hazır olduğunu da söylemiş ve Putin ile doğrudan görüşmekte ısrarcı olmuştu. Zelenskiy’in yaşadığı bu şizofreniye benzer durumun nedeni, kaderinin, gücünü tamamıyla ABD ve NATO ittifakından alan ve merkezi Lviv’deki neo-Nazi Galiçya fraksiyonunun elinde olması.
Şubat sonunda şöyle bir şey çiziktirmiştim:
“[…] Rusya’nın, müzakerelerin başlayabilmesi için aradığı tek koşul Ukrayna ordusunun silah bırakması. Diğer yandan Zelenskiy, henüz bu talebe yanıt vermedi ya da verip vermeyeceği de meçhul. Hadi diyelim bu koşulu kabul etti, Maydan’dan sonra fazlaca güçlenen, savaş alanlarındaki esas kuvvetler haline gelen ve tepeden tırnağa silahlanmış olan neo-Nazilerin Zelenskiy’i bu teslimiyet karşısında affetmesi de hiç mümkün değil”.
Blinken-Nuland çetesi ve Galiçya fraksiyonu, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı dikilmiş bir askeri üs olarak işletmeye kararlı. Ve halihazırda Mariupol’de de görülebileceği üzere, doğu Ukrayna’da mağlup olan Galiçyalılar, kaçarken ardındakileri de yok edecek. Tıpkı Nazilerin 80 yıl önce yaptığı gibi.
60 bine yakın Amerikan askerinin ölümü ve Washington’un mutlak mağlubiyetiyle biten Vietnam savaşından sonra ABD sınırları içinde yaşanan çalkantı şu an yok. Biden, şimdi hiçbir Amerikan askerinin Rus ordusuna karşı resmen savaşa girmemiş olması avantajından istifade ediyor. Fakat aynı zamanda Biden, 1919’un ekim ayında görev süresi sonra ermeden iki yıl önce felç geçiren Woodrow Wilson’ın ardından sağlığı en elverişsiz durumdaki başkomutan olması dezavantajına sahip. Yani, ipleri tümüyle Blinken-Nuland çetesine devretti.
Ve ABD’nin “bu savaşın o kadar kolay ve çabuk bitmeyeceği” ve müttefiklerinin “ne kadar sürerse sürsün hazır ve kararlı oldukları” yönündeki açıklamaları, Kiev’in müzakereleri nihayete erdirme ihtimalini suya atıyor.
Buradan çıkan netice, İstanbul’daki son müzakere turuyla alakalı pozitif yorumların hepsinin boş laflardan ibaret olduğu.
Müzakerelerde varılan en önemli uzlaşı, Ukrayna’nın NATO üyeliğiyle ilgiliydi. Buna göre Kiev, NATO’ya üyelik hedefini anayasasından çıkarıp yerine tarafsızlığı koyacak ve herhangi bir askeri ittifaka katılmayacak. Karşılık olarak da Moskova’dan NATO Kurucu Antlaşmasının 5. maddesine eşdeğer güvenlik garantileri alacak. Bu, garantör ülkelerin başka bir ülkenin saldırısı durumunda Ukrayna’ya askeri destek sağlayacağı anlamına geliyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri [yani ABD, Çin, Rusya, Fransa ve Birleşik Krallık] ile İsrail, Almanya, Polonya, Kanada ve Türkiye muhtemel garantörler olarak belirlendi. Bunun yanında Kiev, AB’ye üyelik sürecinin hızlandırılmasını istiyor.
Ancak güvenlik garantilerinde bir sıkıntı var çünkü Kırım muaf tutulacak. Yani Kiev, otomatik olarak Kırım’ı Rusya’nın parçası olarak kabul edecek ve Kırım’ı askeri yollarla geri alma arzusundan vazgeçecek.
Varsayalım ki bunların tamamı oldu…
Kiev, bir de ülkesine yabancı asker konuşlandırmama sözü verdi. Ukrayna’nın müzakere heyetinin başındaki David Arahamia, toplantı sonrası şunları söyledi:
“Anayasamızda belirtildiği gibi, topraklarımızda hiçbir yabancı askeri üsse ev sahipliği yapmayacağız, topraklarımıza yabancı askeri birlik konuşlandırmayacağız, askeri veya siyasi ittifaklara girmeyeceğiz. Topraklarımızda askeri tatbikatlar, garantör ülkelerin izniyle gerçekleşecektir”.
Bunlar hoş tınılar olsa da gözden kaçırılmaması elzem bir detay var; Rusya’nın askeri harekatından önce binlerce NATO askeri Ukrayna’ya konuşlandırıldı, onlarca üs kuruldu ve tüm bunlara “eğitim misyonu” kılıfı giydirildi.
Dolayısıyla Ukrayna, daha kendi anayasasını çatır çatır çiğnemişken Moskova’nın bu vaatlere kanacağını beklemek en hafif tabirle saflık olur.
Kremlin’deki ruh hali de bu yönde olacak ki, Sözcü Peskov’un açıklaması şu oldu: “Daha gidilecek çok ama çok uzun bir yol var”.
Keza Ukrayna’nın BM Daimi Temsilcisi Sergey Kislitsa da güvenlik garantilerine ilişkin anlaşmanın ancak tüm Rus birliklerinin Ukrayna’dan çekilmesinden sonra imzalanabileceğini söyledi.
Ezcümle, savaş tanrısı Ukrayna’da yatıya kaldı ve uzun bir süre de gitmeyecek gibi görünüyor. Umarım yanılırım.