Almanya'nın dostları ve düşmanları kimler?
"Almanya artık 'bir modern sanayi ülkesi' değil, zira Spiegel'de bile Almanya'nın sanayisizleşme tehdidi altında olduğunu okuyabilirsiniz."
Çevirmenin notu: Almanya’da Merkel ve CDU/CSU’dan sonra göreve gelen SPD, Yeşiller ve FDP’den müteşekkil “trafik lambası koalisyonu”, başta Yeşiller’in dışişleri ve ekonomi bakanlıklarında tuttuğu pozisyonlarda imza attığı marifetler nedeniyle ülkenin sanayisizleşme sürecinin ivmelendirdi ve doğrudan Amerikan vasalı haline gelmesine ön ayak oldu.
Bu koalisyon ortaklarına kısa vadede tatlı gelen meyvenin bünyede yaratacağı hastalığın semptomları bir süredir görülüyordu. İktidar koalisyonuyla taban tabana zıt politikalara öncülük eden KOBİ teşkilatı sağcı AfD, hem toplum nezdinde yükselişte hem de hedefte. Emektar Alman gazeteci Thomas Röper, kendi internet sitesinde makul sorulara makul yanıtlar vermiş.
“Vatan hainleri birliği” kimlerden oluşur?
Thomas Röper
26 Ağustos 2023
Der Spiegel’de yayımlanan “Rusya ve Çin ile ilişkiler: Hofreiter AfD’yi ‘hainler birliği’ olarak tanımlıyor” başlıklı makale, Orwell’a taş çıkartacak cinsten. Yeşillerin Almanya ile olan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda, bir Yeşilin “vatan hainlerinden” bahsetmesi çok saçma. Spiegel’in makalesine ve içerdiği alıntılara geçmeden önce bu söze yakından bakalım.
Almanya’nın düşmanı Yeşiller
Eğitimli bir çocuk kitapları yazarı olan ve her nasılsa şu anda Almanya Ekonomi Bakanı olan Robert Habeck, “Yurtseverlik: Solcu Bir Savunma” adlı kitabında şunları yazmıştı:
“Yurtseverliği her zaman berbat bulmuşumdur. Almanya’ya nasıl bakacağımı hiç bilemedim ve hala da bilmiyorum.”
“Kendi ülkesi hakkında ne yapacağını bilemediğini” açıkça söyleyen bir adamın o ülkede ekonomi bakanı olabilmesi herhalde sadece Almanya’da mümkün. Bunu söyleyen bir adamın daha sonra ekonomi bakanı olarak Alman ekonomisini mahvetmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Habeck’in Mart 2022 başında Washington’a yaptığı ilk ziyaret sırasında söyledikleri, örneğin Focus’un o dönemde haberleştirdiği, bununla örtüşüyor: “Almanya ne kadar güçlü olursa, rolü de o kadar büyük olur.” Bu sözler Ekonomi Bakanı Robert Habeck tarafından iki günlük Amerika ziyareti esnasında söylenmişti. Habeck, ABD’de insanların Almanya’nın “hizmetkar bir liderlik rolü oynamaya” hazır olmasından memnuniyet duyduklarını ifade etmişti.
Avrupa Birliği’nin (ve özellikle de Almanya’nın) iktisadi olarak zayıflatılmasının ABD’nin jeopolitik çıkarına olduğu ve bu sayede AB’nin teorik anlamda bile ABD egemenliğinden kurtulmasının engelleneceği bilinirse, Habeck’in iktisadi politikası daha da anlaşılır hale gelir, zira Washington’daki Amerikalılara, Avrupa’da onların çıkarları doğrultusunda liderlik yapmak, yani ABD’nin Avrupa’daki çıkarlarını güçlendirmek için hizmet etmek istediğini açıkça dile getirmişti. Ve bunu da mükemmel bir şekilde icra ediyor.
Claudia Roth da uzun yıllar Alman Yeşillerinin liderliğini ve sekiz yıl boyunca Federal Meclis’in başkan yardımcılığını yapmış bir başka tanınmış yeşil. İki örnekte de görüldüğü üzere o da Almanya ile olan son derece özel ilişkisi nedeniyle dikkatleri üzerine çekmişti. Almanya’nın yeniden birleştiği sırada, o dönem Avrupa Parlamentosu üyesi olan Claudia Roth, 1990 yılında Frankfurt’ta “Bir daha asla Almanya!” sloganıyla ülkenin yeniden birleşmesine karşı bir gösteri düzenlemişti. Claudia Roth, bu sloganı diğer Yeşillerle birlikte gösterinin başında büyük bir pankart olarak taşımıştı ve bu pankartın internette pek çok fotoğrafı bulunuyor.
2015 yılında, o dönemde Alman Federal Meclisi Başkan Yardımcısı olan Claudia Roth, Hannover’deki bir gösteride “Almanya, seni aşağılık pislik” ve “Almanya yok ol” gibi sloganlar atan maskeli solcu radikallerden oluşan bir güruhun arkasında yürümüştü.
Bunlar, Alman Yeşillerinin kendi ülkeleri hakkında ne düşündüklerini gösteren pek çok emsalden yalnızca ikisi.
Bu nedenle Anton Hofreiter gibi Yeşiller mensuplarının diğer partileri “vatan hainliği” ile suçlaması oldukça saçma. Ancak tüm bunların ne anlama geldiğini görmek için yukarıda bahsi geçen Spiegel makalesine bir göz atalım.
Kim “hasım güçlerin çıkarları doğrultusunda” hareket ediyor?
Spiegel’in makalesi şu şekilde başlıyor:
“AfD, ‘ülkeye ihanet eden bir birlik’: Anton Hofreiter (Yeşiller) bu sözlerle bir kez daha, söz konusu sağ popülist partiye saldırdı. Hofreiter, partinin ‘ülkemizin çıkarları doğrultusunda değil, karşıt güçlerin çıkarları doğrultusunda’ hareket ettiğini söyledi. […] Hofreiter, sağ popülist partinin yasaklanmasının ‘hiçbir şekilde göz ardı edilmemesi gerektiğini’ dile getirerek çarşamba günü ‘Markus Lanz’ programında ‘AfD’li vatan hainlerine’ işaret etmişti.”
Bildiğiniz üzere AfD’nin destekçisi değilim ve partiyi savunmak gibi bir niyetim de yok. Sadece Yeşiller’in birilerini “vatan haini” olarak nitelendirmeye cüret ettiği günümüz Alman siyasetinin Orwell’ı ne kadar hatırlattığına dikkat çekmek istiyorum.
Almanya’nın, Şansölye Brandt tarafından yürürlüğe konulan ve daha sonra halefleri tarafından devam ettirilen Ostpolitik’inin, Soğuk Savaş’ın barışçıl bir şekilde atlatılmasında muhtemelen belirleyici bir rol oynadığı da unutulmamalı. Almanya’nın politikası, 1970’lerden bu yana, diyaloğun özellikle başka ülkelerle şiddetli bir çatışma içindeyken önemli olduğunu vurgulamıştı. Almanya on yıllar boyunca bu politikasıyla partiler üstü bir gurur duydu ama mevcut krizde ABD’nin baskısıyla bu politikasını bir kenara bırakarak Rusya ve Çin ile topyekûn savaşı tercih etti.
AfD, şimdi Alman hükümetinin bu politikasına karşı çıkmakla ve düşman ilan edilen ülkelerle temaslarını sürdürmekle suçlanıyor. Bu nedenle AfD, diğerlerinin yanı sıra “aşırı sağcı” ya da “sağ popülist” olarak tanımlanıyor. Bu, 1970’lerin başında Şansölye Willy Brandt’ın Sovyetler Birliği ile temas kurduğu için aşırı solcu olmakla suçlanmasıyla benzer bir şey.
Kulağa tuhaf mı geliyor? Ama değil, zira o dönemde siyasi rakipleri onu tam da bununla suçluyordu ve bildiğimiz gibi bu tam bir saçmalıktı ve tarih, Brandt’ın haklı olduğunu, rakiplerinin ise daha sonra onun politikalarını benimseyerek Şansölye Kohl döneminde de sürdürdüğünü gösterdi.
Bu nedenle Alman ekonomisini Rusya yaptırımlarının yardımıyla kasıtlı olarak duvara toslatan Yeşiller’in (ve onlarla birlikte tüm federal hükümetin) “hasım güçlerin çıkarları doğrultusunda hareket edip etmediği” sorulmalı. Bu Rusya karşıtı politika her şeyden önce Avrupalıların değil ABD’nin çıkarına. Eğer ABD öncülüğündeki NATO, ABD’nin kışkırtmasıyla Ukrayna’nın NATO üyeliğini zorlamasaydı, Rusya’nın güvenlik çıkarlarını teminat altına almak için askerî harekât başlatması zor olurdu.
Yeşiller’in itici güçlerinden biri olduğu Rusya yaptırımları, Rusya’dan çok Almanya’ya ve Alman ekonomisine zarar veriyor. Ekonomi Bakanı Habeck’in “Almanya’ya nasıl bakacağını hiçbir zaman bilemediğini” ve “ABD’ye öncü bir rolde hizmet etmek” istediğini hatırladığımızda, Almanya’da kimin “ülkemizin çıkarları doğrultusunda değil, hasım güçlerin çıkarları doğrultusunda” hareket ettiğini sormak zorunda kalıyoruz.
“Almanya’nın modern bir sanayi ülkesi olarak kalmasına” kim engel oluyor?
Spiegel’in makalesi aşağıdaki paragrafla sona eriyor:
“Hofreiter’den önce Şansölye Olaf Scholz (SPD) partiye saldırmıştı bile. Scholz, ‘Avrupa Birliği’ne karşı düşmanca tutumuyla bu parti, bir bütün olarak refahımızın temelini bile sorguluyor ve ülkenin modern bir sanayi ülkesi olarak kalması için gerekli olan her şeyi engellemek istiyor,’ dedi.”
Demokrasiden yana olan herkes AB’ye karşı olmalı, zira bu birlik bütünüye antidemokratik. Hükümeti olan AB Komisyonu, Avrupa halkı tarafından seçilmiyor ve AB Parlamentosu, Kayzer Wilhelm dönemindeki Alman Reichstag’ından daha az güce sahip.
Alman basını, insanlara AfD’nin Brüksel’de daha fazla demokrasi istediğini ve bu nedenle AB’ye mevcut haliyle karşı olduğunu, fakat Avrupa’nın birleşmesine karşı olmadığını izah ederse, Almanya’daki insanlar AfD’nin eleştirilerinde haklı olup olmadığını düşünmeye başlayabilir. Bunu önlemek için Alman basını ve siyasetçileri “Avrupa Birliği” ve “Avrupa” terimlerini eşitleyerek AfD’nin genel olarak Avrupa’nın bütünlüğüne karşı olduğunu öne sürüyorlar.
Ancak en büyük cüretkârlık, hükümeti Alman ekonomisinin mezar kazıcısı rolünü üstlenen Şansölye Scholz’un, AfD’yi pragmatik Rusya politikasıyla “bir bütün olarak refahımızın temelini sorgulamakla” ve “ülkenin modern bir sanayi ülkesi olarak kalması için gerekli olan her şeyi engellemek” istemekle suçlaması.
AfD’yi sevmek zorunda değilsiniz ama Alman refahının temeli, Scholz hükümetinin, Almanya aleyhtarı çocuk kitabı yazarı Habeck’in liderliğindeki ekonomi politikasıyla sorgulanıyor. Önde gelen Alman siyasetçilerin bir süre önce mevcut politikaların ülkede refahı azalttığına dikkat çektikleri hatırlanmalı. Rusya aleyhtarı politikaların rüştünü ispatlamış bir destekçisi olan muhalefet lideri Friedrich Merz, Nisan 2022 gibi erken bir tarihte şunları söylemişti:
“Muhtemelen —en azından bir süreliğine— refahımızın zirvesini geçtik. Her şey daha da zorlaşacak. Ayrıca artık bir ya da iki şeyi karşılayamayacağız. Belli bir süre için durum böyle olacak.”
Merz, desteklediği federal hükümetin (ekonomi) politikasını hiçbir şekilde eleştirmiyordu, yalnızca federal hükümetin bu hakikati Almanya’daki insanların yüzüne açıkça söylememesini eleştiriyordu, zira şöyle de eklemişti:
“Bu aynı zamanda bunu bilen Federal Şansölye tarafından da dile getirilmeli.”
Fakat federal hükümet, Almanya’daki insanlara bunu söylemiyor; bunun yerine Scholz, ZDF’ye bu yaz verdiği mülakatta, Alman ekonomisinin iyiye gittiğini uydurdu ve ardından AfD’yi “Almanya’nın modern bir sanayi ülkesi olarak kalması için gerekli olan her şeyi” engellemekle suçladı.
Bir hatırlatma: Almanya artık “bir modern sanayi ülkesi” değil, zira Der Spiegel’de bile Almanya’nın sanayisizleşme tehdidi altında olduğunu okuyabilirsiniz. Ve sevgili Bay Scholz: Bunun nedeni AfD değil, zira Almanya’yı onlar yönetmiyor, siz yönetiyorsunuz!