Almanlar cepheye!
"Bundeswehr tarafından eğitilen ve Rheinmetall'in çeşitlendirilmiş kaliteli ürünleriyle Almanya masrafa sokularak donatılan bir Avrupa ordusunun zamanı gelmiş olabilir mi?"
Çevirmenin notu: Sputnik ve Russia Today (RT) Genel Yayın Yönetmeni Margarita Simonyan, 19 Şubat tarihli bir telefon görüşmesinin dökümünü VK sayfasında yayımladı ve görüşmeye katılanlar arasında Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) Başkanı General Ingo Gerhartz, operasyonlardan sorumlu Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Frank Graefe’nin olduğunu öne sürdü.
Kısa bir süre sonra Simonyan, tartışmanın ses kaydını Almanca olarak Telegram kanalında yayımladı. Generaller, Almanya’nın Ukrayna’ya göndermeyi tartıştığı uzun menzilli Taurus füzelerinin operasyonel ve hedefleme detaylarını, sanki bu konuda daha önce anlaşmaya varılmış gibi ve Berlin’in doğrudan müdahalenin “kırmızı çizgisini” geçmekten kaçınabilmesi için makul inkâr edilebilirliğin nasıl muhafaza edileceğini tartışıyor.
Gerhartz, Luftwaffe'nin kullanabileceği, “Ukrayna’da Amerikan aksanıyla konuşan sivil kıyafetli insanlara” güvenmek de dahil olmak üzere çeşitli “hilelerden” bahsediyor, ancak Graefe, “Ülkeyi ihtilafın tarafı haline getirecek bir dil olamaz,” diye ısrar ediyor.
Diğer yetkililer Ukraynalılara hem füzelerin hem de bunları kullanma eğitiminin yanı sıra muhtemelen Polonya üzerinden uydu hedefleme bilgilerinin sağlanmasından söz ediyor. Görüşmede Kırım Köprüsü’nün vurulması planı ele alınıyor.
Generaller, Ukraynalıların Kırım Köprüsü’ne olan takıntılarının temelde siyasi nedenlerden kaynaklandığını ve köprünün 20 füzenin bile yok edemeyeceği kadar sağlam olduğunu söylüyor. Gerhartz, Berlin’in Kiev’e partiler halinde sağlayabileceği 50 kadar füzenin “savaşın gidişatını değiştirmeyeceğini” de itiraf ediyor.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Alman generallerin doğrudan müdahaleden bahsettiklerini çok iyi bildiklerini, bunu gizlemeye ya da saklamaya çalıştıklarını belirtti ve Amerikalıların Ukrayna’da faaliyet gösterdiğine ilişkin kısma vurgu yaptı.
Almanya, halihazırda Ukrayna’nın en büyük silah tedarikçisi konumunda ve Berlin’in ABD tarafından savaşa gün geçtikçe daha fazla müdahil edilmesinin belli başlı gerekçeleri var. Sosyolog ve Köln’deki Max Planck Toplum Araştırmaları Enstitüsü’nün fahri direktörü Wolfgang Streeck’in aşağıda tercümesi verilen ve bir miktar eskise de güncelliğini koruyan makalesindeki tahminleri doğru çıkıyor gibi görünüyor. Metindeki vurgular ve köşeli parantezler çevirmene aittir.
Almanlar cepheye!
Wolfgang Streeck
16 Mart 2023
Almanya’nın ABD’nin baskısı altında Ukrayna’daki savaşa dolaylı katılımı giderek daha doğrudan hale gelebilir ve silah tedarikçisi rolüne benzeyen bir şekilde gelişebilir.
Hofstadter Kanunu, Murphy Kanunu’nun torunu olarak iyi bilinir: “Her şey düşündüğünüzden daha uzun sürer”. Geçen yıl Rusyalı diktatör Putin bu kanunla tanıştı. Troçki ve Mao Zedong’u örnek alsaydı ve Clausewitz’i okumak için biraz zaman harcasaydı, kendini bu şoktan kurtarabilirdi. Bir ya da iki hafta içinde tamamlanması gereken Kiev’in alınmasındaki başarısızlıktan sonra Putin, Ukrayna’nın içsel faşizmine ve dışsal Batıcılığına mutlak anlamda son vermek istiyorsa, yalnızca Kiev ile değil, aynı zamanda şu ya da bu şekilde ABD ile de belirsiz süreli bir savaşın tatsız ihtimalini kabullenmek zorunda kalacak.
Birkaç ay sonra Putin’in Amerikalı mevkidaşı Biden da benzer bir farkındalığa erişti. Ufukta Ukrayna’nın zaferi yoktu ve Batı’nın Rusya’ya ve Putin’in oligarşik dostlarına yönelik iktisadi yaptırım cephaneliği, Rusya’nın Donbass’ta ve Kırım yarımadasında tutunmasına şaşırtıcı derecede az zarar vermişti. Dahası, Kasım 2022’deki ara seçimler, Amerikan seçmeninin Biden-Blinken-Sullivan-Nuland ekibinin maceralarını finanse etme isteğinin sınırsız olmaktan uzak olduğunu ve görünürde bir sonu olmayan yıpratma savaşının 2024 başkanlık seçimlerinde ölümcül bir sorumluluk haline gelebileceğini açıkça ortaya koydu.
Unutkanlığıyla meşhur Amerikan halkı tarafından bile hala unutulmayan Afganistan’dakine benzer bir çekilme söz konusu olmadığına ve diğer yandan Putin’in devam etmek ya da batmaktan başka alternatifi olmadığına göre, nasıl ilerleneceğine karar vermek artık Biden’a kalmış durumda.
Birinci alternatif: “Dondur”
Mart 2023’ün başında ABD iki alternatif arasında hızlı bir seçim yapmak zorunda kalacak gibi görünüyor. İlkine Çinlilerin çıkış yolu diyelim. Scholz’un 4 Kasım’da Pekin’e yaptığı bir günlük ziyaretten bu yana Çin ve bizzat Şi, taktiksel dahi olsa nükleer silah kullanımının her ne pahasına olursa olsun engellenmesi gerektiği konusunda defalarca ısrar etti. Rusya’nın konvansiyonel silahlı kuvvetlerinin artık iyice görünür hale gelen noksanlıkları göz önüne alındığında, bu durumun Rusya’yı ABD ya da Ukrayna’dan daha fazla endişelendirdiği aşikâr. Almanya’nınkinden ancak daha büyük bir askeri bütçeye sahip olan —ve değişen zamanın karşısında yetersiz kaldığı iddia edilen— Rusya, Almanya’dan farklı olarak, ABD’ninkine eşdeğer kıtalararası stratejik kabiliyetlere sahip bir nükleer silah bulundurmak zorunda. Rusya ordusu, Rusya-Ukrayna sınırından sadece 300 kilometre uzaklıktaki Kiev’i ele geçirmekte yetersiz kaldığında bunun sonuçları bariz biçimde ortaya çıkmıştı.
Çin, kendisine en yakın ve en güçlü müttefiki olarak kendine bağlı olan Rusya’ya, ABD’nin silahlandırdığı Ukrayna’nın ilerlemesine nükleer bir karşılık verilmesinin istenmediği sinyalini vererek ABD ve NATO’ya kayda değer bir iyilik yaptı; bu o kadar önemli ki bunun bir karşılık olmadan yapıldığına inanmak zor. Esasında, ABD’nin Ukrayna’nın askeri gücünü Rusya’yı —taktik— nükleer silahlara başvurmak zorunda bırakmayacak bir seviyeyle sınırlama karşılığında kendini taahhüt etmek zorunda kaldığına dair göstergeler var. Bu türden bir zımni anlaşmanın sonucu, eğer varsa, ki bu muhtemel, savaşın “dondurulması”, yani iki ordunun mevcut bölgesel pozisyonları üzerinde yıllarca sürebilecek bir çıkmaz olacaktır.
Eğer ABD de bu oyuna katılmaya istekli olursa, bu tür bir diplomasi Çin’in himayesi altında devam edebilir. Bir çıkmazdan ateşkese ve daha sonra Bosna ve Kosova’da olduğu gibi dağınık bir barış olsa bile belki de bir barış anlaşmasına çok uzak değil. ABD’nin Ukrayna hükümetini işbirliğine zorlaması gerekecektir ki bu da çok zor olmayacaktır, zira bunu kendileri tayin ettiler: “Rab verdi, Rab aldı; rahman Rab’bin adıyla”.
Fakat Amerikan perspektifinden bakıldığında, bu türden bir çözümün en büyük eksikliği, Çinlilerin iyi niyetleri ve Biden’ın yeniden seçilmesine yardımcı olmaları karşılığında Asya’da taviz vermelerini beklemeleri olacaktır ki bu da Biden’ın Ukrayna sonrası yapmak istediği şeyi yapmasını zorlaştıracaktır: Günümüz ABD’deki stratejik tartışmalarda “Thucydides Tuzağı” —görevdeki bir hegemonun yükselen bir rakibe, savaşı kazanacağından hala emin olabileceği kadar erken saldırması ihtiyacı— olarak bilinen durumdan kaçınmak için Çin’e şu ya da bu şekilde saldırmak var.
Alternatif 2: Almanlara mal etme
Ukrayna bataklığından çıkma ihtimali ne kadar cazip olsa da ABD’nin savaşın Avrupa’ya mal edilmesi, hatta Almanlara mal edilmesi olarak tanımlanabilecek ikinci bir alternatif yaklaşıma yöneldiğine dair işaretler var. Vietnam Savaşı’nın sözüm ona Vietnam’a mal edilmesini hatırlayın. Nihayetinde işe yaramamış olsa da —sonuçta asla bir Amerikan fantezisi olmaktan öteye gidemeyen bölgesel vekili değil, ABD yenilmişti— bu, ABD’ye nefes aldırdı ve propaganda makinesinin Amerikan kamuoyuna savaş alanından onurlu bir şekilde çekilme ve katliamı siyasi olarak güvenilir ve askerî açıdan kabiliyetli bir müttefike bırakma ihtimalini satmasını sağladı.
1960’larda Güneydoğu Asya’da böyle bir müttefik yoktu ama 2020’lerde Avrupa’da işler farklı olabilir. Afganistan’dakinin aksine ABD, savaşın operasyonel işlerinden yavaşça çekilebilir, savaşı yönetmek yerine denetleyebilir ve maddi desteği, taktik kararları ve Ukrayna hükümetine kötü haberlerin iletilmesini, başarısızlık durumunda günah keçisi ve şamar oğlanı olarak hizmet edebilecek yerel bir alt komutana bırakabilir.
Bu görevi kim üstlenebilir? Avrupa Birliği’nin üstlenemeyeceği aşikâr. Eski bir savunma bakanı tarafından yönetiliyor olabilir ama Brüksel’e taşınarak bakanlık dönemindeki başarısızlıklarına ilişkin parlamento soruşturmasından kıl payı kurtulduğundan beri beceriksizliği ortada. Daha da önemlisi, AB’nin gerçek bir parası yok ve Brüksel’de kimin kiminle neye karar verdiği içeridekiler için bile bir muamma, bu da düzenli olarak yavaş, belirsiz ve hesap verilemez kararlara yol açıyor, bu bir savaşta ihtiyaç duyulan şey hiç değil.
Bu görev, AB’den ayrılarak kendisini birliğin yasama mekanizmasından ayırmış olan Birleşik Krallık’a da verilemez. Dahası, Birleşik Krallık halihazırda Çin’e karşı küresel bir cephe oluşturmada ABD için küresel bir yardımcı komando olarak hizmet veriyor. Kimsenin gazetecilik ya da diplomatik bir hayal ürünü olup olmadığından emin olmadığı ünlü Fransız-Alman “tandem”i de dikkate alınamaz.
Geriye Almanya kalıyor ve hakikaten de geriye dönüp bakıldığında, ABD tarafından bir süredir küresel savaşın Ukrayna ayağında başkomutan yardımcısı olarak “Batı değerleri” adına yetiştirildiği hissine kapılıyor insan. Ukrayna ihtilafının Almanlara mal edilmesi, Biden yönetimini ülke içinde kamuoyu desteğini kaybetme tehlikesini beraberinde getirecek bir savaştan çekilme konusunda Çinlilerin desteğini almak zorunda kalmaktan kurtaracaktır. Amerika’nın Almanya’yı Avrupa’da bir vekil olarak kullanma çabaları, kısmen Almanya’nın 1945’te kayıtsız şartsız teslim olmasına kadar uzanan yasal taleplere dayanan güçlü Amerikan askeri varlığını içeren İkinci Dünya Savaşı mirasından faydalanabilir.
Şu anda Almanya’da 25 bin aile ferdi ve 17 bin sivil personelle birlikte yaklaşık 35 bin Amerikan askeri görev yapıyor ki bu sayı muhtemelen Okinawa dışında dünyanın herhangi bir yerinde olduğundan daha fazla. ABD’nin ülke genelinde 181 askeri üssü bulunuyor ve bunların en büyükleri Rhineland-Palatinate’deki Ramstein ve Bavyera’daki Grafenwoehr. Ramstein, “terörle mücadelede” operasyonel karargâh olarak —diğer şeylerin yanı sıra dünyanın dört bir yanından Guantanamo’ya mahkumların mekik uçuşlarını koordine etme amaçlı— görev yaptı ve hala Orta Doğu’daki tüm Amerikan müdahalelerinin komuta merkezi. Son olarak, Almanya’daki Amerikan üsleri bilinmeyen sayıda nükleer savaş başlığına ev sahipliği yapıyor ve bunların bir kısmı Alman hava kuvvetleri tarafından ABD onaylı avcı bombardıman uçaklarıyla (“nükleer paylaşım programı” kapsamında) ABD tarafından belirlenen hedeflere fırlatılabiliyor.
Savaş sonrası dönemde Alman hükümetleri defalarca kendi ulusal güvenlik politikalarını geliştirmeye çalıştılar; Willy Brandt’ın Nixon ve Kissinger tarafından şüpheyle karşılanan yumuşama politikası, Schröder’in Chirac ile birlikte Irak’ta başarısızlıkla sonuçlanan kitle imha silahları arayışında “istekliler koalisyonuna” katılmayı reddetmesi, Merkel’in 2008 yılında Sarkozy ile birlikte Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya kabul edilmesini veto etmesi, Merkel’in Hollande ile birlikte Rusya ile Ukrayna arasında Minsk I ve II anlaşmalarıyla sonuçlanan bir tür anlaşmaya arabuluculuk etme girişimi ve Merkel’in NATO’nun GSYİH’nin yüzde ikisi oranında bir savunma bütçesi hedefini ciddiye almayı inatla reddetmesi gibi.
Ancak 2022 yılına gelindiğinde, Sosyal Demokrat Parti’nin düşüşü ve Yeşiller’in yükselişi Almanya’nın en azından bir nebze stratejik özerklik için çaba gösterme kabiliyetini ve arzusunu kalıcı olarak zayıflatmıştı. Bu durum, savaşın başlamasından iki gün sonra Scholz’un Federal Meclis’te yaptığı ve esasen Brandt, Schröder ve Merkel tarzı itaatsizliklerin tekrarlanmayacağına dair ABD’ye verilen bir taahhüt olan dönüm noktası niteliğindeki konuşmasında açıkça görülüyordu.
Bir testten diğerine
Scholz, Bundeswehr’in yeniden silahlandırılması için ayrılan, tamamı yeni borç olan ve normal bütçe hesaplarında görünmeyen 100 milyar avroluk özel bütçenin, Almanya’nın itaatsizliğine dair süregelen şüpheleri yatıştıracağını ummuş olabilir. Bunun yerine, savaşın ilk yılı olan 2022, Almanya’nın savaş sonrası pasifizmden Anglo-Amerikan Batıcılığına dönüşümünün gerçek derinliğini keşfetmek için Amerikalı küresel yönetişim uzmanları tarafından tasarlanan ve yürütülen bir dizi teste sahne oldu. Kuşkucu gözlemciler, geri dönüş konuşmasından sadece birkaç hafta sonra 100 milyar avroluk sıcak paranın hiçbirinin harcanmadığını fark ettiklerinde —bu durum bugün de devam ediyor— Alman hükümetinin yeni teçhizatın parasının ödenebilmesi için evvelden sipariş edilmesi ve sipariş edilmeden önce seçilmesi gerektiğini belirtmesi kâfi olmadı. Bu nedenle Almanya iyi niyetini göstermek için aceleyle 35 adet F-35 için bir sözleşme —beklenebileceği gibi üreticiler Lockheed Martin ve Northrop Grumman ile değil, Amerikan hükümetiyle— imzaladı. Yeşil Partili Dışişleri Bakanı’nın uzun zamandır gözdesi olan bu uçakların, Almanya'nın nükleer paylaşım programı için elinde bulundurduğu ve modası geçmiş olduğu düşünülen Tornado filosunun yerini alması planlanıyor. Uçaklar on yılın sonuna doğru, onarım ve bakım dahil olmak üzere tahmini sekiz milyar dolara teslim edilecek ama sözleşme şaşırtıcı bir şekilde ABD hükümetine uygun gördüğü takdirde fiyatı tek taraflı olarak yukarı doğru ayarlama hakkı veriyor.
Sonuçta F-35 anlaşması Almanlara kısa bir ertelemeden başka bir şey getirmedi. Almanya’dan, diğer ülkelerden ve ordudan lobiciler özel bütçenin geri kalanının en iyi nasıl harcanacağını tartışırken Scholz, Amerika’nın sabırsızlığını yatıştırmak için, federal kabinede cinsiyet eşitliğine dönük algılanan genel ihtiyacı karşılamak üzere kendi isteği dışında atanan ve uzun süredir görev yapan SPD’li bir siyasetçi olan savunma bakanını görevden aldı. Ayrılmasından kısa bir süre önce, Bundeswehr’in ombudsmanı olarak potansiyel haleflerinden biri olarak, 100 milyardan 300 milyara bir artış talep etti. Birkaç gün sonra bu görev, o zamana kadar Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı olan ve askeri tecrübesi bulunmayan ancak kapsamlı bir yönetim uzmanlığı sergileyen bir başka şahsa verildi. İlk resmi icraatlarından biri, geri dönüş konuşmasında daha önce dikkatle işlenmiş bir belirsizliği, yani 100 milyarın düzenli savunma bütçesini NATO’nun yüzde iki sınırına yükseltmek için mi kullanılacağı yoksa mazideki başarısızlıklar için bir tür ceza olarak yüzde ikiye mi ekleneceği konusunu çözmek oldu.
Yeni adam Pistorius’a göre durum ikincisiydi; bu da ona göre normal savunma harcamalarının, özel bütçeden yapılan harcamalara ilave olarak ve onlardan bağımsız olarak birkaç yıl boyunca yılda 10 milyar avro artması gerektiği anlamına geliyordu. Norveç Merkez Bankası’nın başına geçmek üzere olan NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ki böyle bir makam varsa o da günahtır, bundan böyle yüzde ikinin kural olarak aşılması gereken minimum oran olacağını açıkladığında Pistorius, bunu kamuoyu önünde ilk kabul edenlerden biri oldu.
Bir sonraki test, Eylül 2022’de, Seymour Hersh’ün haberine göre Kuzey Akım 1 ve 2 boru hatlarının bir Amerikan-Norveç komandosu tarafından imha edilmesiydi. Burada Alman hükümeti için test görevi, bunu kimin yaptığını bilmiyormuş gibi davranmak, hadise hakkında genelde sessiz kalmak ve Alman basınının ya aynısını yapmasını ya da kamuoyuna “Putin” olduğunu söylemesini sağlamaktı. Bu test başarıyla geçildi. Federal Meclis’in Sol Partili bir üyesi —736 üyeden sadece biri— birkaç hafta sonra hükümete hadise hakkında ne bildiğini sorduğunda, kendisine “devletin bekası” için bu tür soruların şimdi ya da gelecekte yanıtlanamayacağı söylendi. Hersh’ün bulgularını kamuoyuna açıklamasından bir gün sonra Frankfurter Allgemeine gazetesi “Kremlin: Amerikan boru hatlarına zarar verdi,” başlığıyla haber yaptı.
“Ukrayna’nın yanında durun!”
Daha uzun bir zaman diliminde ve bütçe savaşına paralel olarak gerçekleşen bir başka sadakat testi de Ukrayna ordusuna silah ve mühimmat tedarikiyle ilgiliydi. Ukrayna, 2014’ten bu yana savunma harcamalarını en fazla artıran sanayileşmiş ülke oldu ve bu harcamalar oligarklar tarafından değil, Ukrayna ordusu ile NATO arasında sözü ona “birlikte çalışabilirlik” (resmi rakamlara göre 2020’de gerçekleşecekti) ile ilgilenen ABD tarafından karşılandı. Bu durum Rusyalı generaller için bir endişe kaynağı olsa da —Putin’in Amerikan nükleer kuvvetlerinin modernizasyonuna ayak uydurma kararının ardından konvansiyonel güçlerindeki düşüşün elbette farkındaydılar— NATO ülkelerinden Rusya’nın saldırısının ilk gününden itibaren Ukrayna’ya her zamankinden daha güçlü ve daha fazla sayıda silah göndermeleri talep edildi.
Ukrayna’nın yeniden canlanan Batı’dan sürekli maddi destek almadan kendi ayakları üzerinde duramayacağı anlaşıldığında ABD, başta Almanya olmak üzere ordusunu ihmal etmekten suçlu olanlar da dahil olmak üzere Avrupa ülkelerinin yükün giderek artan bir kısmını üstlenmesinde ısrar etti.
Fakat çok geçmeden ülke ordularının, kendi ülkelerini savunma kabiliyetlerini tehlikeye atacağını düşündükleri en değerli ve prestijli teçhizatlarından bazılarını Ukrayna’ya teslim etme konusunda pek de hevesli olmadıkları ortaya çıktı. Bu isteksizliğin ardında Ukraynalılara verdikleri teçhizatın düşmanın eline geçebileceği, savaş alanında onarılamayacak şekilde hasar görebileceği ya da uluslararası karaborsada satılabileceği, dolayısıyla resmi olarak sadece ödünç verilmiş olsa bile geri almayı umut edemeyecekleri korkusu yatıyor olabilir. Bir başka endişe de savaş sona erdiğinde ve Brüksel’den Ursula von der Leyen’in vaat etmekten hiç bıkmadığı gibi Ukrayna’nın “Avrupa” tarafından her zamankinden daha iyi bir şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiğinde, ulusal hükümetleri tarafından yeniden silahlandırılma ihtimalleriyle ilgiliydi.
Ayrıca, genelde emekli yüksek rütbeli subaylar tarafından dile getirilen, Avrupa ülkelerinin ABD’nin ve kamuoyunun talep ettiği gibi, hükümetlerinin liderliğini ve hedeflerini Ukraynalılara bırakmak zorunda kalacağı bir savaşa sürükleneceği korkusu da mevcuttu. Son olarak, savaşın aniden sona ermesi halinde Ukrayna’nın Avrupa’daki en büyük ve en iyi donanımlı kara ordusuna sahip olacağından korkuluyor gibi görünüyor.
Bir kez daha, Batı Avrupa’nın açık ara en büyük ülkesi olan Almanya, ABD’nin ve uluslararası basının dikkatli bakışları altında Ukrayna’nın yanında durma (“Ukrayna’nın yanında dur!”) isteğini ispat etmek zorunda kaldı. Başlangıçta, dönemin Alman Savunma Bakanı, Ukrayna ordusuna destek olarak 5 bin miğfer ve kurşun geçirmez yelek teklif etmiş, bu da müttefikler ve giderek ülkenin kendi halkı tarafından gülünç bulunmuştu. Takip eden aylarda, Alman birliklerine henüz ulaşmamış olan Iris-T gibi bir hava savunma füzesi ve güçlü 2 bin kundağı motorlu obüs de dahil olmak üzere, giderek daha güçlü silahlar talep edildi ve teslim edildi. Scholz hükümeti, her seferinde başta bir kırmızı çizgi çizmiş, ancak daha sonra müttefiklerinin ve koalisyonun iki küçük ortağı Yeşiller ve Liberallerin baskısıyla bu çizgiyi aşmıştı; Yeşiller Dışişleri Bakanlığı’nı, FDP ise Avrupa’nın ve ötesinin en büyük silah üreticilerinden biri olan Rheinmetall’in merkezi Düsseldorf’tan bir FDP’li milletvekilinin başkanlık ettiği Federal Meclis Savunma Komisyonunu elinde tutuyor.
2022 kışında Ukrayna’nın silahlandırılmasına dair tartışmalar tanklara odaklanmaya başladı. Burada da ve özellikle burada, Almanya’nın piyade savaş araçlarından —zırhlı personel taşıyıcıları— Rheinmetall liderliğindeki bir konsorsiyum tarafından inşa edilen küresel bir ihracat başarısı olan ünlü Alman Leopard 2 ana muharebe tankına kadar adım adım daha güçlü modellere doğru itilmesi gerekiyordu (en gelişmiş 2A5-plus ürün serisinden 600 adet Leopard 2, Yemen’i pasifize etmek için yorulmak bilmeyen çabalarını sürdüren Suudi Arabistan gibi Batılı değerlerin ateşli destekçileri de dahil olmak üzere bugüne dek dünyanın dört bir yanına satıldı).
Kısmen Alman tanklarının Rusya’nın tarihsel hafızasında kayda değer bir rol oynaması, kısmen de Almanya’nın tanklarının kullanımı konusunda söz sahibi olacağına dair herhangi bir işaret olmaması nedeniyle (Ukrayna sınırından Moskova’ya 500 kilometreden fazla bir mesafe yoktur) Scholz başta her zamanki gibi neden Leopard 2’lerin teslim edilemeyeceğine dair birbiri ardına gerekçeler sıraladı. Bunun üzerine başta Polonya, Hollanda ve Portekiz olmak üzere Almanya’nın bazı müttefikleri, Almanya vermese bile Leoparlarını hibe etmeye hazır olduklarını açıkladılar. Hatta Polonya, Alman silah ihracat politikası hükümleri uyarınca hukuki olarak gerekli olduğu üzere, gerekirse Almanya’nın izni olmaksızın Leopard’larının bir kısmını Ukrayna’ya gönderebileceğini duyurdu.
Bu hikâyenin nasıl devam edeceği, olayların bundan sonraki seyri açısından biçimlendirici bir öneme sahip olabilirdi. Avrupalı müttefikleri tarafından köşeye sıkıştırılan Almanya, ABD’nin de M1 Abrams ana muharebe tankını (bugüne kadar toplam 9 bin adetlik üretimiyle bir başka küresel ihracat başarısı) tedarik etmeyi kabul etmesi koşuluyla Ukrayna’ya Leopard tankları tedarik etmeyi artık reddetmiyordu. “İlk adım” olarak Almanya, 320 Leopard tankından 14’ünü üç ay içinde Ukrayna’ya teslim etme sözü verdi; bu tanklar Almanya’nın saydığına göre bir zırhlı alay oluşturacaktı. Almanya, daha sonra her biri kendi tanklarından ve Avrupalı ortaklarından tedarik edeceği 44 Leopard 2 tankıyla iki zırhlı tabur oluşturacak ve bu tanklar mürettebat eğitildikten sonra gerekli yedek parça ve mühimmatla birlikte savaşır durumda Ukrayna ordusuna teslim edilecekti. (Kaçınılmaz “uzmanların” tahminlerine göre, Ukrayna’nın askeri savunma kabiliyetini kayda değer ölçüde geliştirmek için en son modelden yaklaşık 100 Leopard’a ihtiyacı olacak).
Fakat kısa bir süre sonra, Münih Güvenlik Konferansı esnasında iki tatsız sürpriz yaşandı. Birincisi, Almanya’nın Avrupalı müttefiklerinin, Almanya’nın direncini aştıktan sonra, Leopard’larını, ihracat lisansları verilmiş olsun ya da olmasın, ellerinde tutmak için her türlü nedeni keşfettikleri ortaya çıktı; bu da Ukrayna’ya muharebe tankı tedarikini esasen Almanlara bırakmak zorunda kaldıkları anlamına geliyordu (NATO kuvvetlerinde toplam 2 bin 100 adet Leopar olduğu tahmin ediliyor). İkincisi, Amerikalı araştırmacı gazeteciler Wall Street Journal’da ve başka mecralarda, Abrams tanklarının birkaç yıl boyunca sahnede görünmeyeceğini ortaya çıkardılar ki bu, Alman müzakerecilerin muhtemelen Amerikalı muhataplarının isteği üzerine gözden kaçırdıkları bir şeydi.
Nihayetinde Scholz hükümeti, Kiev’e muharebe taknkı tek tedarikçi olarak yalnız kaldı. Almanların Leopard anlaşmasını kabul ettiği gün, Ukrayna hükümetinin istek listesindeki bir sonraki maddenin artık savaş uçakları, denizaltılar ve savaş gemileri olacağını ve bunlar olmadan Ukrayna’nın müttefikleriyle anlaştığı gibi savaşı kazanma umudunun kalmayacağını ilan etmesi işleri daha da garip hale getirdi (Kiev’e dışişleri bakan yardımcısı olarak dönen, uzun süredir Ukrayna’nın Almanya’da görev yapan büyükelçisi 24 Ocak’ta İngilizce bir tweet attı: “Şükürler olsun! Yüce İsa! Ve şimdi sevgili müttefikler, Ukrayna için F-16 & F-35, Eurofighter & Tornado, Rafale & Gripen jetleri ve Ukrayna’yı kurtarmak için teslim edebileceğiniz her şeyle güçlü bir savaş uçağı koalisyonu oluşturalım!”). Buna ek olarak, Münih Güvenlik Konferansı’ndaki Ukrayna heyeti, ABD ve İngiltere’den, uluslararası hukuka göre yasaklanmış olan ancak Ukraynalıların dünyaya bildirdiği üzere Batılı müttefikleri tarafından çok sayıda stoklanan misket ve fosfor bombalarını açıkça talep etti (Okurlarının kafasını karıştırmamaya her zaman özen gösteren FAZ, haberinde misket bombalarını yasa dışı değil, “tartışmalı” olarak nitelendirdi).
Alman liderliği ya da onun yeni kahramanlık arzusu
Alman koalisyon hükümeti için olduğu kadar Biden yönetimi için de Almanya’ya liderlik rolü biçilmesi konusunda en ciddi soru, ülkenin savaş sonrası pasifizminin hala buna engel olacak kadar güçlü olup olmadığı. Bu durum artık geçerli olmayabilir. Zorunlu askerliğin kaldırılması, ABD’den farklı olarak, savaşı iyiliğe hizmet etmek için uygun bir araç olarak görmeyi kolaylaştırmış gibi görünüyor: Ukrayna’dakinin aksine Almanya’da oğullar, erkek arkadaşlar ve kocalar savaşa gitme riskiyle karşı karşıya değil.
Genç neslin büyük bir kısmında ahlaki bir idealizm, öldürmenin ve ölmenin kaba materyalizmini örtüyor. Yeşiller içinde ve çevresinde, savaşın başından bu yana, yakın zamana kadar kesinlikle post-kahramanlık olarak görülen bir nesilde yeni bir kahramanlık arzusu gibi bir şey ortaya çıktı. Artık siperlerde yaşam ve ölüm hakkında ilk elden bilgi verebilecek ebeveynler, hatta büyükanne ve büyükbabalar bile yok. Belli ki insanlar, en azından bizim tarafımızda, Lahey Sözleşmesine tam olarak uygun, sterilize edilmiş bir savaş biçimi hayal ediyor; bu artık bir savaş ve barış meselesi değil, Putin’i yüz binlerce insanın hayatından sorumlu tutma nihai hedefiyle suçluluk ve kefaret meselesi.
Belki de özellikle Alman faktörleri de iş başındadır. Yeşil kuşakta, Avrupa’nın herhangi bir yerinde olduğundan daha fazla, toplumsal bütünleşmenin kaynağı olarak milliyetçiliğin yerini, dünyayı hem ülkeler arasında hem de ülkeler içinde iyi ve kötü olmak üzere iki kampa bölen yaygın bir Maniheizm aldı. Alman zeitgeist’ında yavaş yavaş ve büyük ölçüde fark edilmeden gerçekleşmiş gibi görünen bu değişimi incelemenin ve anlamanın tam zamanı. Bunun siyasi sonuçları arasında, uluslar dünyasından farklı olarak, güç ve çıkar dengesine dayalı bir barışın olamayacağı; bunun yerine, özetle “faşizm” olarak nitelendirilen ve esasen uluslararası ve ulusal olarak aynı olan şeytani güçlere karşı amansız bir mücadelenin söz konusu olabileceği yer alıyor.
Hem neocon’lar hem de Hilary Clinton gibi idealist Demokratlarla özdeşleştikleri için Amerikan siyasi fikirleriyle olan benzerlik bariz. Alman siyasi yelpazesinin sol tarafında bu sendromun özellikle belirgin olduğu görülüyor; geçmişte savaş karşıtı ve barış ya da en azından ateşkes hareketinin doğal temeli burada olurdu. Ancak bugün Sol Parti bile Sahra Wagenknecht ve Alice Schwarzer tarafından 25 Şubat’ta düzenlenen barış gösterisini, partinin parçalanması ve bunun sonucunda siyasi bir güç olmaktan çıkması pahasına da olsa destekleyemedi.
Dahası, savaş sonrası dönemde Almanlar uzun bir süre boyunca, kendilerini kolektif ahlaki eksikliklerle suçlayan ve onlardan şu ya da bu şekilde tevazu talep eden Alman olmayanları sempatiyle dinleme eğiliminde oldular. Terörist, Nazi işbirlikçisi ve savaş suçlusu Stepan Bandera’nın ve iki savaş arası dönemde ve Alman işgali altında Ukraynalı milliyetçilerin liderliğini yapan meslektaşı Andrey Melnik’in utanmaz bir hayranı olan ve yukarıda adı geçen Ukrayna’nın Almanya Büyükelçisi Andrey Melnik’in olağanüstü popülaritesi başka türlü açıklanamaz. Melnik, Twitter’da Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’den başlayarak Alman siyasetçilere Ukrayna’nın yanında yeterince yer almadıkları için sürekli hakaret etti ve başka herhangi bir ülkede akreditasyonunun geri çekilmesine yol açacak bir dil kullandı. Melnik’in, Alman siyasetçileri Rusya ile birlikte Ukrayna halkına karşı düzenli olarak soykırım komplosu kurmakla suçladığı televizyon tartışma programlarından birine davet edilmediği neredeyse bir hafta geçmedi.
Melnik, 2022 sonbaharında ülkesinde dışişleri bakan yardımcılığına terfi ettikten sonra bile Almanya’nın Ukrayna’ya karşı yükümlülükleri konusundaki tartışmalarda kayda değer bir rol oynamaya devam etti. Örneğin, Süddeutsche Zeitung’da yayımlanan ve Jürgen Habermas’ın barış müzakerelerine olanak sağlamak için Ukrayna’da ateşkes çağrısında bulunduğu bir makaleye atıfta bulunan bir tweet attı:
“Jürgen Habermas’ın da böylesine yüzsüzce Putin’in hizmetinde olması karşısında nutkum tutuluyor. Alman felsefesi için bir utanç kaynağı. Immanuel Kant ve Georg Friedrich Hegel bu utançla mezarlarında ters dönerlerdi.”
(Alman kamuoyundaki tartışmaların tonuna bir başka örnek de Sebastian Bielendorfer adında, muhtemelen pazarlama turunda olan genç ve vasat bir sözde komedyenin attığı tweet: “Sahra Wagenknecht, zihinsel ve insani olarak tamamen dejenere olmuş bir grup hücrenin boş kabuğu. Talk şovlara davet edilmemeli, tedavi edilmeli.” Bir gün sonra: “Twitter tweet’i sildi. Esef verici. Gerçekler ise ortada duruyor.”)
Sonuç olarak, ABD ara seçimlerinden bu yana, ABD ve NATO’nun Almanya’yı giderek daha geniş kapsamlı ve aktif bir biçimde savaşa çekme yönünde ortak bir çaba içinde olduğu görülüyor. Diğer Avrupa ülkeleri geçtiğimiz yıl içinde, kendileri kenarda kalmak (Hollanda) ya da kendi çıkarlarını daha büyük bir başarı şansıyla takip etmek (Polonya ve Baltık ülkeleri) için Almanya’yı önden göndermeyi öğrendiler. Öte yandan, başkaları tarafından ileriye itilmekten yorulan Almanya, bunun yerine kendisini ileriye itmeye giderek daha meyilli hale gelebilir. Partinin yeni lideri Lars Klingbeil de dahil olmak üzere Sosyal Demokratların önde gelen temsilcileri, 2022 gibi erken bir tarihte, Almanya’nın Avrupa’da liderlik rolü üstlenmesi gerektiğini ve bunu yapmaya hazır olduğunu açıkça dile getirdiler.
Fransa’nın artık bu bağlamda anılmaması önemli. Uzun süredir bu işe dahil değilmiş gibi davranan Fransa, köşeye sıkışmış bir Almanya tarafından giderek daha fazla bu şekilde muamele görebilir. Almanya’nın bu süreçte üstlenebileceği muhtemel bir rol, ABD’nin ayrıcalıklı bir siyasi ve askeri taşeronu olmaktır; Kuzey Akım ve Leopard 2 hadiselerinde kamuoyu önünde yeterince aşağılanmış olan Almanya, ABD tarafından itilip kakılmak istemiyorsa, onlar adına Avrupa’ya liderlik etmeye hazır olması gerektiğini anlamıştır. Bu rolde Almanya emirleri Washington’dan Brüksel üzerinden alacaktır, Brüksel AB’yi değil NATO’yu kastetmektedir, Ramstein konferanslarındaki oturma düzeninde ABD, Ukrayna ve Almanya'nın başında olduğu bir komuta zinciri ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde gelişen bir işlevde Almanya, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin nihai zaferleri için ihtiyaç duyduklarına inandıkları silahları bir araya getirme ve parasını ödeme görevini —bunun gerçekleşmemesi halinde beceriksizlik, korkaklık, açgözlülük ve elbette ABD yerine düşmana sempati duymaktan suçlu bulunma riskini göze alarak— üstlenecektir.
Zamanla Almanya’nın savaşa dolaylı katılımı giderek daha doğrudan hale gelebilir ve silah tedarikçisi rolüne benzer bir şekilde gelişebilir. Ciddi sayıda Ukraynalı asker halihazırda Almanya’da, Amerikan üslerinde ama giderek artan bir şekilde Bundeswehr üslerinde eğitiliyor ve çoğu aşırı sağcı olmak üzere epeyce Alman, Ukrayna ordusuyla birlikte uluslararası lejyonlarda savaşıyor. Leopard’lar savaş alanına vardıklarında yakında bakım ve onarımdan geçirilmeleri gerekecek ve bu da Almanya’ya geri dönmelerini gerektirebilir. Rheinmetall, görünüşe göre savaşın Ukrayna'da üretilen tankları kendi amaçları doğrultusunda hizmete sokacak ve tesisi karlı hale getirecek kadar uzun süreceği varsayımıyla, Ukrayna’da yılda yaklaşık 400 Leopard tankı üretecek bir tesis kurmayı planladığını açıkladı. Tabii ki tesisin hava savunması ile korunması —muhtemelen en iyisi tecrübeli Alman ekipleri tarafından— gerekiyor. Savaş uçaklarına gelince, bunların savaş alanlarından uzakta, belki de bakımları için gerekli tesislerin zaten mevcut olduğu Rhineland’da bir yerde konuşlandırılmaları en iyisi olacaktır. Uluslararası hukuk uzmanları böyle bir desteğin bir ülkeyi muharip yapıp yapmayacağını tartışacaklardır ama sonuçta Rusya’nın buna karşılık olarak ne yapabileceğine mahkeme değil Çin karar verecektir.
“Batı’nın birliği” lehine
Scholz’un 4 Mart’ta Washington’a yaptığı ve Biden ile yaptığı seksen dakikalık bire bir görüşmede neler konuşulduğuna dair her iki tarafın da bilgi vermediği sürpriz ziyaret, Biden’ın Scholz’a haddini bildirme ve Almanya’nın Batı’nın siyasi, maddi ve askerî açıdan güvenilir bir müttefiki olmak istiyorsa kendisinden neler beklendiğini açıklama amacına hizmet etmiş olabilir. Bu aynı zamanda Alman hükümetini, Hersh’ün haberine karşı Amerikan istihbarat kurumları tarafından geliştirilen “anlatıya” yemin ettirme anı da olabilirdi. Almanlara bunun, “Batı’nın birliği” uğruna ne kadarını kabul etmeye hazır olduklarını öğrenmek için onları bir başka credo quia absurdum [inanıyorum, çünkü saçma] testine tabi tutmak amacıyla, soruşturmalarının resmi ön sonucu olacağı söylenmiş olabilir.
Tüm askeri uzmanların, bir kara muharebesinin nihayetinde sadece karada kazanılabileceği yönündeki önemsiz bilgeliği artık gizlenemediğinde ne yapılacağı da tartışılmış olabilir. En geç o zaman, çok sayıda ölü, yaralı ya da firari Ukraynalı askerin yerini nasıl dolduracakları sorusu ele alınmalı. Bundeswehr tarafından eğitilen ve Rheinmetall ve diğerlerinin çeşitlendirilmiş kaliteli ürünleriyle Almanya masrafa sokularak donatılan bir “Avrupa ordusunun” zamanı gelmiş olabilir mi? İlk Avrupa ordusu olan çok uluslu Roma lejyonları örnek alınarak, birlikler Doğu Avrupa ülkelerinden gönüllüler ya da hizmet sonrasında Avrupa vatandaşlığı verilecek diğer ülkelerden potansiyel göçmenler arasından seçilebilir. Yapay zekâ çağında da önemli olan savaş alanı komutanlarının, ilk pasaportları ve yeni çıkarılmış Ukrayna pasaportu olmak üzere iki pasaportu olabilir. Von der Leyen’e göre Ukraynalılar kendi özgür iradeleriyle bizim “değerlerimiz” için canlarını verdiklerinden, Almanya’nın zorunlu askerlik hizmetini yeniden getirmesine ve savaşa katılımı için halkın desteğini kaybetme riskine girmesine gerek kalmayacaktır. Öte yandan, özellikle savaş zamanlarında bunu asla bilemezsiniz.
Elbette Almanya’nın ABD’nin Avrupa’daki imtiyaz sahibi olmasıyla izlenebilecek başka bir yol daha var. Ukrayna hükümetinin sürekli artan ve bitmek bilmeyen daha fazla silah talebi, Amerikalıların Ukraynalı müttefiklerine karşı belli bir rahatsızlık duymasına —özellikle de Kongre’nin savaşı finanse etmeye devam etme isteği azalırken— yol açmış gibi görünüyor. Arka planda Devlet Başkanı Zelenskiy’in Polonya topraklarına düştüğü iddia edilen ve daha sonra hedefi şaşmış bir Ukrayna füzesi olduğu ortaya çıkan bir Rusya füzesi için ABD’den nükleer misilleme talebinde bulunmasının hatırası da olabilir. Buna, Leopard 2’nin başarısının yarattığı coşkudan kaynaklanmış olabilecek misket bombalarına yönelik kamuoyu talebi de eklenebilir. Kuzey Akım boru hatlarının imhasına ilişkin Amerikan istihbaratı tarafından uydurulduğu anlaşılan alternatif anlatının Ukrayna’ya bir atıf içermesi, Kiev’deki hükümete bir uyarı sinyali olarak görülebilir.
ABD, Ukrayna savaşının operasyonel komutasından çekilerek ve savaşı Almanya’ya devrederek, Kiev’e daha iddialı savaş hedefleri için Batı desteğinin sınırsız olmadığını söylemek zorunda kalma utancından kurtulabilir. Almanya ise, şefleri görevlerini nasıl yerine getireceklerini detaylı olarak kontrol edemediğinde casusların bazen yaptığı şeyi yapmaya çalışabilir. Almanya, ABD’nin talebi üzerine NATO Avrupa’sının liderliğini üstlenirse, kendini Ukrayna’nın kendisini savaşın daha da derinlerine çekme girişimlerine karşı koyabilecek ve ihtilafın sadece dondurulmasının ötesinde Minsk anlaşmaları doğrultusunda bir çözüm arayışına girebilecek bir konumda bulabilir. ABD’nin Ukrayna’daki varlığını kısmen geri çekmesine yardımcı olarak, onlara güzel bir dostluğu canlandırabilecek bir iyilik yapabilir.
Almanya’nın bunu gerçekten yapabilecek durumda olup olmayacağı, elbette en azından Alman kamuoyunun özellikle yeşil kesimini saran yeni savaş hevesini soğutmayı başarıp başaramayacağına bağlı olacaktır. Baerbock ve destekçileri, Moskova’da bir rejim değişikliğine yol açmayan her şeyi ihanet ve Ukrayna halkının iradesine saygısızlık olarak suçlayacaktır. Kısa vadede bir dönüm noktası yaratmak için çağrılan ruhlardan kurtulmanın mümkün olup olmayacağını göreceğiz. Savaşın ilk yılındaki retorik, topyekûn bir zafer olmaksızın herhangi bir barış müzakeresini bir süre için dışlamış olabilir ki bu da ABD ilgisini kaybetse bile katliamın kısa vadede sona ermesini imkânsız hale getirecektir.
Dahası, boru hatlarını havaya uçurmakla Almanya, Rusya’ya barış süreci gibi bir şeye katılması karşılığında doğalgaz tedarikini yeniden başlatmayı teklif etme fırsatından muhtemelen kasıtlı olarak mahrum bırakıldı, ABD tarafından kontrol edilen geniş kapsamlı iktisadi yaptırımlardan bahsetmeye bile gerek yok.
1900’deki Boxer Ayaklanması sırasında, Kraliyet Donanması Amirali Sir Edward Hobart Seymour liderliğindeki Avrupa Seferi Kuvveti Tientsin’den Pekin’e doğru yola çıkmıştı. Hedefine ulaşmadan kısa bir süre önce şiddetli bir Çin direnişiyle karşılaştı. En çok ihtiyaç duyulan anda Amiral Seymour, Alman birliğinin komutanı Kapitän zur See von Usedom’a şu emri verdi: “Almanlar cepheye!” Alman askeri geleneği, bu hadiseyi Alman askeri gücünün uluslararası alanda en üst düzeyde tanındığı an olarak gururla anar. Bazen tarih tekerrür eder.