Alman yargısının sefaleti: Gazeteci Alina Lipp'in kabahati neydi?
Son 6 yıldır Telegram kanalında Rusya ve Donbass’tan haber aktaran gazeteci Alina Lipp hakkında, memleketi Almanya’da cezai takibat başlatıldı.
Tahkikat sona erer ve suçlu bulunursa Lipp, 3 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kalacak. Suçu kabaca, yaptığı haberlerde Kiev’den taraf olmaması.
Alina Lipp, hakkında tahkikat yürütüldüğünü bir süredir biliyordu. 5 Mayıs’ta ülkesindeki banka hesabından bir dosya numarasıyla 1600 euro çekildiğini bildirdi. Ve DKB bankası, Alina’nın hesabını herhangi bir gerekçe göstermeden kapattı. Üstüne aynı gün, Alina’nın babasının hesabı da kapatıldı.
Geçen günlerde kendisine savcılıktan gelen teblikatı Telegram kanalında yayımladı. Tebligatta şöyle bir ifade var: “Sanıklar, soruşturmanın amacını tehlikeye atacağı için dinlenmiyor, madde 33 (4)”.
Şaka gibi bir durum var. Mealen, uygun görürlerse sanık dinlenmeden veya bilgilendirilmeden varlıklarına el konulması için mahkemeye müracaat edebileceklerini söylüyorlar.
Ortada organize suç ya da mali suçlar varsa bu bir ölçüde anlaşılabilir. Fakat Alina Lipp’in gazetecilik faaliyetinden öte yaptığı hiçbir şey yok.
Alina, Ceza Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca “suçları ödüllendirmek ve övmek” suçundan soruşturuluyor. Alina’ya isnat edilen suç, Alman Devletlerarası Ceza Kanunu’nun (VStGB) 13. maddesinde tanımlanıyor ve “doğası, şiddeti ve kapsamı itibarıyla Birleşmiş Milletler (BM) tüzüğünün ihlali anlamına gelen” savaşlar ve diğer “saldırgan eylemlere” işaret ediyor.
Fakat Alina’ya gelene kadar savcılığın ilgilenmesi gereken başka mevzular var.
Yugoslavya örneği mesela; Şansölye Schröder’in hükümeti, savaşta yer almıştı. Hatta Yugoslav savaşının uluslararası hukukun ihlali olduğunu, yani “BM tüzüğünün açık bir ihlali” olduğunu kendi ağzıyla söylemişti.
20 Eylül 2018’de Alman Federal Meclisi Araştırma Komisyonu, Bundeswehr’in sınır ötesine gönderilmesi ya da sınır ötesindeki herhangi bir askeri eyleme katılmasıyla ilgili şu uzman görüşünü bildirmişti:
“Bir devletin siyasi veya askeri eylemlerini fiilen kontrol eden veya yöneten bir kişi, parlamento üyeleri de dahil, silahlı kuvvetlerin yurt dışına konuşlandırılmasını zorunlu kılarsa VStGB’nin 13. maddesinin 4. fıkrasına göre cezalandırılabilir”.
Söz konusu rapor, ABD’nin 2018’de Suriye’yi Tomahawk füzeleriyle hedef aldığı saldırıyla ilgiliydi. Almanya bu saldırıya destek sunmuştu.
Herhangi bir yoruma pay bırakmayan Alman kanunları uyarınca Yugoslavya hadisesinden bu yana Budestag’daki tüm vekillerin müebbet hapis cezası alması gerekiyordu ama bu olmadı.
Bunun gerekçesine dair yanıtı, Yargı Teşkilatı Kanunu’nun (GvG) 146. paragrafından alabilirsiniz:
“Cumhuriyet Savcılığı görevlileri, amirlerinin resmi talimatlarına uymak zorundadır”.
147. paragrafta ise savcının amirinin kim olduğunu görürsünüz: Adalet Bakanı. Bu savcının ne zaman ve hangi koşullarda soruşturma yürütebileceğine dönük nihai kararın Adalet Bakanı’nda, yani hükümette olduğunu söylüyor.
Siyasiler suç işlediğinde savcının soruşturma yapmasına izin verilmiyor ve bunun çok sayıda örneği var.
Bir suç işlendiğinde, savcının devreye girmesine izin verilmeyip, yerine soruşturma komisyonlarında karar alınıyor. Nihai raporun gelmesi birkaç yıl alıyor ve mesele unutuluyor.
Bu tezgah sayesinde Almanya’da henüz usulünce yargılanabilmiş herhangi bir politikacı yok.
Bu konuda Celler Loch hadisesi öğretici. Anayasayı Koruma Dairesi, 1978’de Celle’deki bir hapishanede sabotaj düzenleyip suçu RAF’a atmış, olayın aslı 1986’da açığa çıkmıştı. O dönemki başbakan, bugün AB Komisyonu Başkanı olan Ursula von der Leyen’in babası Ernst Albrecht’yi. Kimse cezalandırılmadı.
Ve Alman yargısının bağımsız olmadığını söyleyenler sadece hasımları da değil. Bunu Avrupa Adalet Divanı’nın 27 Mayıs 2019 tarihli kararında okuyabilirsiniz.
Alina Lipp’e dönelim. Alman savcılığı, Alina’yı savaşı savunduğu için soruşturuyor. Bu bir gazeteciyi soruşturmak için gerekçe kabul edilecekse, bugün Alman medyasındaki orta yaş üstü gazetecilerin neredeyse tamamının kellesinin gitmesi gerek. Çünkü hepsi, NATO’nun Yugoslavya’daki müdahalesine açıktan destek vermişlerdi.
Bu aynı zamanda Alina aleyhindeki davanın ne kadar keyfi olduğunu da ifade ediyor.
Buradan bakarak Alman yargı teşkilatının, hükümetin takdirine bağlı biçimde, “siyasi zulüm” olarak addettikleri şeyi uyguladığı rahatlıkla söylenebilir. Ve Alina, bu zulmün ilk kurbanı değil.